10 Ağustos 2017 23:31

'Basına yönelik baskıda burjuvazinin sessizliği etkili oldu'

Türkiye'de medya üzerindeki baskıyı konuştuğumuz Akademisyen Yasemin Yılmaz: Basına yönelik baskıda burjuvazinin sessizliği etkili oldu

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

Yasemin Yılmaz New York Şehir Üniversitesinde doktora eğitimine devam eden bir akademisyen. Geçtiğimiz aylarda Koç Üniversitesinde, Sabancı Üniversitesinin de kurumsal ortaklığında düzenlenmesi planlanan uluslararası konferansta yapacağı sunumu “hassas konulara” değindiği gerekçesi ile iptal edilen Yılmaz, hazırladığı yüksek lisans tezinde medya özgürlüğü ile burjuvazinin otoriter yönetimlere verdiği desteğin ilişkisini değerlendiriyor. Bu ekonomik/siyasal desteği Türkiye ve Venezuela örnekleri üzerinden yorumlayan Yılmaz, araştırmasının sonucunda, bir ülkede iş dünyası otoriter iktidarları desteklerse o ülkede basına yönelik baskıların daha da arttığı ve muhalif basının daha kolay susturulduğuna işaret ediyor.

Türkiye’de yaşanan sürece ilişkin konuştuğumuz Yasemin Yılmaz, “Türkiye’de medya sahipliği uzun yıllardır zaten az sayıda holding elinde neredeyse bir tekel durumundaydı. Bir grupta işten çıkan bir gazetecinin kapısını çalabileceği işyeri zaten çok sınırlıydı. Bu da dediğiniz gibi sansür/otosansür ve işsiz gazeteciler ordusunun yaratılmasını çok kolaylaştırdı” dedi 

Aslında üzerinden epey zaman geçti ama sanırım öncelikle ‘hassas içerikli’, sunumunuzla başlamak gerekir. Zira yüksek lisans teziniz de aynı içerikte... Sizin sunumuzun iptali ile başlayan süreç, konferansın tümden iptali ile devam etti. Bu iptal beraberinde hem medya, hem de akademi alanında bir tartışmayı da başlatmış oldu. Ne idi ‘hassas’ bulunan?

İptal edilen sunum aslında New York Üniversitesi siyaset bilimi bölümünde yazdığım yüksek lisans tezimdi. Sunumda anlattığım şey, ‘Neden bazı hükümetlerin basın özgürlüğünü kısıtlamada diğerlerinden daha ‘başarılı’ olduğu idi. Büyük sermayenin medya sahibi olduğu bir tabloda hükümetlerin ne zaman bu sermaye grupları üzerinde baskı kurup, ne zaman kuramadıklarını Venezuela ve Türkiye örnekleri üzerinden karşılaştırmalı olarak ele alan bir makaleydi bu makale aslında. Örnekler üzerinden Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü üzerinde artan baskının araçlarını, vergi cezaları ya da diğer şeyler, ve bu süreçte sermayenin aldığı tavrı incelemekti, anlatmaktı.

İptal bu nedenle makalemde medya ekseninde ele aldığım devlet-sermaye ilişkileri ile bir paralelliği akla getiriyor.

Tezinizde tartıştığınız şey, medya özgürlüğü ile burjuvazinin otoriter yönetimlere verdiği ekonomik/siyasal desteğin ilişkisi. Nasıl bir ilişki burada anlattığınız şey?

Burada anlatılan ilişki temelinde kapitalist devlet ile sermaye sınıfının ilişkisidir. Siyasetçiler, hükümetler tekrar seçilebilmek, iş başında kalabilmek için iyi bir ekonomik tablo çizmek durumundadırlar. Sermaye sınıfının yatırım araçlarını kontrol ettiği bir düzende de, hükümetler bu sınıfın istek ve taleplerine kayıtsız kalamaz, onlardan ‘bağımsız’ olamazlar. Bu devlet-sermaye ilişkisi ‘devletin göreli özerkliği’ olarak adlandırılır. Benim tebliğde bahsettiğim de bu göreli özerkliğin medya kapitali özelindeki durumu. Burada incelemek istediğim herhangi bir hükümetin bu göreli özerkliğe ters düşecekmiş gibi görünen, medya sahibi büyük sermayeyi nasıl görünürde ‘hizaya getirebildiği’ idi. Bunun ancak sermayedar sınıfın diğer üyelerinin hükümetin bir ya da birkaç gruba olan baskısını sınıflarına bir tehdit olarak kabul etmedikleri bir tabloda mümkün olduğunu, burjuvazinin iş başındaki hükümetin genel siyasi ve ekonomik politikasından memnun olduğu bir durumda basın ve ifade özgürlüğünden feragat etmekte bir beis görmeyeceğini anlatıyorum.

