11 Ağustos 2017 12:45

Saltanatlar çöker bir gün

İlk hikayeden sonraki satırlar daha pasif ve iddiasız satırlar iken, ikinci hikayeden sonraki cümleler daha inançlı ve atılganlar.

Paylaş

Eren YÜCEBOY
KARTAL

Hemen herkesin bilebileceği, kulağına bir yerlerden takılabileceği metaforik bir hikaye vardır. Hikayenin anlattığı üzere, “Sakar bir abimiz, talihsiz bir kaza sonucu 50 katlı bir gökdelenin en üst katından aşağı doğru düşmeye başlamıştır. Abimiz, bir taraftan ivmelenerek hızla zemine doğru yaklaşmakteyken, bir taraftan da ‘Vay arkadaş... Bu katta da bir şey olmadı... Bu katta da bir şey olmadı...’ diye söylenmekteymiş. Bu talihsiz adam, 49 kat boyunca düşüp de bu kez düşmesi gereken son 1 kat kalınca, 49 kat düştüm bir şey olmadı. 1 kattan da bir şey olmaz heralde.’ diye düşünmüş, fakat tahmin edeceğimiz üzere, sonuç bu talihsiz adamın düşündüğünden daha farklı gelişmiş...”
Hikayemizin bize vermiş olduğu kıssadan hisse de şudur ki: Önemli olan düşüş değil, önemli olan düşerken ne kadar yol kat ettiğimiz değil; önemli olan yere çarpış anımızdır. Bizler de Türkiye’de yaşayan halklar, gençler, öğrenciler olarak benzeri bir senaryoyla karşı karşıyayız. Mevcut iktidar, iktidarının meşruiyetiyle kendini güçlendirmeye devam etmekte ancak güçlendikçe de iktidarının meşruiyetini aşan yeni uygulamalara imza atmaktadır. 
Çok değil, bundan birkaç yıl evveline kadar, şu anın üniversite öğrencileri veya mezunları olan bizler henüz ortaokul çağında öğrencilerken, zorunlu din derslerinin meşruiyetini sorgulayıp muhalif çıkışlar gösteriyorken; günümüzde MEB’in eğitim öğretim düzenlemesi konusunda elinde bulundurmuş olduğu bütün hak, yetki ve sorumlulukların Diyanet İşleri Başkanlığı’na devri konuşulmakta.

‘HOP DEYİNCE KORKAR OLDUK’

Bugün bizler demokratik eğitim hakkının varlığını savunmakta ve bu hakların uygulanması için birtakım mücadeleler vermekteyken, sesimizi ulaştırabildiğimiz kadar yükseğe ulaştırmaya çalışırken; iktidar sözde FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle demokrat, aydın akademisyenleri KHK’lerle görevlerinden uzaklaştırmakta ve bizler o akademisyenlerin açlık grevlerine, intiharlarına tanıklık etmekteyiz. 
Birkaç yıl önce sesimizi yükselttiğimiz, karşı çıktığımız ne varsa bugün daha da kötüsünü yaşamakta ve uygulanan yıldırma ve apolitizasyon politikilarıyla bugün ses bile çıkaramaz hale getirilmekteyiz. Bugün, siyasi kimliğini göstermekten çekinmeyen ve gerektiğinde hayatını siyasi görüşüne göre şekillendirmekten geri durmayan bizler bile bunlara alışır hale geldik. Ülkenin geriye doğru sürekli bir hareketlilik içerisinde bulunmasından, insanların ölmesinden, savaş hazırlığı yapılmasından, tek adam otoritesinin anayasal güvenceye alınmasından ve bunların hepsinin toplamından daha kötü olan bir şey varsa, o da insanların buna alışmasıdır, bizim buna alışmamızdır. Öyle bir hale geldi ki bu ülke, insanlar sokakta günde binlerce arabanın yanından geçip gitmekteyken, arkasından işittiği güçlü bir “Bom” sesinde akıllarına gelen ilk şey o arabalardan herhangi birinin arıza yapma ihtimalinden çok bomba patlamış olması ihtimali. Korkuyu, kavgayı, savaşı, kini, nefreti öyle bir işlediler ki içimize, onbinlerce insanın yürümekte olduğu işlek bir caddede arkamızdan işiteceğimiz hitap mahiyetindeki bir “hoop” sesinde, akıllarımıza gelen ilk şey bir kavga çıktığı oldu. 

