23 Temmuz 2017 23:40

Bülent Ortaçgil: Müziğimi harcatmadım kimseye

Sanatçı Bülent Ortaçgil, yazar Namık Kuyumcu ile geçekleştirdiği söyleşide müzik yaşamına dair önemli konuları paylaştı.

Paylaş

Sevda AYDIN
İzmir

Bülent Ortaçgil, Seferihisarlılarla şarkılarını paylaştı. Semt sakinlerinin yoğun ilgisinin olduğu konsere Ortaçgil, “Deniz Şarkıları” diye tarif ettiği şarkılarıyla başladı. Geçtiğimiz gün hayatını kaybeden Harun Kolçak’ı da konserinde anan sanatçı, Kolçak’ın Türkiye müzik dünyası içinde önemli bir yeri olduğunu söyledi. Sığacık Marina’da Seferihisar Belediyesi ve Teos Yazarevi’nin düzenlediği halk konserinde Erkan Oğur, Baki Duyarlar, Cem Aksel ve Erdal Akyol Ortaçgil’le beraber sahne aldı. 

Konserden bir gün sonra Ortaçgil, şair yazar Namık Kuyumcu’nun ‘müzik ve edebiyat’ üzerine sorularını yanıtladı. Sığacık’ta bulunan Teos Yazarevi’nde gerçekleşen söyleşide Ortaçgil müzik yaşamına dair önemli konuları paylaştı. Türkiye’de ana akım müziğin dışında kalan kent müziğini inatla sürdürdüğünü söyleyen Ortaçgil, son yıllarda şarkı yazamamasını ise “iştah kaybı” olarak nitelendirdi. 

Söyleşi ilk olarak İzmir’de yaşayan şair-yazar Namık Kuyumcu’nun Ortaçgil şarkılarının ortaya çıktığı 70’li dönemleri hatırlatmasıyla başladı. Sanatçı ilk şarkılarını yazdığı dönemi şöyle anlattı: “Benim yaptığım şarkıların dünyada örnekleri vardı ama Türkiye’de pek yoktu. Folklorik değil de daha evrensel çıkışlı bir yapısı olduğu için sahiplenildi. İlk albümüm Benimle Oynar mısın?’ı çok ucuz bir finansmanla yaptık. İsmail Cem zamanıydı ve TRT’de denetim sorunu olmadı. Ama bu albüm beni profesyonel müzisyen yapmadı doğal olarak. Çünkü ana akım dışında müzisyenliği sürdürebilmek imkansızdı. Şarkılarımın yerel sözleri olması, kent insanını anlatıyor olması Türkiye’de özgünlük olarak değerlendirildi. Ben kentte büyüdüm. Köyde yaşamış bir insan değilim, gerçi 50’sinden sonra köyde yaşıyorum ama… Kent kültürünü anlatarak kendimle de yabancılaşmamış oldum. 

Türkiye’de şöyle bir şey vardı; “Gidin yerel çıkışlı bir şeyler yapın” deniliyordu. Tamam yapalım da ben köylü değilim arkadaş, ne yapacağım? Benim yerel çıkışım İstanbul. 

Keçi gibi inatçılığım vardır benim, yaptığın şeyden vazgeçme diyordum kendime. Dolayısıyla Türkiye’de bana sorarsanız bu tür olaylarda ciddi bir istikrar eksikliği var. Bir şey yapılıyor sonra işler yolunda yürümediği zaman başka bir şey yapmaya başlanıyor. Bulunan koşullara göre yönelmeler oluyor filan. Ben öyle değişken bir adam değilim. O nedenle vazgeçmedim yaptığım şeyden. İnsanlara daha yerel, daha kolay anlaşılır şarkılar yapmaktansa yapmamayı tercih ettim. O zamanlar bunlar insanların da pek umurunda değildi ama şimdi bana, geçen 40 yıla baktıkları zaman çok büyük bir şeymiş gibi görüyorlar. Bana sorarsanız benim keçi inadımdan gelen bir şey. Mesleğim vardı, para kazanabileceğim başka bir mesleğim vardı ve müziğimi harcatmadım kimseye.”   

‘ÇEKİRDEK SANAT EVİ MÜZİKAL DENEYİMLERİN DE YOLUNU AÇTI’

Söyleşiye katılan insanlara Fikret Kızılok ile Ortaçgil’in birlikte çalıştıkları Çekirdek Sanat Evi’nden de bahseden Kuyumcu, bu çalışmanın o dönemin müzik atmosferindeki etkilerini aktardı. Ortaçgil de sözlerini Çekirdek Sanat Evi’nde yapılan çalışmaların müzikal deneyler yapmak isteyen dönemin gençlerinin yolunu açtığını belirterek sürdürdü: “Çekirdek Sanat Evi’ni kuran Fikret’tir. Ben sonradan katıldım. Çekirdek Sanat Evi’nin kuruluşunun ikinci yılında benden bir dinleti yapmamı istedi. O zamana kadar hiç tanışmamıştım Fikret ile. Bu tanışmadan sonra Çekirdek Sanat Evi’nin parçası haline geldim. O zamanlar az önce söz ettiğim gibi ana akım dışında, Sezen Aksu, Ajda Pekkan ve Anadolu pop şarkıları yapanlar dışındaki müzik denemelerinin uygulama alanı yoktu. Bu şarkıların dinleyeni az olduğu için alan bulamıyorlardı. Dolayısıyla Fikret’in böyle bir şeyi kurgulaması bütün ana akım dışındaki müzikal deneyimlerin de yolunu açmış oldu. Oradan mesela Mutlu Torun çıktı. Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü, Gündoğarken gibi gruplar da Çekirdek Sanat Evi’nde dinleti yaptılar. 

90’lara kadar devam etti bu sistem. Daha sonra telif yasası çıkınca Çekirdek Sanat Evi’nde yapılan bütün prodüksiyonların telifini almak gerekti. Bu da üstesinden gelebileceğimiz bir finans olmaktan çıktı. Bu işin yürümemesinin ana nedeni buydu. 

‘KENDİMİ BOŞLUKLA KONUŞUYORMUŞ GİBİ HİSSEDİYORUM’

Çok az şarkı yazabildiğini bildiğimiz Ortaçgil, son 3-5 yıldır hiçbir şey üretememesini ise “iştah kaybı” olarak nitelendirdi: “Türkiye’de iştahımı kaybettim ben. Kendimi boşlukla konuşuyormuş gibi hissediyorum son yıllarda. Bir de tabii herkesin üretiminin bir havuzu var, o havuzu kullandığımı hissediyorum. Ben zaten zor söz yazan adamım. Son albümüm Sen’i 2011’de yaptım. Bu albümün masa başı çalışmasını iki yıl da filan tamamlayabildim. Yazdığım her şeyi yeniden yeniden düzenliyorum, yaptığım şeyi beğenmiyorum. Önce kendime beğendireceğim ki sonra sizlere beğendireceğim. Yapmış olduğum ürünleri soldurtacak kötü ürünler koymak zorunda olmadığım için zorlama bir şarkı yapmayacağım.”

DYLAN’A NOBEL ÖDÜLÜ ABARTILI OLDU

SÖZ yazarlığı, müzik ve edebiyattan konu açılınca sohbet Bob Dylan’ın Nobel Edebiyat Ödülü almasına geldi. Ortaçgil, Bob Dylan’ın Nobel Edebiyat Ödülü almasından hoşlanmadığını şöyle açıkladı; “Çünkü Dylan bir edebiyatçı değil. Dünyadaki bütün edebiyatçılara biraz ayıp ettiler. Ama eğer bir şarkı yazarına Nobel verecek olsaydım ben Cohen’i tercih ederdim. Çünkü Cohen şairdir. Bütün şarkılarını incelerseniz içinde Bob Dylan’dan çok daha fazla şiir olduğunu görürsünüz. Bob Dylan aktivisttir, çok enteresan sözleri vardır doğru, şiirsel öğeleri de vardır o da doğru ama Nobel Edebiyat Ödülü bence birazcık abartılı oldu.”

‘TÜRKİYE’DE NAZIM HİKMET ŞİİRİKULLANILIYOR’

Müzik ve söz yazarlığı üzerine Ortaçgil, “Şarkının sözlerinin şiirsel öğeleri ve müzik dilinin olması gerekiyor. Benim bir tane şarkımın sözlerini atıp sadece müziğini dinlerseniz aynı tadı alacağınızı sanmıyorum. Şarkı ve sözünün birbirinden ayıramazsınız, ikisi beraber bir anlam ifade eder” dedi. 

Bestelenen şiirlere dair fikrini paylaşan Ortaçgil, çıkan şarkıları beğenmediğini söyledi: “İyi şiirin müziği içindedir aynı zamanda. Şair öyle yazıyor şiiri. Popüler dünyada bir sürü insan, Livaneli de dahil Nazım Hikmet şiiri besteleniyor. Nazım Hikmet’in şiirinin müziği bunlardan on kat daha güzel. Besteleyenler ya o şiirin müziğini de alıp ona göre bir beste yapacaklar ya da yapmayacaklar. Müzisyenler sözlerine tabii ki şiirsel öğeler kullanıyorlar, müziğin matematiğine göre bir kurgu yapıyorlar. Gençliğimde Atilla İlhan’ın bir şiirini besteledim, Çinli bir şairin şiirini besteledim. Yağmur adlı şarkım mesela bir İsveçli şairin şiiridir. Bunları yaptım ama hiçbir Nazım Hikmet şiirini alıp da bestelemedim, buna cüret bile etmedim açıkçası.

Şiir ve müzik ilişkisi üzerine düşündüğüm ve benim de işin içinden çıkamadığım hayatsal bir sorunum var aslında; doğru politika kötü müzik mi, güzel müzik kötü politika mı? Bunun içinden çıkamıyorum.”

GENİŞLEYEN, DÖNÜŞEN BİR EYLEM ALANI:TEOS YAZAR EVİ

Teos Yazar Evi Kültür Sanat Edebiyat Araştırma ve Uygulama Merkezi “Bir Başka Türlüsü Mümkün!” fikri ve duygusuyla Ocak 2017 tarihinden itibaren çalışmalarına başladı. Seferihisar Belediyesi’nin yer tahsisini yaptığı, Teos Yazar Evi, Simge Kültür Sanat Derneği’nin organizasyonlarına ev sahipliği yapıyor şu sıralar. Simge Kültür Sanat Derneği'nin üstlendiği faaliyetler önümüzdeki günlerde konserler, tiyatro gösterileri ve çeşitli edebiyat etkinlikleri ile devam edecek.

ÖNCEKİ HABER

SES 1 Ağustos’ta eylemlere başlıyor

SONRAKİ HABER

Köylüler çatışmanın gölgesinde yaşamak istemiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa