16 Eylül 2017 00:37

Bu kış Fransa’yı sınıf mücadelesi ısıtacak

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Cumhurbaşkanı Macron döneminde sendikaların katılımıyla gerçekleşen protesto gösterisi ön plana çıktı.

Paylaş

Fransa’da geçtiğimiz salı günü Cumhurbaşkanı Macron döneminin ilk gösterisi, sendikal verilere göre 500 bin emekçinin katılımıyla gerçekleşti. Konfederasyon düzeyinde sadece CGT’nin çağrı yaptığı, yanı sıra tekil olarak FSU, Solidaires ve UNEF gibi sendikaların katılımıyla gerçekleşen bu gösterinin başarısız gerçekleşmesini uman az değildi. Gösterinin ertesi günü “başarısız” bir gösteri oldu diye ülke genelinde adeta bir kampanya başlatıldı. Oysa hiç de öyle değildi. Liberation gazetesinin editörlerinden olan Gregoire Biseau’un makalesi bu tartışmalara ışık tutuyor. 

Politis gazetesinden çevirdiğimiz diğer yazı ise Macron Hükümetinin iş yasası üzerinden hazırladığı büyük sosyal saldırının yanı sıra önümüzdeki dönem gündeme getireceği diğer saldırıların birkaçına dikkat çekiyor. İş yasası üzerinden başlayan mücadele diğer sektörlerdeki saldırılara karşı direnişlerle birleştiği koşullarda Fransa’da yaklaşan kış mevsimi sınıflar mücadelesi açısından sıcak geçebilir. 

ALMANYA’NIN GÖZÜ DE FRANSA’DA

Macron’un karşı çıkmalara, güçlü protestolara rağmen  iş piyasası reformlarında kararlı olması Alman egemenlerini sevindiriyor. Ancak Fransa Cumhur Başkanının iç başarısından(!) sonra AB içindeki reformlarda daha sözü dinlenir hale gelecek olması endişe yaratıyor. 

DieZeit gazetesindeki yorumda Macron’un Atina’da duyurduğu “10 maddelik AB Reform plan taslağı” ve Almanya ele alınıyor.

İNGİLTERE’DE KAMU SAĞLIĞI TARTIŞILIYOR

Diğer yandan İngiltere’nin gündeminde alıştığımız Brexit’in yanı sıra Ulusal Sağlık Servisinin (NHS) yaşadığı bütçe açığı vardı. İngiltere’de hastaların ameliyat sıralarında beklememeleri için özel hastanelere gittiklerini ve bunun yükselişte olduğu görülüyor. The Guardian gazetesi, hükümetin tasarruf siyasetinden vazgeçmesi gerektiğini ve bir an önce Ulusal Sağlık Servisin ihtiyacı olan bütçeyi karşılaması gerektiği savunuyor.  


GÖSTERİNİN ‘BAŞARISI’

