26 Temmuz 2017 23:31

10 Ekim avukatlarından Karakoç: Büyük resim netleşiyor

10 Ekim Ankara Katliamı davası avukatlarından Özcan Karakoç, Evrensel'e konuştu; 'Kamu görevlilerinin sorumluluğuna dair büyük resim netleşiyor'

Paylaş

Eda YILDIRIM
İstanbul 

10 Ekim Katliamı davası da IŞİD’in diğer katliamlarında olduğu gibi “kamusal sorumluluğun” yargılamaya dahil edilmediği bir dosya... Bu duruma itiraz eden mağdur aileler ve avukatları, hem soruşturma süreci hem de davanın görülen dört duruşması boyunca, yargılamaya katliamda sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin de dahil edilmesini istediler. 

Katliamı aydınlatılabilmenin ve benzer olayların önünü alabilmenin ancak bu şekilde mümkün olabileceğini vurgulayan mağdur avukatlarından Özcan Karakoç, sorularımızı yanıtladı. “Bu dosyalardaki isimler 2010’lu yıllardan beri bilinen, takip edilen, haklarında soruşturma sürdürülen kişiler. Ama nedense gizli bir el bunları korumuş. Bunlar hakkında ağır cezalara çarptırılmadan bir şekilde tahliye edilmelerini sağlamış. Arabasında silah yakalatan bile takibe alınmamış. Dolayısıyla kamusal sorumluluk bakımından daha büyük bir resmi görmek gerekiyor” diyen Karakoç’a göre, eklenen her yeni dosyayla, kamu görevlilerinin 10 Ekim Katliamı’ndaki sorumluluğuna ilişkin büyük resim netleşiyor. 

Özcan Karakoç,

KAMUSAL SORUMLULUĞUN ÜÇ SÜRECİ VAR

10 Ekim Katliamı davasının dört duruşması geride kaldı. Siz bütün bu süreçte, yargılamanın kamu görevlileri yönünden genişletilmesi talebinde bulundunuz. ‘Kamusal sorumluluk’ derken ne kastediyorsunuz. Kimdir bu kamu görevlileri?

Kamu görevlilerinin sorumluluğu açısından aslında üç farklı süreç öngörmek mümkün. Bir; 10 Ekim Katliamı öncesindeki kamusal sorumluluk... Oradaki kamusal sorumluluk esasında siyasetin bir eleştirisini getiriyor. Çünkü uzunca bir dönemdir Türkiye-Suriye sınırı açıldı. IŞİD militanları kendi beyanlarında çok açık ifade ediyorlar. İstedikleri gibi Suriye’ye gidip geliyorlar. Sadece kaçak yollardan değil, İHH gibi devletin tanıdığı veya desteklediği kimi kurumlar aracılığıyla da gittiklerini söylüyorlar. Bu açıdan bir siyasi eleştiri yapmak lazım. Güvenli bir Suriye-Türkiye sınırı yok. 10 Ekim öncesindeki kamu sorumluluğu pek çok IŞİD davasında görüldü, o dosyalar geliyor. Ve tek tek gelen bütün dosyalara baktığımızda üzerinde dijital materyaller çıkmış, infaz görüntüleri olan IŞİD sanıklarının, arabasında silah yakalatmış IŞİD militanlarının bile 6 ay sonra tahliye edildiğini, hatta beraat ettiğini gördük. 

Yani bir müsamaha mı söz konusu?

Yani şimdiye kadarki süreçte IŞİD davalarına bir müsamaha var. Anayasal düzeni yıkmaya yönelik bir silahlı terör örgütü gibi değil de biraz daha siyasetin himayesinde, işte “Bizim uslu durmayan çocuklar” söylemiyle korunan bir örgüt aslında IŞİD. Bunların gidip geldiği tüm dernekler bilinmesine rağmen derneklerle ilgili hiçbir işlem yapılmamış. Gittikleri vakıflar var; bu vakıflarla ilgili hiçbir işlem yapılmamış. Bunlar daha önce defalarca gözaltına alınmış serbest bırakılmış ya da yargılanmış ama tutuklu kalmamış. Arabasında silah yakalatanlar bile teknik takibe alınmamış. Burada sorumluluk var mı? Elbette var. 

Çünkü zamanında IŞİD’le ilgili ciddi bir soruşturma sürdürülseydi ve ciddi bir tedbir alınsaydı bu katliamlar engellenebilecekti. Dolayısıyla bizim kamu sorumluluğu dediğimiz husus, sadece 10 Ekim Katliamı’nı organize eden Antep hücresi değil, o Antep çekirdek hücresini besleyen, büyütenler; yıllar içinde bu çekirdek yapılar çoğalırken ve serpilirken buna göz yumanlar ya da göz yummanın ötesinde destek sunanlar, ya da destek sunmanın ötesinde bu katliamı teşvik edenler, yönlendirenler... Asıl sorumluluk burada. Bu bağlamda baktığımız zaman ilk olarak Gaziantep Emniyetini ve valiliğini sorgulamak gerekir tabii ki. Ancak bu siyasi sonucu öngören veya izin veren İçişleri Bakanlığının da sorumlu olduğunu söylemek mümkün. Ama her halükarda bu siyaseti bir siyasi gelenek haline getiren süreçte yer alan tüm politikacıların sorumlu olduğunu söylemek mümkün.

İkinci süreç katliam gününü kapsıyor sanırım. Kamu görevlilerinin 10 Ekim gününe dair sorumluluğu nedir? 

10 Ekim mitingi resmi bildirimde bulunulmuş bir miting olmasına rağmen, Ankara Valiliği ve Ankara Emniyetinin haberi olmasına rağmen, miting alanında gerekli güvenlik önlemlerinin alınmamış olması... Antep’ten yola çıkan iki aracın peş peşe Ankara’ya kadar gelebilmeleri... Bir kısım sanık hakkında daha önce çok sayıda gözaltına alınma kayıtları var; bunların takip edilmesi gerekirdi. Buna rağmen canlı bombalar kalkıp gelebiliyorsa ve miting alanında bir güvenlik önlemi yoksa, bir kamu sorumluluğu mutlaka vardır. 
Kamu sorumluluğunun başında Ankara Valiliğinin olması gerekir teknik olarak. Yine terörle mücadele daire başkanı olması gerekir. Ve bakarsanız MİT’in olması gerekir ama katliamın hemen ardından kitlenin üzerine akrep süren, biber gazı atan, yaralılara ve ölülere yardım etmeye çalışan ailelere fiziken saldıran polisler var. Bunların da mutlaka sorumluluğu var. Katliamın üzerinden uzunca bir süre geçmesine rağmen gelmeyen ya da bekletilen ambulanslar var. Miting alanına girip de yaralı veya ölü almayan ambulanslar da var. Herhalde bunların da sorumluluğundan bahsetmek gerekiyor. 
Son olarak 10 Ekim Katliamı sonrası bir kamusal sorumluluk var mıdır? Bu çok gözden kaçan bir husus. Ama onun da peşine düşmek gerekir. 

“Katliam sonrası kamusal sorumluluk” ifadenizi açar mısınız?   

Bu katliamda yitirilen birçok canın cenaze törenine saldırı yapıldı emniyet tarafından. Yine pek çok insanın cenazesi kaldırılırken gözaltılar yaşandı. 10 Ekim Katliamı’nda eşini, çocuğunu, ailesinden bireyleri kaybeden insanların bir kısmı “basit sosyal paylaşım” nedeniyle tutuklandılar. 

VALİLİK ONAYI HANDİKAPI

Peki, kamu görevlilerinin yargılanması konusunda bir aşama kaydedildi mi? 

Savcılık tarafından yürütülen soruşturmada Valilik, 10 Ekim gününe dair kamusal sorumluluğu olanlar hakkında soruşturma izni vermemişti. Ancak dava sürecinde mağdur ailelerin beyanları, ayrıca bizim hazırlayıp dava dosyasına sunduğumuz 10 Ekim gününe dair görüntüler yeni delil olarak vasıflandırıldı ve mahkemece suç ihbarında bulunuldu. Yargılanmaları için tekrar bir soruşturma süreci başlatıldı. 
İyi olan, 10 Ekim Katliamı’ndaki kamusal ihmal ve sorumluluğun savcılık tarafından tekrar araştırılması, tekrar yeni delillerin değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi. Ama kötü tarafından bakarsanız, savcılığın gerçekleştirdiği incelemenin sonucu yine valiliğin onayına bağlı. Eğer Valilik yine soruşturma izni vermezse, buna karşı ceza yargılaması bakımından dava açmamız gerekecek. Ama bu süreç ne kadar kaçınılırsa kaçınılsın kamusal sorumluluğun da bulunduğunu gösteren bir süreç oluyor. 10 Ekim öncesi kamusal sorumluluk açısından da bizim dava dosyamız derya deniz. Ve sanıklarla ilgili Antep’teki dosyaların celbine başladık. Her gelen dosyada resim biraz daha netleşiyor. 

GİZLİ BİR EL KORUMUŞ

Bu büyük resim nedir?

Bu dosyalardaki isimler 2010’lu yıllardan beri yani  IŞİD’in Türkiye ayağıyla birlikte aslında bilinen, takip edilen, haklarında soruşturma sürdürülen kişiler. Kimilerinin görüntüleri var. Ama nedense gizli bir el bunları korumuş. Ağır cezalara çarptırılmadan bir şekilde tahliye edilmelerini sağlamış. Dolayısıyla kamusal sorumluluk bakımından daha büyük bir resmi görmek gerekiyor. Sırf 10 Ekim öncesinde Yunus Durmaz’ın örgütlediği ve aslında 5 ya da 6 kişinin gerçekleştirdiği bir katliam değil çünkü. Çok daha büyük bir resmin figüranları bu isimler. Bunların bağıra bağıra yapacağım dediği ve esasında çoğu kesim tarafından bilinen, bilinmesi icap eden katliamların engellenmemiş olması... Bunun için de “o yüzlerce dava dosyası” dediğimiz dosyaların hepsinin birlikte çalışılıp büyük resmin çizilmesi gerekir ki biz de artık spesifik olarak diyebilelim ki, “Evet bu isim zamanında şu tedbiri almadı, bu isim bu tedbiri almadı.”  

SAVCI TELEFON KAYITLARINA BİLE BAKMAMIŞTI

Bildiğimiz kadarıyla katliamın ardından başlayan soruşturma süreci yaklaşık bir yıl sürdü. Oysa siz sürekli, dosyaya eklenen yeni belgelerden bahsediyorsunuz. Üstelik bahsettiğiniz dava veya soruşturma dosyaları, katliamdan önce de var olan dosyalar... 

Soruşturma aşamasında hakikaten bir şey yapılmamış. Yani savcıyla görüşmeye gidildiğinde savcı olayları çözdüğünü söylemişti. Çok çok basit bir örnek dosyada bulunan telefon kayıtları, HTS raporları bir CD içerisinde zımbalı halde duruyordu dava açıldığında. Yani savcı açıp o telefon kayıtlarında kim kiminle görüşmüş ona bile bakma tenezzülünü göstermemiş. Yani savcılık kendisine bildirilen ya da kendisinin belirlediği isimler hakkında dava açmış ve yükü mahkemeye atmış. Yaşadığımız temel sıkıntı bu. 

Mesela geçen duruşmada ‘Tavukçu Cuma’ lakaplı Cuma Dabanıyassı, tanık olarak dinlendi. Kendisinin 10 Ekim davasının tutuklu sanıklarından Esin Altıntuğ’un ifadesiyle gözaltına alındığını ve bu gözaltı sonrası hakkında IŞİD üyeliğinden açılan davada tutuklu kaldığını ve mahkumiyet aldığını söylemişti... Ancak bu kişinin adı 10 Ekim Katliamı dosyasında şüpheli hiç geçmedi...

Esin gözaltına alındıktan sonraki ifadesinde bunu çok açık ifade ediyor. “Evet kocam Halil İbrahim Durgun Suriye’ye kaçtı. Ben bunu ararken Tavukçu Cuma’ya yönlendirdiler. Tavukçu Cuma da zaten Suriye’ye insan götürür getirir. IŞİD üyesidir bu. Herkes bilir bunu...” O kadar net bir profil çizmiş, bulunduğu yeri çizmiş. Soruşturma savcısının bunu fark edip, “Tavukçu Cuma”yı yakalatması gerekirdi. Yani sanıkların beyanlarında geçen pek çok ismi savcı çağırmamış. Aslında şimdi tanık sıfatıyla çağrılan isimler şüpheliydi o dönem. Yani bu dosya büyük bir ciddiyetle soruşturulsaydı belki yüzlerce kişi olacaktı sanık sandalyesinde. 

YUNUS DURMAZ’IN NELER YAPTIĞINI MİT DE EMNİYET DE BİLİYORDU

Katliamı organize eden faillerden biri Antep’teki bir hücre evi baskını sırasında ‘kendisini patlattığı’ ileri sürülen Yunus Durmaz’dı. 10 Ekim Katliamı’ndan birkaç gün sonra Antep’te kaldığı Alyaz Sitesi sakinleri tarafından polise ihbar edildiği, buna rağmen yakalanamadığı ortaya çıkmıştı...

Yunus Durmaz değişik bir  karakter. 2010’lardan beri aslında MİT ve emniyetin bilgisi dahilinde olan bir isim. IŞİD öncesinde “el Kaide üyeliği”nden gözaltına alınmış yine Afganistan’da eğitim aldığına dair istihbari notlar var. Yurt dışına gidişleri var. İran’a gitmiş, İran’dan sınır dışı edilmiş. Esasında Yunus Durmaz kimsenin haberinin olmadığı bir isim değil. Ve Antep’te, Durmaz ailesinin IŞİD üyesi olduğu ve ailenin tüm bireylerinin Suriye’de IŞİD saflarında savaştığı bilinen bir şey. Bu MİT’in, emniyetin de bildiği bir şey. Buna rağmen Yunus Durmaz’ın rahatça dolaşabilmesi, pek çok  hücre evi kiralayabilmesi, pek çok deponun bulunmasını sağlaması, bomba yapımında kullanılan malzemeleri temin etmesi, yine bu dönemde kuyumcular vasıtasıyla Suriye üzerinden Antep’e para akışını sağlaması hadiselerin hiçbiri takip edilmemiş. Ama derseniz büyük bir miting alanına katliam hazırlığında olduğu aylar öncesinden istihbari olarak zaten MİT’te olan bir husus. Zaten buna dair gerekli tedbir ve önlem alınmadığı için bir kamusal sorumluluktan bahsediyoruz. Ama soruşturmalara bakarsanız hiçbir IŞİD soruşturmasında kamu sorumluluğu irdelenmiş ya da incelenmiş değil. Zaten senelerce böyle etkin bir soruşturma olmadığı ve kamu sorumluluğuna gidilmediği için de bugünlere gelindi. 

Bu söylediklerinizi destekleyen sanık ifadeleri var mı?

Var tabii. Sanıklardan Suphi Alpfidan tutuklandıktan sonra mahkemeye dilekçe verdi ve IŞİD terör örgütüyle ilgili Gaziantep Emniyetinden 3 polisle görüştüğünü, onlara çeşitli bilgiler verdiğini, buna rağmen katliamlar yaşandığını olduğunu söyledi. İşin ironik kısmı, çok önemli bir bilgiydi bu. Ama o isimleri emniyete bildirmemize rağmen hâla dinlenmiş değiller.

BU ‘X VE Y’LER KİM?

Sizin mağdur ailelerin avukatları olarak, katliamın aydınlatılması için üzerinde durduğunuz temel noktalar neler? 

Dört beş nokta saymak mümkün. IŞİD sanıkları çok açık demişler ki, hücre evlerine herkes giremez, depolara herkes giremez, izin verilenler girer. Buralar örgütün kendi mahrem alanları. Şimdi buralara giren 30 isim var. X ve Y diye kodlanmışlar. Ancak halen, bu X ve Y’lerin fotoğrafları netleştirilip sanıklara teşhis ettirilmiş değil. İlk duruşmada çapraz sorguda sanıklara fotoğrafları göstererek “Şu tarihte şu saatte şu depoya şu koliyi taşıyorsunuz. Kimle taşıyorsun?​” diye sormamıza rağmen, o isimleri korudular. Şimdi bu isimler eğer ki IŞİD militanıysa ciddi bir tehdit ülke için. Eğer istihbarat çalışanıysa bunların zaten açığa çıkması gerekir, çünkü katliamda kullanılan bombayı niye taşırsın, suça ortaksın. Ama bu isimler başka bir gücün ajanlarıysa, bunları da teşhis etmen gerekir. Diğer yandan IŞİD sanıklarının diğer dosyaları geldikçe büyük resim daha da netleşiyor. Hiçbir önlem alınmamış. Ama önlem emniyet değil başlı başına. Soruşturma savcıları hiçbir şey yapmamış. Bu isimler çıktıkları mahkemelerce 3 ay sonra tahliye edilmiş. Şimdi buradan bir kamusal sorumluluk çıkmaz mı?

Yine Suphi Alpfidan’ın konuştum dediği polislerin mahkeme huzurunda ifadeleri alınsın ki sanıklarla yüzleşsinler. Bu IŞİD sanığı neden Antep Emniyetini aradı ya da Antep Emniyeti neden bu IŞİD sanığını aradı. Aradılarsa kimlerle görüştüler, ne görüştüler. Şimdi bunlar irdelenmeden böyle yüzeysel bakarsanız, evet şu an 19 tutuklu sanık var. Evet, bu 19 kişi mutlaka ceza almalı. Ama bunlara açıktan destek olan, yardım eden, katkı sunan isimler neden yargılanmıyor? Bu isimlerin içinden emniyet müdürü de çıkabilir, valilik de çıkabilir, istihbarat teşkilatı da çıkabilir. Varsa bir sorumluluğu onların üstüne korkmadan yürümek gerekir ki bundan sonraki katliamlar engellensin. 

FİRARİ SANIKLAR ÖNEMLİ İSİMLER ZİKREDECEĞİ İÇİN Mİ ÖLÜYOR?

Firari sanıklara ilişkin durum nedir?

Gün geçmiyor ki yeni bir firari sanığın Suriye’de IŞİD saflarında savaşırken öldüğü haberi gelmesin! Orada da şöyle ironik bir durum var. Bizim davanın firari sanıklarının bir kısmı hemen her IŞİD davasının otomatik sanığı haline geldi. Yani sanki bir firari sanık listesi oluşturuldu ve IŞİD’in meydana getirdiği her katliam davasında “Evet bu isimler otomatik eklensin” çalışmasına girildi. Bir yandan da bu IŞİD militanlarının orada savaştığı cepheyi takip eden, ölüp ölmediği haberini alan MİT’in, kırmızı bültenle aranmasına rağmen, bu isimleri tutup getirmemesi ya da getirememesi var. Esasen getirilmek istense getirilir, ki bu süreçte bu sanıkların bir kısmının katliam sonrasında Suriye sınırından girip çıktığına dair tanık beyanları var diğer dosyalarda. Yani firari sanıklar yakalanamıyor mu yakalanmak mı istenmiyor? Bizim dosyadaki firari sanıkların birer birer ölüyor, öldürülüyor olması tesadüf mü? Yoksa o isimler, çok önemli başka isimleri zikredecek de mi ölüyorlar? 

Peki bu geçişlerin nasıl olduğuna dair deliller  mevcut mu?

Bir dönem IŞİD sanıkları şunu söyledi: “Orada kaçakçılar var. Her kaçakçıya 100 dolar verirsiniz, 300 dolar verirsiniz getirir götürür” dediler. Bir kısım IŞİD sanıkları nispeten daha dürüst davrandılar ve İHH ve başka vakıflarla gittiklerini söylediler. Ama Antep’te bir insan kaçakçılığı dava dosyasında Gaziantep Vali Yardımcısının şoförünün aslında insan kaçırıp getirdiği ortaya çıktı. Aynı dosyada tutuklu yargılanan  gümrük çalışanlarının, “Vali yardımcımız  rica eder kayıtları almadan sokarız. Zaten geri giderler” gibi beyanları var. Oraya baktığınız zaman Suriye’de yaşanan bir vahşetin nasıl ticarete dönüştüğü ortaya çıktı. Yani firari sanıklar bugün yakalanmak istense bugün yakalanır mı hiç şüphesiz yakalanır. Ama yakalanamıyor mı? Yakalamak mı istenmiyor? Yoksa bizim dava açısından önemli olan Yunus Durmaz’ın kendisini patlatması tırnak içerisinde tesadüf mü? Bizim dosyadaki firari sanıkların birer birer ölüyor olması öldürülüyor olması tesadüf mü? Yoksa o isimler, çok değerli belli isimleri zikredecek de mi ölüyorlar. 

Bu firariler, dosyanın kritik sanıkları mı peki?

O yüzden diğer dosyalar çok önemli diyorum. Mesela bizim davanın en önemli sanığı firari İlhami Balı gibi görünüyor. Ama bir başka dosyada İlhami Balı’ya çok küçük bir rol biçilmiş. Şimdi baktığımız zaman IŞİD sanıkları konusunda devletin bir bakış açısı yok aslında. Yani bir dosyada “Suriye emiri” olan isim bir başka dosyada sadece sınır sorumlusu olarak çizilmiş. Ancak bizim dosyamızda bu katliamı organize edenler; yazışmalarda onay aldığı isimler çok net. 

‘BASİT ROLÜ’ OLANLARIN YENİ DELİLLERLE  VASFI DEĞİŞİYOR

Geçtiğimiz celse davadaki bir kısım sanıkların sadece ‘örgüt üyeliği’ suçlamasıyla yargılanmasına itiraz etmiştiniz. Bu itirazınızın dayanaklarından biraz bahsedebilir misiniz?

Biz yargılama aşamasında şunu gördük birbirini tanımadığını söyleyen bir kısım IŞİD’linin birbiriyle çekilmiş fotoğrafları var. Birbirini tanımadıklarını söyleyen bir kısım IŞİD’li başka dosyalarda birlikte yargılanmış. Yine hakkında örgüt üyeliği iddiası olan sanıkların katliama yardım eden sıfatına geldiğini gördük. Yardım etmek yani; onu barındırmak, onu beslemek, onunla birlikte hareket etmek, onun fikir ve eylem birliğini savunmak, desteklemek, teşvik etmek aslında bu da katliam sorumluluğunu gerektirir. Bunun en somut örneği yine bizim dava sanıklarından; Mehmet Kadir Cebael. Antep Valisi “Uzaktan sniperla vurduk, yoksa kendisini patlatıyordu, sonradan patlattı” demişti. Ona ait otopsi raporları geldi. Bitişik atış mesafesinden vurulmuş, kafasından. Öyle ölmüş. Onun eşi katliam sorumluluğundan yargılanıyor şimdi. Oradaki savcının söylediği de budur. “Her ne kadar katliam sorumluluğu varsa da yardım eden sıfatıyla vardır” diye. Dolayısıyla tırnak içerisinde söylüyorum. Basit rolü olan her isim her yeni gelen belgeyle, yeni delillerle  doğrudan katliam sorumluluğu doğuyor. Bu insanların canlı bomba olmayacağının bir garantisi yok bu ülkede. 

ÖNCEKİ HABER

Alevi Kültür Dernekleri: Önceki müfredattan daha mezhepçi

SONRAKİ HABER

Trabzonspor Stadı: Su basıyor, UEFA kriterlerini taşımıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa