16 Temmuz 2012 15:45

Kamusal emeklilik sistemi tasfiye ediliyor

Sosyal güvenlik sistemleri sanayi devrimi sonrasında işçi sınıfının öncülüğünde yaygın olarak yürütülen sınıf mücadelelerinin en önemli ve en büyük kazanımlardan biri olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın son çeyreğinde Almanya’da ortaya çıkan ve işçi sınıfının en &o

Kamusal emeklilik sistemi tasfiye ediliyor
Paylaş
Erkan Aydoğanoğlu

Bugünden geriye doğru bakıldığında emeklilik sistemlerinin 150 yıla yakın bir geçmişi olduğu görülür. Ancak özellikle 20. yüzyılın ilk yarısındaki sosyalizm deneyimi ve sonrasında yaşanan gelişmelerin de etkisiyle, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında emeklilik sistemlerinin kamusal niteliği ön plana çıkmış, Avrupa’nın sosyalizme yönelmesini önlemek adına geliştirdiği ‘Sosyal devlet’ modelinin etkisiyle nüfusun önemli bir bölümünü kapsamıştır. Oldukça uzun olan bu süreçte yerleşen emeklilik sistemleri, ilk ortaya çıktığı andan itibaren çeşitli ülkelerde farklı şekillerde uygulanmış, refah devleti uygulamalarının krize girdiği 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren büyük ölçüde “piyasa ilişkileri dışında” olması dolayısıyla eleştirilmiş ve sürekli tartışma konusu yapılmıştır.

1980’li yıllarda başlayan ve o zamana kadar kamusal özellikleri ile ön plana çıkan kamu hizmeti alanlarında önce hızlı bir metalaşma süreci yaşanmış, arkasından yaygın özelleştirmeler gündeme gelmiştir. Kapitalizmin krizi, gerekçe göstererek yaşadığı dönüşüm sadece ekonomik-siyasal gelişmelerle sınırlı kalmamış, en temel kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi gündeme gelmiştir.

TÜRKİYE’DEKİ DURUM

Sosyal güvenlik sistemlerinin dönüşmeye başlaması ile birlikte emeklilik sistemleri de kendi içinde dönüşüm yaşamaya başlamıştır. Türkiye, söz konusu dönüşüm sürecinin dışında kalmamıştır. Dünya Bankası’nın 1994 yılında “Yaşlılık Krizinin Önlenmesi” başlıklı raporu yayınlanana kadar Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminde herhangi bir açık söz konusu değilken, ilginçtir raporun yayınlandığı yıldan itibaren sosyal güvenlik sistemi açık vermeye başlamıştır. Bunun üzerinde Dünya Bankası raporunda belirtilen gerekçeler üzerinden sosyal güvenlik sisteminin “yeniden yapılandırılması” tartışmaları başlamış ve ilk adımlar 1990’lı yılların sonundan itibaren atılmaya başlanmıştır.  

Türkiye’deki emeklilik yaşının Avrupa ülkelerine göre çok düşük olduğu öne sürülmüş ve ilk olarak 1999 yılında emeklilik yaşı kadınlarda 58, erkeklerde 60’a, prim ödeme gün sayısı ise 5.000’den 7.000’e yükseltilmiştir. Ancak bu düzenlemeler yeterli görülmemiş ve AKP’nin 2002 yılı sonunda iktidara gelmesi ile birlikte, sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesi için önemli adımlar atılmıştır.

1995 yılında Çalışma Bakanlığı tarafından hazırlanan “Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform” başlıklı raporda mevcut sosyal güvenlik sisteminin başarısız olduğu, yüksek açıkların kamu bütçesinde faiz harcamalarının büyümesine neden olduğundan söz edilmiştir. Ancak aynı raporda bu açıkların nedenlerine ve hükümetlerin özellikle işverenler lehine çıkardığı “prim affı” yasalarıyla sosyal güvenlik açıklarını nasıl büyüttüklerine hiç değinilmemiş olması dikkat çekicidir. Raporda sunulan çözümlerin, özellikle “mali açıdan sürdürülebilir” bir sistem öngörmesi, değişikliklerin işçi ve emekçilerin sırtından yapılacağının ilk öncü işaretlerini vermiştir. Rapor, emeklilik sisteminde yapılması gereken değişiklik önerilerinin gerekçelerini ise doğrudan Dünya Bankası raporlarını referans göstererek üç ana başlık altında sıralamıştır.