Bir iktidarın otoriterliği o ülkedeki kapitalistlerin çıkarlarına zarar verecek noktaya geldiğinde sermaye, siyasi iktidarın sonunu getirmek için daha hızlı refleks gösterebiliyor.

Biraz açalım mı bunu, Türkiye örneği üzerinden?

Türkiye örneği üzerinden gidersek, Erdoğan Hükümetinin AKP’ye açılan kapatma davasında, Deniz Feneri skandalında, Doğan Grubunu vergi cezalarıyla hedef tahtasına oturttuğunu hatırlarsınız. Erdoğan’ın ve AKP’nin siyasi kadrolarının Doğan Medya ile zaten 28 Şubat’a dayanan bir husumeti vardı. Daha sonraki dönemeçte artık hem Doğan Grubunu elindeki medya gücünü dağıtmaya hem de hükümete yakın bir ‘yandaş’ medya oluşturmak için, vergi cezaları, TMSF ihalelerine müdahil olup gazetelerin kime, ne kadara satılacağı gibi kapitalist sınıf için aslında bir prensip meselesi olarak savunulabilecek yatırım kararlarındaki özerkliğe müdahaleler geldi. Ama bu noktada, sınıfın diğer üyeleri, en önemli olarak da Doğuş Grubu, bunu sermayeye bir tehdit değil, tekil bir olay olarak görüp, hükümetin istediği doğrultuda kendi bünyelerindeki muhalif gazetecileri kovdular. Türkiye’de basının bu hale gelişi bu şekilde başladı. AKP Hükümetinin büyük sermayeye sağladığı olumlu ortamı korumayı tercih edip, hükümete basın ve ifade özgürlüğünde istediği sessizliği verdiler.

‘BURJUVAZİNİN DEMOKRASİ DİYE BİR DERDİ YOKTUR’

Türkiye üzerinden derinleştirelim bu medya sahipliği meselesini... Neye yol açtı buradaki ilişki?

Türkiye’de medya sahipliği uzun yıllardır zaten az sayıda holding elinde neredeyse bir tekel durumundaydı. Bir grupta işten çıkan bir gazetecinin kapısını çalabileceği işyeri zaten çok sınırlıydı. Bu da dediğiniz gibi sansür/otosansür ve işsiz gazeteciler ordusunun yaratılmasını çok kolaylaştırdı tabii. Mesela Gezi zamanında ülkenin iki ana haber kanalı olan CNN ve NTV’nin iki gün boyunca olanları aktarmaması haberin yayılma hızını çok önemli ölçüde etkileyebildi. Medya sahipliğinin daha erişilebilir olduğu, dağıtım-yayın ağlarının daha çok ele bölündüğü durumlarda bir haberin yayılmasını engellemek, belli gazetecilerin sesini kesmek çok daha zor.

Peki ne zaman bozulur bu ilişki, bu ‘izin verme hali...’ Ya da bozulur mu?

Şöyle, burjuvazi işine geliyorsa otoriter iktidarı destekler. Burjuvazinin prensipte demokrasi, hak, hukuk, özgürlük diye bir derdi yoktur. Hak hukuk ile ilgisi özel mülkiyetle başlar ve orada biter. Burjuvazi otoriter iktidarı destekledikçe, gerek medya üzerinde olsun, gerek insan hakları, sivil alanlar üzerinde olsun, iktidarlar bu alanlar üzerinde daha rahat kontrol sağlarlar. Burjuvazi bir nevi bu alanları iktidara nasıl biliyorsa öyle yapsın diye terk eder. Ne zaman ki siyasi iktidar burjuvazinin kendi alanı olarak gördüğü yere müdahale etmeye çalışır, o zaman çatışırlar.

ÖNCEKİ HABER

15. Gençlik Yaz Kampı Antalya buluşması sona erdi

SONRAKİ HABER

Rheinmetall Türkiye’de tank yapımı sorununu nasıl çözdü?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...