Gregoire BISEAU
Liberation

Uzun yıllardan sonra Fransa’ya tekrar dönen bir kadın ya da erkeği düşünün. Çarşamba sabaha kahvaltıda uzun yıllar görmediği ülkeyi tekrar keşfetmek için gazeteleri okumaya karar verir. Tüm gazeteleri. Yolcumuz, valiliğin 223 bin kişinin katıldı diye belirttiği bir önceki gün gerçekleşen gösterinin önemli olup olmadığını öğrenmek ister. Ve CGT’nin başarılı olup olmadığını. Fakat okuması bittikten sonra başı ağrır. Zira tüm gazeteleri okumasına rağmen bu konuda bir fikir sahibi olamamıştır. Sol basın için (Mediapart, Liberation, l’Humanite) bu yürüyüş bir “başarıdır”. Sağ basın (Le Figaro, l’Opinion, lesEchos) için ise tam tersine başarısız geçmiştir. Le Parisien gazetesine göre Macron “ilk raundu kazanmıştır”. 
Çok ilginç bir ülkede yaşıyoruz diye düşünür bu okurumuz. Zira okurlarına objektif, en azından dürüst haber yapmaları gereken Fransız gazetecilerin parmaklarıyla saymayı da mı bilmediklerini düşünür. Yani bir gösteriyi değerlendirmek çok zor olmasa gerek: Katılanları saymak yeterli olur. Fakat işin zorluğu tam da burada başlıyor. Hangi sayıdan sonra bir gösterinin başarılı olup olmadığı belirtilebilir. Polisin mi yoksa sendikaların mı sayılarını dikkate almak gerekir, tartışmalarına burada hiç girmeyelim. 
Liberation gazetesinde 2015’de, valiliğin verdiği verilerin dürüst olduğunu belirten bağımsız şahsiyetlerin hazırladığı rapordan sonra, bu sorun çözüldü. 2016’da, El Khomri’ye (dönemin iş yasası taslağına verilen ad) karşı 9 Mart’taki gösteriye 224 bin kişi katılmıştı. 3 hafta sonra gerçekleşen ikinci gösteriye ise 390 bin kişi. Salı günü gerçekleşen gösteriyi değerlendirmek için Liberation, El Khomri Yasası’na karşı bu birinci gösteriyi kıstas olarak aldı. Arka planda varsayılan olgu ise bu orana ulaştığı koşullarda CGT açısından büyük bir başarı olacağı fikriydi. Neden? Her şeyden önce Macron iş yasasını kararnamelerle kökten değiştirmek istediğini belirterek daha bundan 4 ay önce cumhurbaşkanı seçildi. Yani hükümetin yaptıklarının demokratik meşruiyetinin tartışılmasının zor olduğu bir ortamdayız. 2016 yılına göre en büyük fark budur. Ve bunu birçok Fransız da öyle saydı: Fransızların çoğunun daha birkaç ay önce onayladıkları (cumhurbaşkanlığı, ardından da genel seçimlerle) hükümetin gündeme getirdiği tasarılara neden karşı çıkılsın ki? 
İkinci neden ise daha az önemli değildir: Büyük konfederasyonlar içerisinde mücadeleye çağrı yapan sadece CGT idi. 9 Mart 2016’da FO ve CGT sendikaları el ele mücadele ediyorlardı. CFDT, gösteriye katılma çağrısı yapmamıştı, fakat Sosyalist Parti hükümetinin sunduğu ilk yasa tasarısına açıktan karşıydı. Dolayısıyla bu sefer böyle bir gösteri gerçekleştirmek CGT için hiç de kolay değildi. Esas risk gösterinin 100 bin geçememesiydi. İşte bundan dolayı Liberation gazetesi, hükümet açısından bir tehdit olmamakla birlikte bu gösteriyi başarı olarak değerlendirdi. (...)

(Çeviren: Deniz Uztopal)


MACRON HÜKÜMETİNİN ÇARPIŞMA STRATEJİSİ

Politis
Başyazı

Yaz  döneminin başından bu yana düzenli bir şekilde gündeme gelen bir reform başka bir reformu gizleyebilir. İş yasası kararnamelerinin gölgesinde Edourard Philippe hükümeti ülkenin en zenginleri lehine (Ekonomik Konjonktürü İzleme Kurumuna göre ülkenin en zengin yüzde 10’u tüm zenginliklerin yüzde 46’sını elinde bulunduruyor) küçük bir vergi devrimi (...) ve devlet finansmanlı iş sözleşmelerinin kısmi yok edilişi için hazırlık yapıyor. Ve bu daha ağırlaşarak ilerleyecek. 27 Eylül’de açıklanacak 2018 bütçesi hiç görülmemiş bir kesinti planı içeriyor: Özellikle de sağlık, konut ve taşıma sektörleri başta olmak üzere 20 milyar avroluk kesinti planlanıyor. Bu plan, vergileri yılda 10 milyar düşürebilmek için bir gereklilik onlar açısından. Özellikle şirketlerden, kâr üzerinden hesaplanarak alınan vergide yüzde 25 düşüş olacak, böylelikle dünyanın her yerinde olan daha az vergi akımına onlar da katılmış olacaklar. Diğer yandan devletin hâlâ payının olduğu stratejik şirketlerin satılmasına yönelik bir özelleştirme planı da bulunuyor. Hassas olan “Fransız oyunları” (Şans oyunları idaresi) bu satışlardan ayrı tutulmayacak. Bu özelleştirmelerle elde edilecek birkaç milyar avro “yüksek teknoloji” sektörüne yatırım planı için harcanacak, bu da Emmanuel Macron’un “French tech” (Fransız teknolojisi) alanında bulunan dostlarına büyük mutluluk verecektir. Diğer yandan konut spekülasyoncularına aslan payını vermeye yönelik olarak inşaat sektöründe varolan ekolojik ve sosyal kuralları (Örneğin özürlülerin ihtiyaçlarına yönelik normlar) azaltarak düşük fiyatlı konutların inşasının arttırılmasıyla bu sektörü canlandırma planını da ilan etti. Son olarak ise 28 Eylül’de sosyal sigorta işsizlik kurumuna el atarak hasta ve işsizlerin daha fazla denetlenmesine yönelik bir plan da ilan edilecek. Tamamen liberal bir devrim gerçekleştirmek isteniyor! 

(Çeviren : Deniz Uztopal)


GÖZÜ KARA BAŞKAN

Gerovon RANDOW
DieZeit

Başarabilecek mi? Önce kendi ülkesindeki reformları gerçekleştirip daha sonra Avrupa Birliğinin reformunu istediği yönde ilerletebilecek mi? Emmanuel Macron, Fransa başkanlık seçimlerinde önce Fransa sonra AB şeklinde formüle edilebilecek bir reform metodundan söz etmişti. Aslında sadece kendinden önceki başkanın stratejisinin sıralamasını değiştirmişti. 

Hollande, (Fransa’nın Önceki Cumhurbaşkanı)  Avrupa’nın reformunu öne çıkarmış, halka sunduğu zehir gibi acı liberal ekonomik reformları Almanya ile çatışma şekerine bulayıp, yenilir yutulur hale getirmeye çalışmıştı. Yeni Avrupa’dan pek bir şey çıkmadı, iş piyasası reformları ise halkın büyük tepkisiyle karşılaşarak Hollande’ın sonunu getirdi. 

Macron’un stratejisi ise başarılı olacak gibi görünüyor. 12 Eylül’deki sendikal protestolardan hiç etkilenmeden içinde yaşadığımız dünyaya uyacak şekilde iş piyasası, emeklilik, sosyal sigorta ve vergi sistemini iyice törpüleme yolunda ilerleyecek. 

Ancak bildiğimiz gibi Fransızlar Macron’u bu sözde reformları yapsın diye değil Marine Le Pen’in başkanlığını engellesin diye seçti. En azından ona seçimlerin ikinci turunda mecliste çoğunluk sağlamasına yetecek oy verdiler. Parlamentoyu ardına almayan bir başkan güçsüz olacaktı ve Fransızlar da tepede güçsüz bir adam görmek istememişlerdi. 

Macron, kazasız belasız yoluna devam ederse (Maalesef bazen kendi açıklamalarıyla bacağına kurşun sıkıyor), yeni Alman hükümetine 10 çeşitten oluşan, çiğnenmesi zor bir menü sunacak. Zira Avrupa Birliği için 10 maddelik bir planı olduğunu geçen hafta Atina’da açıkladı. 
2018 başında Macron’un ‘eseri’ yazılmış olacak, 15 yıllık bir zamanda AB’de yapılacakları kapsayacak planı halk 6 ay boyunca demokratik platformlarda tartışacak. Daha sonra da hükümetler değişiklik önerilerini hazırlayıp sunacaklar.  

Ütopik? Tehlikeli? Tüm Avrupa ülkeleri taban demokrasisi prosedürünü onaylamak zorunda. Bu oldukça imkansız bir şey. Ayrıca halkın alacağı kararlar ortak noktalarda toplanmak zorunda, yoksa AB içinde çatışmalar daha da artacak. Macron’un gözü kara yani. Ama içinde yaşadığımız dönemde gözü karalığı övülmesi gereken bir meziyet olarak öne çıkarabilir miyiz?

Macron, başkan olarak Charles de Gaulle’ü hatırlatıyor. De Gaulle, önceleri önemsiz bir generaldi. 1940 haziran ayında Fransız hükümeti ve genelkurmayı Almanlara teslim olmasına rağmen tek başına Almanya’ya karşı savaş çağrısı yaptı. Duvara karşı yürüdü ve başarılı oldu. Macron da başarılı olabilir mi? 

Belki, ama bu, Macron’un sadece metodu için değil politik hedefleri için de başta Berlin’de olmak üzere müttefikler kazanmasına bağlı. 
Bu da oldukça zor. Macron’un Avro Bölgesi’nde kendi bütçesi olan bir yürütme oluşturma planı Berlin’in sinirlerini oynatıyor. Bağımsız bütçe, AB’nin iç bütçe konusunda ortak  kurallara uyan ülkelerine yeni masraflar getiriyor. Hangi ülkenin kurallara uyup uymadığı nasıl ve  kim tarafından belirlenecek? Hükümetlerin etkisinde kalmayan bağımsız bir komisyon kurulması fikri karşısında tavır ne olur?

Macron’un, AB ile ilgili, halkın tartışmasına gerek olmayan daha pek çok fikri var. Örneğin AB üyesi ülkelerden gelen işçilerin çalıştırma koşulları, göç, güvenlik veya vergi konusunda varolan AB kurullarında tartışılarak karar alınabilir. Avrupa’da üretim yapan şirketlere öncelikli davranılması önerisi ise Almanlar ve AB içindeki serbest ticaretten yana  bazı ülkeler açısından sorun yaratıyor. Bu öneri belki Macaristan hükümeti gibi iç pazarını güçlendirmeyi esas alan ülkelere cazip gelebilir.  

Macron’un Hollande’dan çok önemli farkı Hollande’ın Fransa önderliğindeki Güney AB ülkelerini, Almanya önderliğindeki Kuzey AB ülkelerini sıkıştırmak için kullanmak istemesine sıcak bakmaması. En azından bu iyi bir şey.

Fransa Cumhur Başkanı Avrupa’da güçler dengesini değiştirebilir ama Almanya’nın çıkarı Macron’un ne pahasına olursa olsun başarılı olmasını gerektiriyor. Başarısızlığı halinde dört yıl aşırı sağ bir Fransız hükümeti ile uğraşmak zorunda kalırız. Bu nedenle Berlin, Paris’ten gelen tehlikeli fikirlere açık olmalı, hepsine değilse de en azından birazına... 

(Çeviren: Semra Çelik)


SAĞLIK HİZMETLERİNİ ÖZELLEŞTİRMEK ÇÖZÜM DEĞİL

The Guardian
Başyazı

Ulusal Sağlık Servisi tarafından tedavi olmak için bekleme sırasına konmak ölümcül bir hastalık gibi. 

1999’da, Middlesbrough şehrinde, cerrahlar hastalarına tedavi sırasında beklerken yüzde 5 ölme ihtimalinin olduğunu söylüyorlardı. İşçi Partisinin uyguladığı düzenlemeler sonucu, hastaların bekleme süresi azaldı. Ama son zamanlarda bu yine yükseldi. 3 yıldır sağlık servisi, acil olmayan ameliyatların 18 ay içinde görülmesi hedefine ulaşamadı ve bu yıl hükümet hedefi muğlaklaştırdı. İngiltere’deki hastalar tedavi görmek için uzun süre beklemek yerine  özel hastanelerde tedavi görüyorlar ve bu sayının yükseldiği görünüyor. Bir kereye mahsus özel sağlık servislerinde ameliyat olanların (Bu hastaların özel sağlık sigortaları bulunmuyor ama katarakt ve kalça ameliyatlarını özel sektörde bir kereye mahsus yapıyorlar) sayıları her yıl yüzde 25 yükseliyor. Bu da hiç iyi bir gelişme değil.

İngiltere’deki Ulusal Sağlık Servisinin gidişatı kötü. Ocak ayında Kızıl Haç, sağlık servisinin bir “insanlık kriziyle” karşı karşıya olduğunu söyledi: Hastaneler fazla kalabalık olduğundan hastaların güvenliğini güvence altına alamıyorlar. Bazı hastaneler tamamen dolu olduklarını kabul ediyor. İş yükünden yorulmuş ya da idare edilmeyecek büyüklükte dosya sayısı yüzünden birçok sağlık çalışanı, ya yarım zaman çalışmayı tercih ediyor ya da erken emekliliğe ayrılıyor. Ulusal Sağlık Servisinin 40 bin hemşireye ihtiyacı var ve her ay 400 pratisyen doktor Ulusal Sağlık Hizmetini terk ediyor. 2016-17 yılında Ulusal Sağlık Servisi acil servisine gelen hastaların yüzde 95’i, 4 saatten fazla bekletildi ve gereken süre içerisinde tedaviye alınamadı.

Sorun para. Geçen yıl Ulusal Sağlık Servisi kurumları bütçelerini aştı, fazladan 770 milyon sterlin harcadı ve bütçe açıkları tüm sağlık sektöründe büyüyor. Gittikçe yaşlanan, kronik hastalıkları olan bir toplumun talepleri de aynı zamanda büyüyor. Sosyal bakım ve kamu sağlık servislerinde yapılan büyük kesintiler nedeniyle sosyal ihtiyaçları evde ya da bakım evinde giderilmesi gereken insanlar hastanelerde kalmak zorunda kalıyor. Zamanında gereken harcamalar yapılmadığı için daha sonra çok daha büyük masraflar yapılması gerekiyor. Geçen hafta Sağlık Servisi, işçi bulma kurumlarına yurt dışından pratisyen hekim bulmaları için 100 milyon sterlin ödeyeceğini açıkladı: Bütçesini aşan sağlık servisi çaresizlikten bunu yapmak zorunda kaldı. 

Hükümet Ulusal Sağlık Servisinin ihtiyacı olan parayı bir an önce karşılamalı. Ama şu ana kadar uygun adımlar atılmadı. Gayrisafi yurt içi hasıla payı olarak sağlık servisine harcanan para düşüşte. En son hesaplara göre, Fransa ve İsveç gibi ülkelere kıyaslanınca  İngiltere daha az para harcıyor sağlık hizmetlerine. İngiltere’nin sağlığa yaptığı harcama daha çok İspanya ve Portekiz’e kıyaslanacak düzeyde, ki bu ülkelerin ikisi de kişi başına geliri ülkemizden daha fakir.

Sağlık Bakanı Jeremy Hunt, Sağlık Servisinde daha yapılacak tasarruflar olduğuna inanıyor. Fakat etkili bir politik kurum olan İngiliz Milletler Topluğu Fonuna göre, 11 zengin ülke arasında İngiltere’nin Ulusal Sağlık Servisi en düşük maliyetli kurum olarak yerini koruyor. Daha fazla tasarruf, sorunu çözmeyecek. Hastaları özel sektöre itmek çözüm değil. Kullanımı bedava olan bir sağlık servisi ülkeyi ayakta tutan en önemli taşlardan biri ve sadece yoksulların kullandığı bir servise dönerse bakımsız hale gelir. Muhafazakar Parti, daha önceki Sağlık Bakanı Andrew Lansley’nin felaketle sonuçlanan Ulusal Sağlık Servisine rakip yaratma çabalarından uzaklaştı. Fakat Ulusal Sağlık Servisi içinde özel sektör gittikçe büyüyor. 2013-14 ve 2015-16 yılları arasında Sağlık Bakanlığının özel şirketlere yönelik harcamalarında yüzde 33 artma oldu. 
Ulusal Sağlık Servisinde bazı kıdemli kişiler, Muhafazakar Partinin Ulusal Sağlık Servisini tamamen yerle bir edene kadar kesintilere devam edeceğini ve bunun topyekün özelleştirmeye yol açacağını düşünüyor. Bunu engellemek için hükümet gereken bütçeyi vermeli.

(Çeviren: Çınar Altun)

ÖNCEKİ HABER

Okula gidebilmek için çalışıyorlar

SONRAKİ HABER

Şiirin evrensel yüzü: Sarıgöl ve Ilie

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa