06 Temmuz 2017 00:50

Açıklamalar Suriyelilere saldırıyı engellemekten uzak

Suriyeli mültecilere yönelik saldırılara ilişkin yetkililerden yapılan açıklamalar ilginç verileri ortaya koyuyor ancak esaslı bir çözümden uzak.

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Yeniden tırmanışa geçen ve mültecileri hedef alan ırkçı saldırılara İstanbul Üsküdar ve Ankara Demetevler mahallesi eklendi. Son aylarda sıklaşan saldırıları “3. saldırı dalgası” olarak tanımlamak mümkün. Zira ilk Suriyeli göçmen kafilesinin Cilvegözü sınır kapısından içeri girmesinden bu yana iki şiddetli saldırı dalgası daha oldu. Bunlarda ilki 2013-14 yıllarını kapsayan ve Maraş’tan Adana’ya, İzmir’den Ankara ve İstanbul’da uzanan geniş bir hat izledi. İkinci büyük dalga ise 2016 yılı yaz aylarında, hükümetin Suriyelilere “vatandaşlık” verileceğine dair beyanlarda bulunmasının ardından geldi.     

Son saldırlarda hükümet ve devlet erkanı uzunca süre sessiz kaldı. Mersin Adanalıoğlu’da silahların, İzmir Torbalı’da demir çubukların kullanıldığı; sokaklarda bıçaklı ve satırlı saldırganların cirit attığı bu süreçte dişe dokunur bir açıklama yapılmaması dikkat çekti. O sessizlik dün nihayet bozuldu ve Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak’ın demeci Hürriyet’e manşet oldu. Ardından İçişleri Bakanlığı’ndan yazılı açıklama geldi. Savcılığın başlattığı soruşturmada ise olaylara karışan 8 kişi gözaltına alındı.

Hükümet kanadında düne kadar yaşanan sessizliğin, saldırıların “büyütülmemesi”ne dair endişe ve hassasiyetlerden kaynaklandığı anlaşılıyor. En azından yapılan açıklamalardan bu sonuca varmak mümkün. Ne var ki hem bu sessiz kalma hali hem de sonrasında yapılan “abartılmamalı” yönündeki açıklamalar, sorununun vehametini anlamaktan uzak. Bu nedenle çözüm için “güvenlikçi politikaların” ötesine geçilemiyor.

SÖMÜRÜNÜN İTİRAFI

Hürrriyet Gazetesinden Hande Fırat’a konuşan Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, vatandaşları kendiliğinden olaylara karışmamaları konusunda uyardı ve “hoşgörüyü elden bırakmama” çağrısı yaptı. Fakat Kaynak’ın bu olumlu çağrıya sunduğu gerekçeler problemliydi. 

Kaynak verdiği demeçte “Bu insanların (Suriyelilerin) geçici süre Türkiye’de olduklarını ve Türkiye’nin geleneklerine uygun olarak ev sahipliği ve büyük fedakârlıklar yaptığını unutmamalıyız” dedi. Oysa ki, tansiyonu düşürmek için bile söylense- Suriyelilerin çok önemli bir bölümü Türkiye’de geçici değil kalıcı. En azından 500 bin Suriyeli çocuk Türkiye doğumlu! Dolayısıyla mülteci nüfusun geri gönderilmesinden ziyade (bir bölümü kendi isteği ile elbette dönecek) Türkiye’de halkların bir arada nasıl yaşam kuracağı üzerine odaklanılmalı. Ve elbette 6 yıldır Suriyelilere mülteci statüsü vermeme inadı artık son bulmalı.

Kaynak’ın şu sözleri ise sömürünün itirafı niteliğinde: “Türkiye 3 milyon insanı beşeri sermaye olarak da görmelidir... Şu anda Kahramanmaraş’ta, Adana’da, Osmaniye’de, Gaziantep’te hatta Ankara’da Ostim’de birçok ilde eğer Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok. Fabrikalarımız durur...” Zaten sorun tam da burada. Esas fabrikalar neden düz işçi bulamıyor diye sormak lazım. İşçileri kuralsız, sigortasız, düşük ücretle ve uzun saatler çalıştırıyorlar da ondan! Yani fabrikalar düz işçi bulmakta değil, hak talep etmeyen işçi bulmakta zorlanıyor. Öyle olunca da patronlar dil bilmeyen, hak talep edemeyen ve savaştan kaçmış gariban Suriyelilere çullanıyor. Çok açık ki bu tercih sermayenin ve hükümetin tercihi. Ve bu tercih işçiler arasındaki ayrışmanın en temel nedeni. Dolayısıyla işçilerin hak ve özgürlükleri esas alınmadan ve bunun için mücadele edilmeden kardeşleşmenin yolunu açmak mümkün değil. 

Kaynak, demecinde milliyetçi-şoven çevrelerin (AKP-MHP tabanında da dillendiriliyor) ‘Bizim askerimiz gidip orada şehit oluyor. Bunlar burada vakit geçiriyorlar’ sözlerine de yanıt verdi: “20 ile 45 yaş arasında herkes savaşabilir ama hiçbiri savaşçı değildir. Savaşçı olabilmesi için eğitilmeleri, donatılmaları lazım...” Bu yaklaşım da kökten yanlış. Çünkü savaştan kaçmış insanları (genç-yaşlı, kadın-erkek farketmez) savaş gücü olarak düşünmek, hele de “eğitmek”ten ve “donatmak”tan söz etmek, temel insan haklarına aykırı. Ayrıca ırkçı saldırı rüzgarına kapılmış kitleleri böylesi bir beklentiye sokarak durdurmak da mümkün değil.   

ÖNYARGIYI BAKANLIK DA DOĞRULADI 

Suriyelilere yönelik saldırıların kaynağında yanlış bilgi/bilgilendirme ve kökleşmiş önyargılar da var. Daha önce buna dair çeşitli akademik çalışma ve saha raporları yayınlandı. Dün İçişleri Bakanlığı tarafından sunulan veriler de bunu doğrular nitelikte.   

Bakanlığın yaptığı açıklamaya göre; Suriyelilerin karıştıkları olayların Türkiye’deki toplam asayiş olaylarına oranı (2014-2017 arasında) yıllık ortalama yüzde 1,32. Bu olayların önemli bir kısmı ise Suriyelilerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Üstelik 2017’de Suriyelilerin karıştıkları suç olaylarında, (nüfuslarındaki artışa rağmen) bir önceki yılın ilk 6 ayına oranla yüzde 5’lik bir azalma olmuş! Ülke genelinde 17 ve 27 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen denetimlerde ise dilencilik suçuyla ilgili 3 bin 46 kişiye işlem yapılmış ve bunlardan ilk uygulamada sadece 149, ikinci uygulamada ise 230 kişinin Suriyeli olduğu tespit edilmiş. Açıklamada, kendilerine Suriyeli görüntüsü veren dilencilerden de söz ediliyor.  Özetle; toplumda fısıltı halinde dolaşan ve bütün suçların kaynağı olarak Suriyelileri gösteren iddialar gerçek değil, yalan!

Öte yandan Bakanlık açıklaması mültecilere dönük saldırı haberlerini “çarpıtılarak, abartılarak toplum içinde infial yaratacak bir dille aktarmak”la eleştiriyor. Mültecilere karşı nefret dili kullanmaktan çekinmeyen kimi sosyal medya hesapları ve medya organları bu uyarının muhattabı olabilir. Fakat açık ki; bu yönlü açıklamalar saldırıların vehametini, sosyo-ekonomik ve siyasi kaynaklarını görmeyi de perdeleyebiliyor. “Misafirperverlik” ve “ensar ruhu” hatırlatmaları ise (yıllardır yapıldığı gibi) sorunu çözmüyor/çözemiyor. 

KOMPLO PARANOYASI

Mültecilere dönük saldırılarda dikkat çekici bir diğer şey ise, olayların AKP ve MHP tabanının güçlü olduğu yerlerde cereyan etmesi. Havuz medyasında bu duruma dikkat çeken yazılar da yayımlanmaya başladı. Sabah Gazetesi’nden Melih Altınok’un dünkü köşesi bunun tipik örneğiydi. Mültecilere dönük saldırıları Afrin operasyonu öncesi manidar bulan Altınok, köşesinde şu ifadelere yer verdi: “...İşte bu tablo içerideki CIA unsurlarını, PKK’yı ve Fetullahçıları yeniden harekete geçirdi. Biri bölgede yeniden siyasetçileri, işçileri ve öğretmenleri katletmeye başladı. Diğeri de sosyal medyada ‘Suriyeli mülteciler Ankara Yenimahallede 16 kadına tecavüz etti, 210 kişiyi öldürdü’ şeklinde mesajlar yaymaya başladı.” Altınok, “çocukların bile inanmayacağı bu yalanlara, orta zekalılar ve ‘Aman şirin görüneyim’ diye çırpınan yersiz hassasiyet kumkumalarının” da dahil olduğunu ekledi. 

Elbette mültecilere yönelik saldırıları küçük siyasi hesaplara sığdırmak ve komplo teorileri ile açıklamak pek inandırıcı değil. Havuz medyasına egemen olan bu paranoya, hükümet sözcülerinin beyanlarında da bolca mevcut.

Kısacası, hükümet cenahından gelen açıklamalar, ne ırkçı saldırıları anlamaya/analiz etmeye ne de bunlara çözüm getirmeye muktedir.

ÖNCEKİ HABER

Jehan Barbur: İçimdeki evi arıyorum

SONRAKİ HABER

Bayrampaşa Devlet Hastanesi'nde yangın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...