GÖKDELENİN ARA KATLARI

Baştaki sakar adamın hikayesini de tekrar hatırlayacak olursak; başımıza gelen her felakete ve uygulanan her gerici, faşist yaptırıma alışmakta ve “Bu da oldu. Gelir geçer.” mantığıyla davranmaktayız.  Ama alıştığımız ve sessiz kaldığımız her şey, 50 katlık bir gökdelenin ara katları yalnızca. Bir gün muhakkak yere çarpacağız. O gün düşünmek için de ses çıkarmak için de vakit kalmayabilir.
Ya o günün, vakitsiz kalacağımız o çarpma anının gelişini beklemeye devam ederiz alışa alışa ya da baştaki adamın hikayesine tersten bakar ve geleceğimizi ona göre şekillendiririz...
Şimdi anlatacağım hikaye muhtelemen bir yerden duymuş olmadığınız ve bilmediğiniz bir hikaye. Bu hikaye şu anki zamanın, şu an yapılan bir kurgusu zira... “Adamın biri, inşaat işine girişmeye karar vermiş ve temelden başlamış bu inşaata. Önce bir kat, sonra beş kat derken inşaat bayağı yükselmeye başlamış ve malum adamımız da ‘1 kat daha yaptım bir şey olmadı, 5 kat daha diktim, yine bir şey olmadı.’ diye düşünüp durmuş. Yaptığı her hamleden sonra daha da büyümek istemiş ve daha çok kat çıkmış. Bir gün gelmiş ki inşaatın temeli bu yüksekliğe dayanamaz olmuş. İnşaat bütün katlarıyla ve mevcut olan bütün büyüklüğüyle o malum adamın üzerime yıkılmış.” Bu hikayemizin de bize vermiş olduğu mesaj şudur ki: Önemli olan ne kadar ve nasıl yükseldiğin değil; önemli olan temelinin ne kadar sağlam olduğu ve gücün de bir sınırının olduğudur. Günümüz Türkiye’sine de uyarlayacak olursak, gericilik, şeriat temelinde, cemaatlerle kol kola ve gücünü açgözlülükle daha da yükseltmek isteyen mevcut iktidarın ve bu iktidarın müteahhitinin sonu bellidir. Dünyada sınırsız güç diye bir şey yoktur, sınırsız otorite diye bir şey yoktur. Güç ve otorite sınırı olan kavramlardır ve o sınıra dayandıklarında yerle bir olmaları kaçınılmazdır. Tarih bu gibi iktidarların ve insanların yıkılışlarıyla doludur ve bu iktidar da elbet bir gün yıkılacaktır.
Fark ettiğiniz üzere, iki hikaye arasında sadece anlatılanlar değil, anlatılış şekillerinde de farklılıklar mevcut. İlk hikayeden sonraki satırlar daha pasif ve iddiasız satırlarken, ikinci hikayeden sonraki cümleler daha inançlı ve atılganlar. Bu noktada seçim kararı bizim elimizde. Yere çarpmayı bekleyen talihsiz adam da olabiliriz, gücünü ve saltanatını sınırsız zanneden o adamla çarpışan insanlar da... Bizler; zıtlaşmaya karşı uzlaşmayı, gericiliğe karşı aydınlığı, yılgınlığa karşı inancı, umutsuzluğa karşı örgütlülüğü, patronlara karşı işçileri destekledikçe, yaptıklarına alışmadıkça ve ses çıkardıkça o adamın yıkılışı muhakkaktır. Seçim bizim.
 

ÖNCEKİ HABER

İşçi sınıfının mücadele biçimleri

SONRAKİ HABER

Metrolardaki kovalarınız ideolojinizin yansıması gibi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...