13 Temmuz 2012 15:39

Bir iyiliği taşımak

Mizginler Tekkesi Edebiyat Atölyesi’nde bir zeytin ağacının gölgesinde oturuyorum. Karşıda zeytinlik gölgede, kır kahvesinde gençler halaya durdular yine. Yine diyorum halayın bir ucu İstanbul’da bir ucu Diyarbakır’da çünkü. Doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde... Halayın kaç ucu varsa yeryüzünde, işte halay

Bir iyiliği taşımak
Paylaş
Mustafa Köz

Mizginler Tekkesi Edebiyat Atölyesi’nde bir zeytin ağacının gölgesinde oturuyorum. Karşıda zeytinlik gölgede, kır kahvesinde gençler halaya durdular yine. Yine diyorum halayın bir ucu İstanbul’da bir ucu Diyarbakır’da çünkü. Doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde... Halayın kaç ucu varsa yeryüzünde, işte halay orada! Zeytin ağacından bir dize düşüyor defterime. “Halaya duruyor onlar, bir orman yangını gibi tutuşa tutuşa.” Dört yıl önce de kamp günlüğüme Gümüldür’de şu sözü yazdığımı anımsıyorum sonra. Çocuklar, deniz kenarında güneşte, bir şezlongda uyuyup kalmış arkadaşlarını uyandırmadan gölgeye taşıyorlardı bir iyiliği bir yerden bir yere taşır gibi. ‘98 Bergama kampından Dikili’ye gençler o iyiliği bir yerden bir yere götürüyorlar durmadan. Akkuyu, Dikili, Gümüldür, Gönen, Selçuk, yeniden Dikili… Onların yaz evleri, yeryüzü düşleri bazen bir söğüdün gölgesi, bazen bir sulfatanın, palmiyenin, zeytinin bazen de bir iğdenin uzayıp kısalan uçsuz bucaksız gölgesiydi. Özgürlük için birlikte üretmenin, bölüşmenin güzel inancıyla.
Bu istek, yalnızca kendileri için değildi kuşkusuz. Eşit, özgür bir insanlığın ancak dönüştürücü, ortak bir bilinçle kurulacağını öğrenmişlerdi. Şimdiyse Dikili’de özgürlük için dikili tek ağacım yok, demeyeceklerini de biliyorlardı. Onların özgürlükleri için yeşerttikleri kutsal ve sonsuz ağaçları yürekleridir. O yürekle ışıyor bilinçleri de. Onun için gündüz söyleşileri, gece gösterileri, çadır ışıklarına kurulan bağdaşlar, orada söylenen umutlu türküler... Dışarıdaki hoyrat, yıkıcı kasabalarına, şehirlerine bir dilim iyilik götürebilmek, katılaşmış, kabalaşmış, yabancılaşmış gündelik, sıradan alışveriş diline yeni bir gömlek giydirebilmek için okuyorlar, düşünüyorlar, tartışıyorlar. Atölyenin önünde duran Selena, Marques’in “Yüzyıllık Yalnızlık”ını okuyormuş, onunla Marques üzerine söyleşirken Berkay’ı da çağırıyor Selena. Berkay da  katılıyor konuşmaya. Selena da Berkay da İstanbul’da lise öğrencisi. Şiirden, öyküden, romandan ayaküstü bir yolculuğa çıkıyoruz. Gökyüzünü günlüğümüze geçer gibi, bir ağacın ilk adını söyler gibi.
Az ötede on beş on altı yaşlarında bir genç kız, telefonda ilk kez patates doğradığını anlatıyor heyecanla.”İnanabiliyor musun baba,” diyor “ilk kez patates soydum, neredeyse bir çuval. Oysa ben patatesi hiç sevmem.” Babasının “Yemekleri siz mi yapıyorsunuz?​” gibi bir soru sorduğunu anlıyorum. Kız, üç günde oradaki hayata öylesine inanmış ve alışmış ki “Tabii ki biz yapıyoruz, her şeyi biz yapıyoruz.” diyor aynı coşkuyla. Selena’yla ve Berkay’la konuşurken babayla kızın da kulak misafiriyim.  
Yine dört yıl önce Gümüldür’de gençler yine bir gölgelikte söyleşiyorlardı.  Ben yine kulak misafirliğine gitmiştim. Gençlerden biri çocukluğunda sol kolunun nasıl kırıldığını anlatıyor arkadaşlarına. “Sol” demek “kırılma” demektir o yıldan beri benim için diye sürdürüyor anısını. Arkadaşlarından biri onun sözlerini tamamlıyor. “Evet sol, darbelerle, baskılarla hep bir kırılma oldu bu ülke için. Ancak gençlerin iyi bir dünya için savaşımlarının bu kırık çıkıkları onaracağına inancımı da yitirmiş değilim. Onlar Berkay ve Selena gibi sanatın, kültürün, bilimin dönüştürücülüğüne; babasına günü anlatan o genç kız gibi birlikte üretmenin onuruna inanmışlar çünkü. Bu nedenle de atölyeler günün her saati cıvıl cıvıl... Bu yıl katılım için 25 yaş sınırı koymuşlar gençler. İyi de etmişler. İki yirmi beşlik bir genç olarak ikinci yirmi beş yılımın yazı birikimini onlarla paylaşmak, doyulmaz bir tat benim için. İlk yirmi beş yılımda unuttuklarımıysa onlar anımsatıyorlar bana. Sanat da bu yüzden bu denli uzun değil mi? Bu yüzden “Hayat kısa, sanat uzun.” demiyor muydu Goethe.
Bu yıl da edebiyat atölyesi bir dergi bahçesi. Gençler dergileri dilediklerince alıyor, şehirlerine götürüyorlar. Beş yıldır küçük bir sahaf oldu atölye. Öyle ki geçen yıl Selçuk’ta atölyeden dergi alan bir genç, bu yıl da dergilerin eksik sayılarını almaya geldi Mizginler Tekkesi’ne. O dergilerdeki yazıları çoğaltıp şehirlerinde edebiyat atölyeleri yapıyorlarmış. Ne sevinç! Yaşam da böyle böyle çoğalmaz mı? Düşünerek, yazarak, okuyarak… Yeni yepyeni bir ülkenin kapılarını aralayıp belleklerini geleceğe taşıyacak olan, bu gençlerdir. İnsanı, doğayı, bilinci özgürleşmek için kampların sonraki on yıllarda da aynı coşkuyu taşıyacağını biliyorum.
Ne için cezalandırmıştı egemenler Sokrates’i? O, akademi bahçelerinde gençlerle kurduğu bilgi sofrasında onlara “aydınlanma dersler” veriyordu. Gençleri baştan çıkardığı, onları aydınlattığı için de cezalandırıldı ve baldıranla ölüme gitti. Bu yeni yüzyılda, bu ülkenin yine bir Ege toprağın da Sokrates’in akademi bahçelerini andıran zeytinliklerde bilimden, sanattan konuşurken ruhumuzun kapılarını yeni mizginlerin (müjde) çalmadığını kim söyleyebilir ki?

*Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı

ÖNCEKİ HABER

‘Muhafazakar sanat’ Abdülmecit’i tanıyor mu?

SONRAKİ HABER

Zeytin gen bahçesi takası ile ilgili protokol iptal edilmelidir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...