25 Haziran 2017 02:23

Velev ki

“Size ne” demeyi öğrendiğimiz kadar, “Bana ne” demeyi de öğrenelim. Her şeyi bilmeyelim ve eleştirme hastalığından vazgeçelim.

Paylaş

Yeşer SARIYILDIZ

İnsan bir şeyin olabildiğini bir kez görünce, ondan vazgeçmesi daha zor oluyor. 2013 yılında, Gezi’nin de etkisiyle, İstiklal Caddesi’nde yapılan Onur Yürüyüşü 100 bin kişinin katılımıyla gerçekleşmişti.

LGBTİ ve destekçileri, neşeli sloganlar, nefis müziklerle mükemmel bir şölen organize etmişti. İstiklal Caddesi baştan sona gökkuşaklarıyla kaplanarak, tarihinin en renkli günlerinden birini yaşamıştı. Bizim umutlu olduğumuz, İstiklal Caddesi’ninse ruhunun yaşadığı zamanlardı. Onur Yürüyüşü, sadece bir yürüyüş değil, dev bir karnavaldı da aynı zamanda.

2015 yılında, Ramazan Bayramı’na denk gelince, yürüyüş son anda valiliğin kararıyla yasaklandı. İstiklal Caddesi’nin girişi kapatıldı ve yürüyüşe katılmak isteyenlere tazyikli su, biber gazi ve plastik mermiyle müdahale edildi. İstiklal’ın renkleri de yavaş yavaş sönmeye başladı.

Bugün aradan aslında sadece 4 yıl geçti. O kadar yorgun ve bitkin hale geldik ki, o inanılmaz yürüyüş sanki 4 yıl önce İstanbul’da değil de, başka bir ülkedeymiş gibi geliyor.

Geçtiğimiz hafta birkaç saatliğine Viyana’daydım. Başımıza, Viyana’da insanın başına gelebilecek en güzel şey geldi, Onur Yürüyüşü’ne denk geldik. Akın akın renklerin geçtiği caddeye koştuk.

Tam olarak hangi noktada özgürlüğe bu derece yabancılaştık bilemiyorum; ama hepimiz kendimizi paralel evrende gibi hissediyorduk. Eşcinseller, biseksüeller, lezbiyenler, seks işçileri ve daha adını bilmediğim bir sürü grup genciyle yaşlısıyla kahkahalar atarak, dans ederek yürüdü. Nefis bir sokak partisiydi. Renkliydi, umut doluydu, neşeliydi ve elbette zararsızdı.

Başka bir dünya mümkün ve bu yani başımızda çok da güzel gerçekleşebiliyor. Bu başka dünyanınsa, aslında çok basit tek bir kuralı var: “Elaleme değil de kendine odaklanmak.”

Bu da aslında bizim tam tersimiz. Toplum olarak sürekli elalem odaklıyız. Komşunun hangi koltuk takımı aldığından ya da bilmem kim hanımın oğlunun hangi okulu kazandığından başlıyor; genç bir kadının giyeceği kıyafete ya da bir çocuğun yiyeceği dondurmaya kadar gidiyor. LGBTİ sorunu da bunun başka bir şekli yalnızca. Kimin kimi sevmesi, ne giymesi, nasıl konuşması, kime aşık olması ve kiminle yatması gerektiği söyleniyor. Koskoca bir topluluğun aşkını haykırmasına engel olunmaya çalışılıyor. Biraz aklı başında bir insan için, uğraşmaya değmeyecek kadar komik şeyler aslında.

Yıllar önce bir magazin muhabirinin Ozan Güven’e ısrarla ilişkisi hakkında sorular sorduğunu ve Ozan Güven’in de en sonunda sinirlenerek “Ben sana soruyor muyum, sen kimi...” diye çıkıştığını hatırlıyorsunuzdur. Zira Türk magazin tarihinin en unutulmaz olaylarından biriydi. İşte aslında, tüm LGBTİ olayı da böyle. Biz size soruyor muyuz? Size ne.

Gelişim, bir başkasına değil de, kendine odaklandığında başlıyor. Başkasıyla ilgili olumsuz fikir yürüttüğümüz her şey, tüm bu düşünce yapısına katkıda bulunuyor. Bunu tamamen aşmak zor ve zaman alacak, çünkü maalesef ki damarlarımızda var. Her şeyi herkes adına bildiğimiz her cümle, bir yerlerde bir hayatın karartılmasına yardımcı oluyor.

“Size ne” demeyi öğrendiğimiz kadar, “Bana ne” demeyi de öğrenelim. Her şeyi bilmeyelim ve eleştirme hastalığından vazgeçelim.

Velev ki, başarısızım. Hallederim.

Velev ki, giydiğim yakışmamış, bugün de böyle oluversin.

Velev ki, dağınığım. Olsun, aradığımı buluyorum.

Velev ki ibneyim. Yani?

ÖNCEKİ HABER

Büyük gezen çanta

SONRAKİ HABER

Bir arkadaşın arkadaşı anlattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...