Bunlar;
*Nüfusun yaşlanması,
*Mevcut sistemin emeklileri yoksulluğa karşı koruyamaması,
*Finansman açığının ekonomik göstergeleri olumsuz etkilemesi,   

1990’lı yılların ortalarından itibaren dünyanın pek çok ülkesinde, yukarıda belirtilen ve mevcut sosyal güvenlik sistemlerinin “sürdürülebilirliğini” tehdit ettiği iddia edilen bu üç temel gerekçe üzerinden ciddi yapısal değişiklikler yapılmıştır. 1999 yılında sendikalar tarafından “mezarda emeklilik” olarak adlandırılan düzenleme ile bu alanda ciddi adımlar atılmış, ancak asıl değişiklikler 5510 Sayılı SSGSS yasası ve sonrasında yapılan değişiklikler ile hayata geçirilerek, sosyal güvenlik sisteminin kökten değiştirilmesi ve kamusal emeklilik sisteminin adım adım özelleştirilmesinin, doğrudan devlet desteği ile bireysel emeklilik uygulamalarının yaygınlaştırılması hızlanmıştır.

AKP Hükümeti’nin bugüne kadar sosyal güvenlik sisteminin geleceğine yönelik bütün girişimlerinin arka planına bakıldığında, Dünya Bankası’nın sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerine uygun bir yapısal değişimin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.

Türkiye’de geçmişte, devlet memurları, ücretli çalışanlar, tarım işlerinde ücretli çalışanlar, kendi hesabına çalışanlar ve tarımda kendi hesabına çalışanları kapsayan beş farklı emeklilik sistemi uygulanmıştır. Bu durum farklı statülerdeki çalışanların, sırf farklı emeklilik sistemine bağlı olmalarından kaynaklı olarak, emeklilik hakları bakımından farklı uygulamaların ortaya çıkmasına neden olmuş, dolayısıyla kimi eşitsizlikler ortaya çıkarmıştır.

Mevcut sosyal güvenlik sistemlerinin farklılığı sonucu ortaya çıkan eşitsizliğin giderilmesi iddiasıyla başlatılan “Sosyal Güvenlik Reformu”, Türkiye’deki beş farklı emeklilik sisteminin tek çatı altında birleştirilmesini hedeflemiştir. Bu şekilde Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur arasındaki ayrımların ortadan kalkacağı, tüm emeklilik sistemlerinde haklar ve yükümlülüklerin eşitleneceği iddia edilmiştir. İlk bakışta olumlu gibi görülen bu değişiklik, özellikle Emekli Sandığı kapsamında olan kamu emekçileri için ciddi hak kayıplarına neden olmuştur.

TÜRKİYE’DE DEĞİŞİM NASIL OLDU?

Yeni sistemde bütün emeklilik sistemlerindeki haklar ve yükümlülüklerin eşitleneceği iddia edilmesine karşın, bunun nasıl sağlanacağı cevaplanmamıştır. Yapılan bazı değişikliklerle prime esas kazanç, aylık bağlama için gerekli minimum yaş, prim gün sayısı, aylık bağlama oranı, sigorta yardımlarının türü ve kapsamı gibi konularda eşitlenme sağlanacağı ileri sürülmüş, ancak söz konusu “eşitlemenin” en alt düzeyde olacağından hiç bahsedilmemiştir.

Sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişikliklerin işçi ve emekçilerden yana adil bir eşitlenme olması için en yüksek ortak paydada eşitlenmenin sağlanması gerekirken, Türkiye’de sosyal güvenlik finansman açıklarının kapatılması hedefi nedeniyle söz konusu “eşitlenme” en düşük ortak paydada yapılmıştır.
Sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklikle Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ödenen emekli maaşı bağlama oranları kademeli olarak düşürülmüş ve bu şekilde sistemin açıklarının kapatılacağı iddia edilmiştir. Yapılan değişiklikler iddia edilen sonuçları vermemiş, sosyal güvenlik sistemi açıkları her yıl katlanarak artmayı sürdürmüştür.

Türkiye’de 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasasının yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 öncesinde SSK ve Bağ-Kur emeklileri çalışırken aldıkları son brüt ücretin yüzde 65’ini, Emekli Sandığı’na bağlı emekliler ise yüzde 75’ini almıştır.

Reform olarak iddia edilen düzenleme sonrasında 1 Ekim 2008 öncesinde çalışanlara kademeli, 1 Ekim 2008 sonrası çalışanlara ise doğrudan olmak üzere, tüm emeklilere çalışırken aldıkları maaşın sadece yüzde 50’sini ödeyen bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmuştur. Emeklilik yaşının kadınlarda ve erkeklerde 65’e çıkarılması ile birlikte düşündüğümüzde bütün bu değişikliklerin en önemli sonucu, kamusal emeklilik sisteminin adım adım tasfiye edilmesidir. Buna karşın, 56 yaşında “emekli olma” hayalini pazarlayan bireysel emeklilik sistemi bizzat devlet desteği ile oluşturularak, bu şekilde kamu emeklilik sistemini işlevsiz kılmıştır. Bu aşamadan sonra fon yönetimine dayalı bireysel emeklilik sistemlerini yaygınlaştırmak AKP hükümetinin temel hedefi olmuştur.


