19 Temmuz 2012 13:01

Özgür ve özerk sanat için mücadele sürüyor

SUNU: Anayasa Uzlaşma Komisyonu yeni anayasa taslağını hazırlamaya devam ediyor. Siyasi partilerden demokratik kitle örgütlerine kadar birçok kurum ve kuruluş, kendi öneri ve görüşlerini komisyona sunmayı sürdürüyor.Son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri de hükümetin kültür sanat kurumlarına yakla

Özgür ve özerk sanat için mücadele sürüyor
Paylaş
İsmail Afacan

SUNU: Anayasa Uzlaşma Komisyonu yeni anayasa taslağını hazırlamaya devam ediyor. Siyasi partilerden demokratik kitle örgütlerine kadar birçok kurum ve kuruluş, kendi öneri ve görüşlerini komisyona sunmayı sürdürüyor.
Son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri de hükümetin kültür sanat kurumlarına yaklaşımı olmasına rağmen kültür sanat emekçilerinin, sendikalarının ve meslek birliklerinin talepleri yeni Anayasa hazırlık çalışmalarına pek yansımış durumda değil.
Başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Sinema Genel Müdürü Mesut Cem Erkul yaptıkları açıklamalarda ve verdikleri röportajlarda hükümetin kültür sanat alana dair düşüncelerini ortaya koymuşlardı.
Yeni Anayasa taslağı hazırlanırken Devlet Tiyatrolarındaki belirsizlik, Şehir Tiyatrolarındaki yönetmelik değişikliği, kültür ve tabiat varlıklarının AVM’lere dönüştürülmeye çalışılması, setlerde oyuncuların ve teknik ekibin iş güvencesiz çalışması, düşünce ve ifade özgürlüğü alanındaki kısıtlamalar, basım yayın alanında yaşanan sansür tartışma konusu olmayı sürdürüyor.
Biz de dosya kapsamında, kültür ve sanat emekçilerinin, oyuncuların, yazarların, sendikaların, yayıncıların, meslek örgütlerinin yeni anayasadan neler talep ettiklerini ve devletin kültür sanat alanına bakışının nasıl olması gerektiğini konuştuk.


9 Ağustos 2011’de Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Radikal gazetesinde yayınlanan röportajında, hükümetin kültür sanat alanına dair düşüncelerini ifade etmiş ve devletin operası, balesi ve tiyatrosu olamayacağını söylemiş; sanat kurumlarını sermaye gruplarının daha iyi yöneteceğini belirtmişti. İlkbaharla birlikte Şehir Tiyatrolarının yönetmeliğinin değiştirilmesi tiyatrocuları harekete geçirdi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, kültür ve sanatın ticarileşmesine ve muhafazakarlaştırılmasına sessiz kalmayan oyunculara, tiyatroculara ‘Yarım porsiyon aydın’, ‘despot’, ‘kibirli’ ve ‘Elinde viski bardaklarıyla dolaşan insanlar’ diyerek hakarete varan eleştirilerde bulunması yaşanan süreci daha da kızıştırdı.
Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat-Sen) Genel Başkanı Yavuz Demirkaya’yla son bir yıl içinde gündemden düşmeyen birçok konuyu ve yeni anayasada kültür ve sanat kurumlarının nasıl düzenlenmesi gerektiğini konuştuk.

Mevcut Anayasanın kültür sanat alanına yaklaşımı sizce yeterli mi?
Anayasanın “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlıklı 3. bölümünün 64. maddesi “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır” demektedir. Ancak ne yazık ki sanat eğitimi konusunda ve Devletin 1949’da kurulmuş sanat kurumları için net ibareler taşımadığı için burada belirtilen “koruma”, “destek” ve “tedbir” söyleminin, şu anda sanat kurumları hakkında hükümetin tasarruflarına baktığımızda yeterli olmadığı anlaşılıyor. Mevcut anayasada, Kültür mirası ve çevreyle ilgili koruyucu net ibareler bulunmadığı gibi, özelleştirme maddesinin varlığı başlı başına bir tehdit olarak duruyor.

BAKANLIĞIN TARAFIMIZA BİR ÇAĞRISI OLMADI

Yeni Anayasada hazırlık sürecine kültür sanat alanına dair bakanlığın sizlere bir çağrısı oldu mu?
Anayasa komisyonu, Vatikan büyük elçiliğinden kimi fan kulüplere kadar çağrıda bulunurken ve hatta çocukların bile sözüm ona fikrini alırken, yeni Anayasayla ilgili Bakanlıktan tarafımıza herhangi bir çağrı olmadığı gibi, bu konuyla ilgili görüş de istenmedi.

Kültür Bakanlığının sendikalara ve meslek birliklerine yaklaşımı nasıl?
Yeni Anayasayla ilgili herhangi bir çağrısı olmaması, konuyla ilgili herhangi bir bilgi paylaşımı ya da görüş istenmemesi Bakanlığın gündeminde böyle bir yaklaşım olmadığını gösteriyor.

Sonbaharla birlikte yeni anayasa hazırlıkları hız kazanacak. Bu sürece dair çalışmalarınız var mı?
Sendikamızın kültür sanat ve turizm alanında mevzuat, kültür sanat ve turizm emekçilerinin mali ve özlük hakları konusunda birçok farklı çalışması ve müdahalesi oldu. Son olarak toplusözleşmede bu konuların büyük çoğunluğu masaya getirildi. Yeni anayasaya ilişkin çalışmaların KESK ve KESK’e bağlı diğer sendikalarla birlikte bütünlüklü olarak yürütülmesi gerekiyor. Kültür Sanat-Sen olarak biz elbette demokratik ve özgürlükçü, halktan yana bir anayasa hazırlanması konusundaki ısrarımızdan vazgeçmeyeceğiz ve taleplerimizi bu süreçte ayrıntılı olarak kamuoyu ile de paylaşacağız.

Devlet Tiyatrolarının özelleştirilmesi gündemden düşmeyen bir tartışma, siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tiyatroların özelleştirmesini savunanlar, memur-sanatçıların yetim hakkı yediğine, sanat kurumlarının arpalık olduğuna, kimseye danışmadan repertuvar seçtiklerine kadar saçma gerekçeler sunuyorlar. Bütün bu nedenlerle tiyatroların mutlaka değişmesi gerektiği, piyasaya açılıp Avrupa modellerine geçilmesi gerektiği ve benzeri pek çok argüman ortaya atıldı.
Bu söylemin can damarı “memur-sanatçı” ifadesi. Bu şekilde 4-a’lı memurlar da aşağılamanın bir parçası haline getirilmiştir. Oysa Devlet Koro ve Topluluklarında İdari sözleşmeli istihdamı dışında, sanatçı olarak görev yapanları önce geçici DÖSİMM işçisi, ardından 4-b’li en sonunda da 4-a’lı yani memur yapan yine bu hükümet. Kendi eliyle sanatçıları istihdamda 4-a’lı memur yapanlar hangi hakla “Memur sanatçı olmaz” diyerek sanatçıları ve onların emeğini aşağılıyorlar?
“Memur sanatçı” olumsuzlaması, sanatçı ve sahne emekçilerinin meslekleriyle ilgili gerçekleri çarpıtmak ve itibarsızlaştırmak için kullanılmaktadır.

Bu durumun sorumlusu olarak devlet memuru konumunda olan sanatçılar sorumlu gösteriliyor?
Evet, sanat kurumlarının mevcut mevzuat ve işleyiş eksikliklerinin sorumlusu olarak sanatçı ve sahne emekçilerini gösteriyorlar. Oysa sanatçı ve sahne emekçileri söz yetki ve karar sahibi değil. Bu konuda yetki ve sorumluluk, geliştirme yerine kapatma ya da özelleştirme söylemini kullanan Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili kurumlara ait.
Yine derin bir çelişki olarak, hükümet tarafından trilyonlar harcanan ve sonuçsuz kalan ya da TOKİ gibi ölümcül sonuçları olabilen projelerde yitirilen ve halkın cebinden çıkan paralardan hiç söz edilmez iken, doğası gereği binlerce çalışanı olan, birçok ilde sahnesi olan, Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesinin kıtı kıtına yeten minyatür bütçeleri gereksiz israf ilan ediliyor.
Bu konudaki en tuhaf çelişki ise, mevcut sanat kurumlarına alternatif olarak Avrupa modellerini öne sürmektir. Düşünün, işçilerin elinden kıdem tazminatını alan, sendikalara grev yasağı koyan bir hükümet, nasıl olacak da sendika aracılığıyla işe giren, sözleşme yapan ve iş bulamadığında işsizlik maaşı alan Avrupalı Sanatçı modelini uygulayacak?
Özelleştirme söylemi yerini “özel, özerk ve özgür” söylemine bırakmış durumdadır; ancak “özel” ile “özerk” sözcüklerinin bir arada kullanılması bile söylemin hâlâ tutarsız olduğunu göstermektedir.

Nasıl bir DT istiyorsunuz?
Sendikamızın nasıl bir DT istediği açıktır; 5441 değişik 1310 sayılı yasanın 19. maddesi gereği çalışma esaslarını mali ve sosyal haklarını düzenleyen TÜZÜK çıkarılmalı, idari sözleşmeli (kadro karşılığı sözleşmeli) istihdamı devam etmeli, hizmet sözleşmesi uygulamasına son verilmeli, mevcut yevmiyeli çalışan sahne emekçileri kadroya alınmalı, hizmet içi eğitim olarak, workshop eğitimleri düzenlenmeli, tiyatro ekollerinin ustalarıyla çalışılmalı, sanatçı ve sahne emekçilerine her türlü burs olanağı sağlanarak, yaratıcılıkları değerlendirilmelidir. Bu noktada bir konuyu vurgulamak isteriz; Kuralları belirleyen sağlam bir mevzuatla, sürekli yetişmiş sanatçı ve teknik personel istihdamıyla çalışmak dezavantaj değil avantajdır. Bütün bu düzenlemeler yeni yasayı gerektirmeyen, iç düzenlemeler ve iyi yönetimle uygulanabilir iyileşme ve geliştirmelerdir.

Başbakanın DT’leri özelleştireceğiz açıklamalarından sonra Kültür Sanat Sen ve meslek birliklerinin sessiz kaldığı iddia edildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Özelleştirme konusunda ilk açıklama sırasında sendikamız yetkili sendika olarak Toplusözleşme masasındaydı. Ortada çok tuhaf bir durum vardı; bizler Toplusözleşmede sanatçı ve sahne emekçilerinin gece 24’ten sonra da, bazı kurumlarda sabaha kadar çalıştırıldıklarını kabul ettirip, 5 kat fazla mesai ücreti hakkı kazanırken, dışarıda sanatçı ve sahne emekçilerinin “Tüyü bitmemiş yetim hakkı yiyen, çalışmayan, elit” insanlar oldukları konusunda bir propaganda yürütülüyordu.
Sendikamız özelleştirme söylemi ortaya atıldıktan hemen sonra, araştırmaya girişip, araştırmasının sonucunda da sosyal devlet ilkesiyle kurulan kurumların özelleştirme kapsamına girmediğini ortaya koymuştur. Sonrasında gelen her aşamada ise, bu kadar spekülasyona açık bir konuda, tehlikeli manevraların bir parçası olmama titizliğiyle hareket etmiş, tiyatro meslek örgütlerini komisyon çalışmasına davet etmiş, ilgili genel müdürlüklerle görüşmeler yapmış, Kültür ve Turizm Bakanı ile konuyu görüşmüş, görüş verme isteğini belirtmiş ve Bakanlık tarafından sürdürülen yapısal değişiklik tasarısını talep etmiştir. Tehlikeli manevraların bir parçası olmama konusundaki titizliğimizin haklılığı ortaya çıktı. Tartışmanın hedefi haline gelen DT emekçileri ile birlik ve dayanışmanın sağlanması ve farkındalık için birçok ilde toplantılar yaptık. Tiyatro emekçilerinin kaygıları, sorunları ve çözüm önerilerini ortaya çıkarıp, sonrasında uzun soluklu bir araştırma ve çalışma düzeyine gelindi.
(İstanbul/EVRENSEL)


SANATI, PİYASA İLİŞKİLERİNE ÇEKMEYE ÇALIŞIYORLAR

Hükümetin kültür sanat programı muhafazakar ve ticari bir özellik taşıyor. Siz nasıl bir kültür sanat istiyorsunuz?
Sendikamız, evrensel miras olan kültür ve sanatı korumak ve geliştirmek devletin asli görevi olduğu fikrinden yola çıkarak, sadece mevcut hükümetin bakış açısını eleştirmekle yetinmemek, hükümetin bu alandaki piyasacı ve dayatmacı anlayışına karşı mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyor.
Doğrudur, hükümet ne kültür, ne de sanat yapmaz. Ancak olanı korur, yaygınlaştırılması ve sorumluluk bilinci için kural koyar ve topluma ait evrensel mirasları maddi kazanç kalemi olarak görmemesi gerekir. Ancak neredeyse yaşamın bütün alanlarını metalaştıran AKP hükümeti, kültür ve sanatı da aynı zihniyetle piyasa ilişkileri içine çekmeye çalışıyor; kültür ve sanat üzerinden kâr-zarar hesabı yapıyor.
Devlet, insan odaklı bir yaklaşımla, emek ve meslek örgütlerinin düşünce ve çalışmalarını dikkate almalı, kültür ve sanat emekçilerini itibarsızlaştırmaya yönelik saldırılardan vazgeçmeli. Kültür Sanat-Sen, evrensel kültürel mirasımıza sahip çıkma mücadelesi ile özgür ve özerk sanat talebinin gerçek anlamda yaşam bulması için üzerine düşen sorumlulukları yerine getirerek mücadeleyi sürdürecek. 


YASANIN UYGULANMASINI İSTEYENLER BAKANLIK TARAFINDAN SUÇLANIYOR

Emek sineması, AKM ve Türkiye’nin birçok ilindeki tarihi yapılar yıkılarak AVM’lere dönüştürülüyor. Bu yapıların korunması için neler yapılmalı?
Gerek Emek Sineması, gerek taksim AKM Binası tarihi öneme sahip binalar. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu bu ve buna benzer binaları koruyan bir yasa. Ancak yapılan projelerde, tadilatlarda, bina içerisinde ya da çevresinde ticari amaçla kısacası rant kazanımına hizmet eden düzenlemeler yapılabiliyor. Buna karşı yasal yollara, mahkemelere başvurarak yasanın gereğinin yapılması tarafımızca talep edildi. Ancak son yıllarda hükümet tarafından yapılan düzenlemeler, tabiat varlıklarının geri dönüşsüz tahribatına, Türkiye’nin her yerinde, doğal hayatı tehdit eden hidroelektrik santrallerin işgaline neden oluyor. Tüm bunların korunması, öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığının görevi iken, İstanbul AKM konusu başta olmak üzere, yasaya uygun olmayan işi yapanlar değil, yasanın gereğinin yapılmasını isteyen başta biz olmak üzere davayı açanlar Bakanlık tarafından suçlanıyor. Bu nedenle kanun gereği buraların korunması her ne kadar Bakanlığın görevi olsa da, öyle görünüyor ki; sendikamız, alanımızdaki meslek örgütleri ve diğer demokratik kitle örgütleri ile ortak tutum alarak mücadeleyi ve Bakanlığı uyarmayı sürdüreceğiz.


MEVZUATTA MÜDÜRLÜKLERİN BÖYLE BİR YETKİSİ YOK

Ne kadar özür dilense de kütüphanelere dergiler müstehcen olduğu gerekçesiyle alınmıyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ne yazık ki, ülkede estirilen muhafazakar sanat ve kültür propagandaları mahalle baskısı olarak okuma alışkanlığı, ifade özgürlüğü, kitap kültürü, halkın eğitimi konularında yegane öneme sahip kütüphaneleri de etkisi altına almaya çalışıyor. Kütüphanelere alınan görsel, işitsel yayınların mahalle baskısıyla, üç ya da beş ebeveynin ahlaki kriterlerine göre belirlenmeyeceğini bilmek için aydın olmak gerekmez.                                                                                                                                     
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğünce alınan bu yayınlar herhangi bir toplatma ve yasaklama(!) kararı olmaksızın bir müdürlüğün yetkisini kullanmasıyla raflardan kaldırılamaz ya da satın alma yoluyla bir daha kütüphaneye gönderilmesin denilemez. Kaldı ki, müdürlüklerin mevzuatta böyle bir yetkisi mevcut değil. Bakanlığın bu konuda gerekli soruşturmaları yapıp olayın sonucundan kamuoyunu bilgilendirmesi gerekiyor.

Yarın: Oyuncular Sendikası Genel Başkanı Mehmet Ali Alabora: “İş yasasını sinemacaya çevireceğiz”

ÖNCEKİ HABER

Öcalan ile görüşmeye 'hava muhalefeti' engeli!

SONRAKİ HABER

Aliağa'da son iş cinayeti öfkeleri kabarttı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...