08 Temmuz 2017 01:00

Şiddetin kaynağı kapitalizmdir

Avrupa'nın gündeminde, G20 liderler zirvesi, dünyanın şiddet sorunu ve Britanya'nın ticaret için güvenliğini tehlikeye atması var.

Paylaş

Hamburg’daki G20 zirvesine karşı protestolar sürüyor. Alman ana akım medya protestocuların şiddet uyguladıkları, yakıp yıktıkları tartışmasıyla G20’de toplanan sermaye sözcülerini barıştan yana gösteren bir yayın yapıyor. TAZ’dan aldığımız yorumda şiddetin kaynağının kapitalizm olduğuna dikkat çekilerek; “şiddeti sorgulayacaksak savaşları, tutuklamaları ve mülteci ölümlerini de sorgulayalım” deniyor.

HÜKÜMETİN RADİKALLEŞME RAPORU KORKUSU

Bu hafta İngiltere’de Muhafazakar hükümet, diğer adıyla Toryler, ülkedeki aşırı İslamcı örgütlenmelerin finans kaynağını araştıran raporun yayınlanmasına engel çıkartıyorlar. İddiaya göre, rapor Suudi Arabistan’ı eleştirdiği için hükümet tarafından engelleniyor. The Guardian Yazarı Owen Jones, hükümetin bir an önce bu araştırma raporun önündeki engeli kaldırılması gerektiği çağrısı yapıyor, aksi taktirde İngiltere’de hükümeti kendi müttefikleriyle ilişkisini ülkedeki vatandaşın güvenliğinden üstün tutuyor.

FRANSA’DA KEMERLER DAHA DA SIKILACAK

Fransa’da ise yeni belirlenen hükümet gerçek anlamıyla artık bu hafta iş başına geçti. Pazartesi senatör ve milletvekillerini Versay Sarayında toplayan Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron daha fazla başkanlık sistemine kayan kurumsal değişiklikler yapacağını açıklamasından sonra ise ertesi gün de başbakanı Edouard Philippe, Mecliste, hükümeti için güven oyu istedi ve konuşmasında bir kez daha katı bir kemer sıkma politikalarını hayata geçireceğini ilan etti. Fransız Başbakan gelecek 5 yıl için hükümetinin en azından 60 milyarlık bir tasarruf paketini hayata geçireceğini açıkladı ve hiç gecikmeden buna derhal başlanacak.


ŞİDDET ÜZERİNE İKİ YÜZLÜ BİR TARTIŞMA SÜRDÜRÜLÜYOR

Emily LAQUER
TAZ

G20 zirvesine yönelik protestolara katılanların şiddet yanlısı oldukları üzerine iki yüzlü bir tartışma sürdürülüyor. Kimin şiddetten yana olduğu, kimin şiddet uyguladığını görmek için günlük haberlere göz atmak yeterli. Beyaz Saray’da oturan narsist beyaz adam, Afganistan’a bombaların anasını attığını gururla anlatıyor.

G20 üyesi ülkelerden Arjantin’de her gün bir kadın, erkekler tarafından öldürülüyor. G20 üyesi ülkelerden Meksika’da 27 bin insan kayıp. Dünyada G20 ülkelerinden en azından birinin yol açmadığı bir savaş yok. Küresel servet aklın almayacağı düzeye yükselmiş olmasına rağmen insanlar açlıktan ve evsizlikten donarak ölüyor. 

ŞİDDET SORUNU ÇARPITILIYOR

Dünya sayısız şiddet olaylarıyla sarsılıyor. Kapitalizm, şiddetin kaynağı... Bu yazı kaleme alındığında dünya üzerindeki şiddetin sayısız örnekleri yaşanmaktaydı. Ancak hedefimiz kamuoyuna yansıyan ve tartışılan şiddet olayları değil. Örneğin hiç kimse Angela Merkel’e diktatörler, savaş suçluları, ötekilere yönelik nefret tohumları ekenler ve Frontex gibi sınır koruma ajanslarının uyguladığı şiddetle arasına mesafe koyup koymadığını sormuyor. Ancak G20 ülkelerinin dünyadaki çılgınlıklarına karşı yapılan sözde şiddet içerikli protestolar konusunda sürekli hesap vermek zorundayız ve aramıza mesafe koyduğumuzu bildirmeliyiz. 

Şiddet sorunu çarpıtılıyor. Bazı önemli olaylar şiddet olarak algılanmıyor veya algılanmaması için çaba harcanıyor. 

KAPİTALİZMİN DOĞASI

Örneğin Avrupa’ya gelmek isterken Akdeniz’de boğularak ölen 5 bin mülteci, kapitalizmin yol açtığı şiddet olarak görülmüyor. Savaş kurbanlarından söz edildiğinde, savaşın kapitalizmin doğasından kaynaklandığı göz ardı ediliyor. Suudi Arabistan’daki idamlar, Afganistan ve diğer ülkelere geri gönderilen mültecilerin durumu şiddet olarak algılanmıyor. Bunların şiddet olarak niteleyip hesap sormaya kalkanlar konuyu saptırmakla suçlanıyor. G20 zirvesi sırasında Hamburg’un askerleştirilmesi, savaş helikopterlerinin Hamburg semalarında dolaşması, limandaki savaş gemileri, damlardaki keskin atıcılar, sokaklardaki Tomalar şiddet kapsamına girmiyor. 

Daha da fazlası: Polisin eylem yapanlara yönelik her azgın saldırısı sonrası resmi makamlar ya bir mazeret arıyor ya da aslında kurbanlar suçlu gösterilecek şekilde açıklamalar yapılıyor. Şiddetin nedeni ve boyutu değil de kimden kaynaklandığı ve kimin uyguladığı öne çıkarılıyor. Dayatılan ise, “ya biraz protestodan bir şey olmaz. önemli olan devlet ve yasaları tanıyıp tanımadığın“ düşüncesi. Kısacası sorulması gereken soru hangi tarafta olduğun? Devletin yani kapitalizmin mi yoksa halkın yani sömürülen ve şiddetin kurbanı olanın mı? Hayır ne sessiz kalmak  ne de egemenlere karşı bir şey yapamayacağı rahatlığına sığınan insanlardan olmalı. İlerlemenin motoru her zaman haksızlıklara karşı ne pahasına olursa olsun mücadele edenler olmuştur. 

TUTUKLANANLARIN VE BOĞULANLARIN TARAFI

Kim bana insanların haklarını sınırlandırarak gücümü arttırma yetkisi verebilir ki? Protestolarını ne şekilde gösterebileceklerini hangi hakla ben belirleyebilirim? Hamburg’da herhangi bir cam kırıldığında bunun hesabını kime vermek zorundayım? Türkiye’de tutuklanmış binlere mi, tıklım tıklım dolu bir lastik bota binen ve boğulan mülteci ailesine mi? Eğer illa bir taraf tutmak zorunda bırakılırsam, tarafım bellidir: Ben tutuklananların ve Akdeniz’de boğulanların yanındayım. Bu nedenle şiddetle ilgili sorulara şöyle cevap veriyorum: Hayır boyun eğmeyeceğim, hayır şiddetle arama mesafe koymayacağım, hayır protestomu onların çizdiği sınırlar içinde göstermeyi reddediyorum.     

Sol olarak çelişkili bir durumdayız, bir yandan şiddet ve baskının olmadığı bir dünya için mücadele ederken diğer yandan şiddetin egemen olduğu koşullarda, şiddeti de biçim olarak kabul eden  bir yol izlemek zorunda kalıyoruz. 

UMUT KAPİTALİZME KARŞI MÜCADELEDE 

Şiddetin egemen olduğu koşulların aşılması için kapitalizme karşı isyan edenler de dahil, halkın çoğunluğunu  yanımıza almak, kazanmak zorundayız. Ortak isyan deneyleri, ortak cesaret, kapitalizmin bize dayattığı bilince karşı kapitalizme karşı ortak mücadele bilinci olarak kayıtlara geçecektir.  

Hamburg’daki kitlesel itaatsizlik direnişimizin kolektifleştirilmesi konusunda sağlam bir bağ kurulmasını sağlayacaktır.     

G20 zirvesinde dünya halklarına sunulan herhangi bir umut yok. Umut şehirdeki protestolardan, isyandan, ayaklanmadan doğuyor. Bu umut, kapanış eyleminde binlerle, on binlerle bir araya gelip dünyaya mesajımızı verdiğimizde büyüyecek, herkesin umudu olacaktır. 
(Çeviren : Semra Çelik)


TORYLER BİZİ GÜVENDE TUTMAK YERİNE DESPOTLARLA YAKINLAŞTIRMAYI TERCİH EDİYOR

Owen JONES
Guardian

Bazı ülkeler aşırı ideolojiler “ihracat” ediyor ve onları Britanya’nın ulusal güvenliği için tehdit haline getiriyorlar. Krallıklarda ürettikleri ve yaydıkları nefret, bu yazıyı okuyan herkesin hayatını ve güvenliğini tehdit altında bırakıyor. Suudi Arabistan’dan, Kuveyt’e kadar hepsi Britanya hükümeti için önemli müttefik ve ortaklar. Toryler (iktidardaki Muhafazakar Parti kastediliyor) bu despot ve aşırı düşüncüleri ihracat edenlerle daha yakın ilişki kurmak için çaba harcıyorlar. Toryler, İngiltere’deki aşırı düşünceleri finans eden araştırma raporunu kimseye göstermiyorlar. Birkaç ayda, üç tane kanlı aşırı İslamcı saldırıdan sonra bu yaptıkları ülke çapında bir rezalet.

Yeşiller Milletvekili Caroline Lucas, bu raporun yayınlanmamasının, raporda Suudi Arabistan’ın eleştirildiği ve hükümetin Suudi dostlarını üzmek istemediği için olabilme yönünde soruları konusunda haklı. İngiltere halkı –peş peşe halkı hedefleyen katliamların ardından travma yaşamış– ve hükümetin ittifak içinde olduğu ülkelerin kendi hayatlarını riske atıp atmadığı konusunda bilgi edinme hakkına sahip. Bu raporun yayınlanmaması Muhafazakarların diplomatik ilişkilerini ve ekonomik çıkarlarını ülkenin ulusal güvenliğinden daha fazla önemsediği şüphesini körükleyecektir.

Hatta, geçen sene sızdırılan Alman istihbarat raporu, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar’ın aşırı İslamcı grupları desteklediğini söylüyordu. Rapor, bu tarz aşırı İslami görüşlerin beslenmesi ve yayılması için de vaaz veren yobazlar, camiiler ve okullar ağı oluşturduğunu söylüyordu. Birçok kişi de Katar’ı, Suriye’de aşırı İslamcı el Nusra’yı desteklemekle suçluyor. 2014’te sızdırılan bir ABD devlet raporu bu konuda netti: Katar ve Suudi Arabistan rejimleri “bölgede IŞİD ve başka radikal gruplara gizlice finansal ve lojistik destek sunuyor”. Suudiler kendileri de aşırı İslamcı ideolojiyi ihraç etmenin tamamen merkezi –ve uzun bir süredir Suudi Krallık cani gruplar için bir finans kaynağı olmuştur. 

Aşırı dinci grupların saldırıları sonucu, dünya’da binlerce insan hayatını kaybetti, ve mağdurların birçoğu Arap ülkelerindeki Müslümanlar oldu. İngiltere’de İslami terör gittikçe artıyor. Bunun sebebi bir taraftan Batı’nın Ortadoğu’da Irak’tan Libya’ya kadar felakete yol açan dış politikası, diğer yandan da Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin ihraç ettiği kafa kesen nefret ideolojisi. Hükümet bu raporu bir an once yayınlamalı. Eğer hemen yayınlamazsa, bu cani despotlarla olan ittifakına kendi halkının güvenliğinden daha fazla değer verdiği yönde haklı iddialar olacaktır. Ve bu hepimiz için bir skandal olmalı. 
(Çeviren: Çınar Altun)
 


EDOUARD PHILIPPE VE YALAN SÖYLEME BAĞIMLILIĞI

Aurelien SOUCHEYRE
Humanite

Kahrolasıca kamu harcamaları. Fransız olanaklarının çok üzerinde yaşıyorlar. Kamu borcu artık taşınamaz oldu ve sadece sosyal modelimizin parçalanması koşuluyla ödenebilinir. Ve saire... Salı günü, genel politikasını tanıtma konuşmasında (Başbakan) Edouard Philippe hiç de yumuşak konuşmadı: “Kamu harcamasında bir Fransız bağımlılığı var ve bu zehri temizlemek için önemli bir irade sergilemek gerekiyor”. Kuşkusuz Başbakan’ın konuşması bir önceki gün konuşan Cumhurbaşkanı’nın konuşmasına göre daha düzenliydi. Hatta bir önceki Başbakan Manuel Valls döneminin güven oyu konuşması kadar keskin ve kaba da değildi. Fakat her zamanki gibi aynı yalan üzerinde durdu dolaştı: Fransa’nın zenginliklerinin paylaşılması konusunda patolojik bir hastalığı varmış ve kemeri artık sert bir şekilde sıkmak gerekiyormuş. 

“Ekonomi basittir. İki kalemi vardır: Biri gelir, diğeri ise gider” diyordu eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, fakat bu mantığın gerekliliğini sonuna kadar yerine getirmemişti. Salı günü ise Edouard Philippe sadece bazı harcama kalemlerinden kaygı duyduğunu gösterdi; yılda uçup giden 80 milyarlık vergi kaçakçılığı hakkında tek kelime bile etmedi. “Yılda 42 milyar borç faizi ödemek zorunda olunduğundan” büyük kaygı duyduğunu belirtti fakat Avrupa Merkez Bankası’ndan yüzde 0 faizle borç alan aynı özel bankalardan borç almak yerine, onlar gibi sıfır faizle Avrupa Merkez Bankası’ndan borç almak aklından bile geçmiyor.  

BAŞBAKANIN GÖRMEZDEN GELDİKLERİ

Hükümetin şefi, kendisinin de belirttiği gibi “malı mülkü olmayanların hazinesi olan Sosyal Sigortanın” borcuna değindi fakat aslında bu borcun bilinçli örgütlendiğini görmezlikten geldi. Kamu hizmetinin ekonomik faydaları ve ne kadar topluma yararlı olduğuna da değinmediği gibi, bunların özelleştirilmesinin (tekeller için) ne kadar kârlı bir pazar olduğunu da görmezlikten geldi. Kimi yatırım karşısında vergi muafiyetlerini hedef aldığını belirtti ama vergi adaletinden hiç bahsetmedi. Daha da kötüsü, emeklilik maaşları üzerinden bir ödenti alınmasını savundu fakat diğer yandan servet vergisini de düşürmek istiyor. Anlaşılan ona göre yoksullar olanaklarının üzerinde yaşıyorlar. 

“Öncelik verdiğimiz alanların maliyetini karşılayabilmek ve devleti daha da yoksullaştırmak istemiyorsak, kimi misyonları seçmemiz, kimilerinden ise artık vazgeçmemiz; yapmamız gerekeni iyi yapmamız, başkalarının bizden daha iyi yapıklarını ise artık bırakmamız lazım” diye hedef belirledi. 

ÖZELLEŞTİRMENİN MALİYETİ

Aynı argüman 2005 yılında (dönemin) Başbakanı Dominique de Villepin’in otobanları özelleştirilmesinde kullanılmıştı. Sayıştay 22 milyar değer biçerken, otobanların, sözüm ona bakımı çok yüksektir bahanesiyle, 15 milyara devredilmesi, komünist milletvekilleri, CGT sendikası ve tüketici derneklerinin hesaplarına göre, devleti yıllık 40 milyarlık bir gelirden mahrum etti. Daha da kötüsü, 2005 ile 2012 arasında kilometre başına ödenen para ortalama yüzde 16.5, yani enflasyonun iki katı oranında arttı. Bugün durum daha da vahim. Dün Canard Enchaine gazetesinin bir haberine göre 2015 ilkbaharında, (bugünün Cumhurbaşkanı) Emmanuel Macron hâlâ ekonomi bakanı iken, yapılan bir anlaşmaya göre otoban şirketlerine altın tepside milyarlık bir sözleşme sunulmuş. 

120 BİN MEMUR İŞTEN ATILACAK

Başbakan Edouard Philippe, neredeyse bir özeleştiri yaparcasına “aynı muhasebeciler gibi konuşmaktan vatandaşlarımızı uyuşturduk” tespiti yaptı ama hemen ardından gelecek 5 yıl için 60 milyarlık tasarruf yapılacağını ekledi, memurların maaş endekslerinin dondurulacağını ve memur sayısının ise 120 bin azalacağını belirtti. 

Bu açıklama en çok, Mecliste mali komisyon tarafından dinlenen ve bitmez tükenmez kemer sıkma uygulamalarını savunan Sayıştay Başkanı Didier Migaud’u sevindirmiştir, zira François Hollande’ın devrettiği bütçede çarpıtılmalar yapıldığını belirtti. Faturayı yine en yoksullar ödeyecektir, fakat Migaud yatırımların da korunması gerektiğini savundu konuşmasında. Oysa ki milli gelir hiçbir zaman bu kadar yüksek olmamıştı. Oysaki Fransa asla bu kadar zengin olmamıştı. Fransa zenginliklere el koyma konusunda bir bağımlılık yok mudur ?  
(Çeviren : Deniz Uztopal)
 

ÖNCEKİ HABER

Süryanilere ait kilise ve manastırlar hala geri verilmedi

SONRAKİ HABER

Rosa Parks’ını arayan fotoğrafçı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...