DÜNYA BANKASI: TEMEL AKTÖR

1990’lı yılların başından itibaren, dünyanın çeşitli ülkelerinde sosyal güvenlik sistemlerinin özelleştirilmesinde, sosyal güvenlik sistemlerinden yararlanan emekçilerin haklarının daraltılmasında en önemli rolü Dünya Bankası oynamıştır. Dünya Bankası’nın sosyal güvenlik sistemlerine, özellikle kamusal emeklilik uygulamalarına ilişkin “yeniden yapılandırma” politikalarının özünü, sosyal güvenlik sistemlerinin varlıklarını sürdürebilmeleri için temel yapısal değişikliklerin “kaçınılmaz” olduğu varsayımı oluşturmuştur.  
1990’ların başından günümüze kadar geçen süre içinde dünya genelinde gerek sosyal güvenlik sistemlerinin gerekse emeklilik sistemlerinin dönüşümünde Dünya Bankası’nın geliştirdiği stratejiler kilit role sahip olmuştur. Dünya Bankası’nın 1994 yılında yayınladığı “Yaşlılık Krizinin Önlenmesi” (Adverting the Old-Age Crisis) başlıklı rapor, dünya nüfusunun hızla yaşlanacağını tespit ederek, sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerinde buna uygun bir yeniden yapılanmanın hayata geçirilmesinin zorunlu olduğunu vurgulamıştır.
1994 Dünya Bankası raporu, sosyal güvenlik sistemlerinin yeniden yapılandırılması konusunda üçlü bir yapıyı önermiştir. Buna göre birinci aşamada, kamu kesimi tarafından sunulan, katılımın zorunlu tutulduğu dağıtım yöntemine göre finanse edilen kamusal emeklilik sistemi yer alacaktır. Birinci aşamanın önemi, yeniden dağıtıma odaklanması, bu şekilde bu alandaki özelleştirme uygulamalarının olumsuz sonuçlarını frenlemektir. İkinci aşama, özel sektör tarafından sunulan, katılımın zorunlu tutulduğu ve sermaye artırımı ile finanse edilen mesleki emeklilik sistemidir. Bu aşamada tasarruf düzeyinin arttırılması bunun sermaye piyasalarının gelişimine katkısı ön plana çıkarılmaktadır. Üçüncü aşamada ise ikinci aşamanın aynısı bir sistem geliştirilmesi öngörülmektedir. Bu aşamanın tek farkı, katılımın isteğe bağlı tutulacak olan bireysel emeklilik fon sisteminin oluşturulmasıdır.
Dünya Bankası’nın özellikle emeklilik sistemlerine yönelik olarak geliştirdiği her stratejinin dayandığı temel nokta, yaşlanan dünya nüfusu ile birlikte sistemlerin mali açıdan kesinlikle sürdürülemez olduğu tespitidir. Dünya Bankası’na göre sosyal güvenlik sistemleri değişmezse yaşlanan nüfusun yükünü ülke ekonomileri kaldıramayacak ve sosyal güvenlik açıklarından kaynaklı büyük bir kriz yaşanacaktır.
1980’lere kadar bir sorun olarak görülmeyen sosyal güvenlik sistemleri, fonlarının devlet tekelinde olması ve bu alanda yatırım yapan sigorta şirketleri açısından “haksız rekabet” yarattığı, bu nedenle de sosyal devlet uygulaması üzerindeki devlet tekelinin kaldırılması gerektiği gerekçesiyle hedefe konulmuştur. Bu iddia en belirgin şekilde, 1995 yılında imzalanan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ile gündeme getirilmiştir. GATS ile içinde Türkiye’nin de olduğu, anlaşmaya imza atan hükümetler, kamu hizmetleri üzerindeki kamu tekeline son verip, halkın ve emekçilerin yararlandıkları tüm kamu hizmetlerini “serbest rekabete” açacaklarını taahhüt etmişlerdir.
GATS anlaşmasına göre, diğer pek çok alanla birlikte, kamu hizmetleri içinde önemli bir yeri olan sosyal güvenlik sistemleri yeniden bölüşüm için kullanılmamalı, toplumsal değil bireysel sorumluluk esasına göre yapılandırılmalı, sosyal yardımlar tüm yoksulları hedef almalı ve sosyal riskler karşısında toplum tarafından asgari bir geçim düzeyini geçici olarak sağlamalıdır. Bunun yolu sosyal yardımın devlet tarafından karşılanması ve başta kamusal emeklilik sistemi olmak üzere, bunun dışında kalan sosyal güvenlik alanlarının büyük ölçüde özel sektöre devredilmesidir.

YARIN: Bireysel emeklilik sermaye lehine bir düzenlemedir

ÖNCEKİ HABER

Topbaş'tan cinayetin itirafı

SONRAKİ HABER

Van'da kadınlardan oturma eylemi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa