08 Eylül 2017 00:44

Tarım vicdanla değil destekle gelişir

Üretici köylü örgütleri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba'nın ithalat üzerine sözlerine tepki gösterdi.

Paylaş

Sedat BAŞKAVAK
Mersin

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba konuşmalarıyla her gün gündemde. En son ithalatın vicdanını rahatsız ettiği konuşmalarıyla gündem oldu.  Tarım Bakanı Fakıbaba, Türkiye’nin tarım potansiyelinin milli tarım projesiyle tam kapasiteye ulaşacağını belirterek “Sertifikalı tohum kullanımını yaygınlaştıracağız. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı olarak dışarıdan gıda ve hayvan ithal etmem, tarım ürünleri ithal etmem beni vicdanen çok rahatsız etmektedir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının adının Üretim Bakanlığı olarak değiştirmek lazım. Üreteceğiz, ihraç edeceğiz insanlar zengin olacak, ülkemiz daha büyük bir ülke olacak” dedi. Bakan ayrıca güneydoğunun bereketli topraklarında artırılacak üretimle sadece Türkiye değil Avrupa’yı besleyeceklerine dikkat çekerken, gelecek 30 yılda en dünyada en önemli sorunun gıda sorunu olacağını belirtmişti. 

İTHALAT ALTIN ÇAĞINI YAŞIYOR

Her ne kadar bakan böyle dese de 2017 yılında ithalat devlet politikası haline gelerek altın çağını yaşıyor desek yeridir. Haziran ayında resmi gazetede yayınlanan kararla canlı hayvan ithalatında gümrük vergisi yüzde 135’ten yüzde 26’ya düşürülürken kırmızı et ithalatında ise yüzde 225 olan gümrük vergisi yüzde 40’a düşürüldü. Gümrük vergisi yüzde 130 olan buğday, arpa ve mısırın gümrük vergileri ise buğdayda yüzde 45, arpada yüzde 35 ve mısırda ise yüzde 25’e düşürüldü. Nisan ayında kuru fasulye ithalatı için gümrük vergisi düşürüldüğünde Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci de “Hızlı şekilde fiyatı artan ürünlere müdahale ediyoruz. Enflasyon için müdahaleden çekinmeyiz” diyerek AKP Hükümetinin tarıma ilişkin ithalatçı politikalarını özetlemişti. 

Neyin fiyatı artıyor hangi tarım ürünü az geliyorsa indir gümrüğü, aç kapıları ithalatçıda kazansın, şirketler de... İthalat baskısıyla üretici köylünün ürününün fiyatının düşmesi, maliyeti ya da maliyetinin altına ürün satışı nedeniyle üretimden kopma döngüsünün sonucu olarak yine üretim azlığı ve açığı yine ithalatla kapatma. Artan ithalat enflasyonu düşürmek bir yana ani fiyat artışlarını da beraberinde getiriyor. 

İTHALATTA DÜNYA REKORU!

İthalatın böylesine tartışıldığı sıralarda 16 Nisan sonrası metal yorgunluğu vs söylemlerle bakanlıklarda bayrak değişimi adıyla yapılan görevden almalar ve atamalar sonucu Faruk Çelik Tarım Bakanlığı’ndan alınarak yerine Urfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı da yapmış olan Ahmet Eşref Fakıbaba bakan olarak atanmıştı. Fakıbaba’nın da hükümet üyesi olarak ilk icraatı iki yeni ithalat kararnamesine imza atmak olmuştu. Kararnamelerden ilkinde Et ve Süt Kurumu’na sıfır gümrükle 90 bin ton kırmızı et, 975 bin canlı hayvan ithalatının kararı açıklanmış. İkincisinde ise Toprak Mahsulleri Ofisine 750 bin ton buğday, 700 bin ton arpa, 700 bin ton mısır ve 100 bin ton pirinci yine sıfır gümrükle ithalatına izin verildi. 2017 yılı İthalat rakamları göz önüne alındığında et ve canlı hayvan ithalatında bırakın Avrupa’yı dünya rekoru kırdığımızı övünerek söyleyebiliriz. Bizi canlı hayvan ve et ithalatında hem Avrupa’da hem de dünyada geçecek başka bir ülke yok. Hükümetin baktığı yerden baktığımızda yol, köprü, havaalanı derken ithalatta da Avrupa’nın bizi ‘kıskandığını’ söyleyebiliriz!  

Ziraat Mühendisleri Odası bu durumu 15 yıllık AKP iktidarı boyunca buğdaydan mısıra, pirinçten soyaya, ayçiçeğinden bezelyeye, etten süte, pamuktan samana, kepeğe kadar ithalat için 181 milyar dolar harcandığını açıklıyor ve soruyor “Böyle tarım politikası olur mu?​” Tarımda ithalattan bir an önce vazgeçilmesini  isteyen Ziraat Mühendisleri Odası “Yazık bu ülkeye” diyor. 

İTHALAT SARMALI BOYUN EĞMEYİ DAYATIYOR

Hayvancılık yapmak için büyük ya da küçük baş hayvan ithal etmekle başlayan süreç doyurması bakımı derken uygulanan politikalar nedeniyle her aşamada ithalatla karşı karşıya kalınıyor. Damızlık düve, koyun ve keçi ithalatıyla başlayan süreç hayvana verdiğiniz yemle devam ediyor. Çünkü yemin ham maddesi soya, mısır derken yarısı ithal ediliyor. 5-6 yıl önce saman ithalatı yapılmış ve o dönem çok tartışılmıştı. Şimdi yine Bulgaristan’dan saman ithal ediyoruz. Yani hayvana verdiğimiz saman bile ithal. Çoban için Suriyeliler, hastalanan hayvan için aşı ithal. Artan girdi maliyetleri, değerinde satılamayan et ve süt sonucu kesime götürülen hayvanlar nedeniyle ülke ihtiyacı karşılanamayınca markette, kasapta reyonlarda ki et ithal. Sofradaki ekmek, tabaktaki pirinç, tencerede yemekteki ayçiçek yağı, tekstildeki pamuk, konservedeki bezelye, bardaktaki mısır, pilavın üzerindeki nohut ithal. Tarım üretimi olmayan bir ülkenin hayvancılığı da olmadığı gibi ne artan nüfusa yetecek kadar gıda üretimi ne de sağlıklı, temiz gıda üretimi de oluyor. İthalat ekonomide, gıdada ve sağlıkta bağımlılığı da beraberinde getirince siyasi bağımsızlıkta “Ey Avrupa, ey Amerika” seslenişiyle kalıyor. Çünkü aç ve muhtaçlık ne kadar efelenilirse efelenilsin, boyun eğmeyi de beraberinde getiriyor.


Tüm Köy Sen: Davul üreticinin sırtında tokmak tarım tekeli şirketlerin elinde

Tarım Bakanı Fakıbaba’nın konuşmasını değerlendiren Tüm Üretici Köylüler Sendikası (Tüm Köy Sen) Genel Merkez Yöneticisi Yusuf Gürsucu “Fakıbaba hangi vicdandan söz ediyor, inandırıcılıktan uzak bir açıklama” diyerek tepkisini dile getiriyor. Gürsucu  “Kendisi, memleketi olan Urfa’da tarım alanlarını sanayi şirketlerine açmak için çaba harcayan birisidir. 350 dönüm verimli tarım arazisi üzerine Çinli bir şirketin hurda demir ve saç işleyeceği tesisi kuracak olması, ayrıca Singapur’lu bir şirketin yaklaşık 300 bin dönüm arazi üstüne Petrokimya tesisi kurma hazırlıklarını nasıl açıklıyor acaba. Bölgede özellikle fıstık bahçelerinin kurumasına neden olan susuzluğun iki adım ötedeki barajdan sağlanamamasına ilişkin yaşanan sorunları çözmek için bir çabası var mıdır? Yine bölgede çiftçinin kullanmadığı enerji parasını dönüm başı hesaplarla Dicle Enerjinin açtığı icra takiplerine karşı çiftçilerin yaşanan soyguna tepkisi ve bunun son bulması için hangi çalışma ve çabaları vardır” dedi. 

TARIM ARAZİLERİ KÖYLÜNÜN ELİNDEN ÇIKIYOR

Tüm Köy Sen Merkez Yöneticisi Yusuf Gürsucu milli tarım projesi ile bölgedeki tarım arazilerinin köylülerin elinden çıkarak şirketlere geçeceğini belirterek “AKP’nin son dönem tarım politikalarını incelediğimizde geleneksel çiftçi ailesi tarımından, şirketler tarafından yapılan endüstriyel tarıma geçilmesi ve özellikle GDO’lu tarımın bölgede hakim kılınma adımları atılmaktadır. Eski Tarım Bakanı Mehdi Eker’in ‘Ya köylüler şirketleşecek ya da şirketler tarım yapacak’ diyerek formüle ettiği politikanın hayata geçmesi için Bakan Fakıbaba seçilmiş insandır. Bu nedenle de ‘milli tarım projesi’ diye amaçlanan şey toprakların şirketlerin elinde toplanmasıyla, sermayenin çıkarlarına bağlanan politikalardır. Hayvancılık amacıyla bölgede Katar ve Suudi sermayesine vaat edilen arazilerde nasıl milli tarım olacak, anlaşılır değil. Tarım tekelleri ülkemizde endüstriyel tarım üretimi yaparak satıp, ihraç edip para kazanacak, köylü ya sözleşmeli üretim yaparak şirketlerin dayatmalarına boyun eğecek ya da kendi tarlasında mevsimlik tarım işçisi durumuna gelecek. Bizde milli tarım ile kalkınıyoruz diye aç gönlümüze tok tesellisi vereceğiz. Sertifikalı tohum şirket tohumu yani patentli tohum. Buda demektir ki; tarım üretimi için tohuma, tohum için ise patente para ödemeye mecbur kalacağız. Dolayısıyla patenti alan tohum şirketinin tarım üretimi için tohuma ek olarak verdiği gübre ve ilacıda almak zorunda kalacağız. Kapitalist tarım tekelleri tohum, ilaç ve gübre satarak kârına kâr katarken biz de tarım tekellerine bağımlı olduğumuzu unutarak Türkiye büyüyor diye sevineceğiz. Biz buna kısaca davul bizim sırtımızda tokmak tarım tekeli şirketlerin elinde olacak diyebiliriz. Benzer dayatmaların olduğu Hindistan’da 17 yılda 300 bin köylü GDO’lu tarım ve sözleşmeli üretim nedeniyle tefecilere borçlarını ödeyemediklerinden yaşadıkları sorunlar nedeniyle ya tarım ilacı içerek yada kendini asarak intihar etmişler” diyerek uygulanan benzer tarım politikalarının başka ülkelerde yarattığı sonuçları aktardı.

HÜKÜMET KÖYLÜYE KREDİ VERMİYOR

Hayvancılıkta besicilik yapan köylülere destek verilmediği sürece et ve canlı hayvan ithalatının artarak devam edeceğini vurgulayan Gürsucu şöyle devam etti: “Et ve canlı hayvan ithalatının önünün kesilmesinin yolu besicilik yapan köylünün desteklenmesidir. Köylünün elinden 18 ile 28 lira arası alınan et marketlerde 45 ile 65 lira arasında satılmaktadır. Süt deseniz sudan ucuz. Tarım her alanında olduğu gibi besicilikte de garanti, istikrar ve destek olmadığı sürece köylü hayvanını kesime gönderecektir. Bu durumda da her yıl ihtiyaç artacak ve ithalat kendini dayatacaktır. Şirketlere hibe kredi, mera tahsisi yapan hükümet asıl işi hayvan yetiştiriciliği olan köylülere de ipotek gösteremediği için kredi vermiyor. Asıl vicdansızlık buradadır. Gıda tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba bereketli toprakların tam merkezi güney doğu coğrafyasıdır diyerek bölgenin potansiyelini harekete geçirerek sadece Türkiye’yi değil Avrupa’yı da doyururuz sözlerine karşılık bölge köylüsü ‘Herkes konuşuyor ama bizim durumumuzda bir değişiklik yok’ diyorlar.” 


ÇATIŞMALAR DURSUN, BARIŞ SÜRECİNE DÖNÜLSÜN HAYVANCILIK GELİŞİR

MARDİN Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği Başkanı Hüseyin Sazan “İthalatı engellemek için Türkiye’nin bir tarım politikası olması lazım” diyerek bir tarım politikası olmadığını belirtti. Sazan şöyle devam etti: “Yetiştiriciler gerçekten desteklense 3-5 yılda et ve canlı hayvan ithalatı konuşulan bir sorun olmaktan çıkar. Fakat bunu yapan yok. Asıl olarak köyde yaşan ve işi ve yaşamı tarım ve hayvancılık olana destek verilmeli sütünü, peynirini alacağım yada satış ve pazarlama için kolaylıklar yaratacağım diyerek olur. Ucuz kredi vererek olur. Köylünün bütün serveti başındaki ev, ağıldaki hayvan ve kapıdaki tarım aletleri kredi için bankalar memur kefil istiyor, köydeki ağılın tapusu olur mu tapu istiyor. Böyle olunca da yetiştirici mağdur oluyor. Mardin genelinde 76-77 yıllarında 1.5 milyon hayvan vardı. Bugün 500 bin hayvan var. 1 milyon kaybın sorumlusu biz köylüler değiliz. Gerçekten köyde yaşayıp işi bilene 20-30 hayvan verilse devlet veterinerleri aracılığıyla dönem dönem kontrol etse olmaz mı? İlkokulda çocuklar bir hayvanın etinden, sütünden, derisinden yararlanılır diye öğreniyorlar. Deri artık yok bir işe yaramıyor, süt para etmiyor geriye et kaldı oda öldüm fiyatına gidiyor. Köylü bireysel olarak sütü peynir yapacak, satmaya çalışacak böyle hayvancılık gelişir mi? İthalat durur mu?​” 

Uygulanan politikaların yanlışlığına dikkat çeken Birlik Başkanı Hüseyin Sazan, çatışmaların durması ve barış sürecine dönülmesine de vurgu yaptı: “76-77 den bu yana bölgede hayvan varlığı ve hayvancığın azalmasının bir nedeni de süren çatışmalar ve OHAL nedeniyle yaşanan yayla yasakları etkili oldu. Köylerde gençlerimiz kalmadı gelecek yok, çatışma çok, yaşanan bu süreç çobanlık yapacak insan bulmayı bile zorlaştırıyor. Hayvancılık sürekli dışarıda yapılan bir iş. Hayvan beslenmek için içeri alınır ve hazır yemlerle beslenmeye başlanırsa maliyet artıyor. Bölgedeki durum dışarıda hayvancılık yapmaya müsaade etmiyor. Mardin bölgesinde üç yıl önce 600 binin üzerinde hayvan vardı. Geçtiğimiz yıl 550 bin civarında bu yıl ise 440 bine kadar geriledik. Evet biz ülkeyi de, Avrupa’yı da besleriz ama çatışmalar son bulur barış süreci olursa yoksa yem pahalı emek ucuz böyle hayvancılık olmaz.” 


ÇÖZÜM SÜTÜN FİYATINDA, SÜT PARA EDERSE HAYVANCILIK GELİŞİR

“Süt gerçek değerinde satılmadığı sürece bu politikalarla ithalatın önünü kesemezler” diyen Malatya Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birlik Başkanı Ergül Günaydın “Girdi fiyatları yüksek, mesela yem çok pahalı maliyetleri karşılayamayan besici elindeki hayvanını kestiriyor. Yemin torbası ortalama 55-60 lira, 3 kilo süte 1 kilo yem alınabiliyor. O nedenle çözüm sütün fiyatında süt fiyatı artarsa hayvancılık gelişir, süt fiyatı böyle devam ederse hayvancılık azalır ithalatın önü açılır. Süt konseyi fiyat belirliyor ama kimin lehine. Süt konseyinde ağırlıklı sanayiciler var, onlarda kendi çıkarlarını gözeterek fiyat belirliyorlar. Avrupalı köylüler, besiciler yarın süt ne kadar olacak diye bir sıkıntı yaşamıyorlar. Destekler az, kağıt üstü destek değil gerçek destek olması lazım. Ben hayvan sağlığı mezunuyum. Bakanlık buzağı desteği veriyor ve her inekten her yıl 1 buzağı alındı görüyor. Oysaki durum böyle değil. İki tohumlama yaptırdın tutmadığında o sene buzağı da, destekte alamıyorsun. Hesap başka hayat başka. Hayvanlara yem desteği verilmeli. Bununda yarısını devlet karşılamalı. Avrupa mera desteği veriyor. Yani yem destekleniyor. Bunu bakanlıkta bilir, üretici ile tüketici arasındaki fiyatlarda uçurum var. Burada köylü eti 28 liradan veriyor markette 45 lira. Benden eti alan, pazarlayan, markette satan hiç birinin gideri benden daha fazla değildir. Üstüne üstlük derisi, sakatatı da yanında ayrıca kâr bunun. Hiçbir risk olmadan para kazanıyorlar. Bakanlar açıklamayı yapıyorlar ama bizim durumumuzda bir değişiklik olmadığı gibi ithalatla da kimse ucuz et yemiyor” diye konuştu.
 

ÖNCEKİ HABER

İzmir’de tehlikeli atıkların depolandığı alanda yangın çıktı

SONRAKİ HABER

Türkiye, Rusya ve yeni Balkan jeopolitiği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa