25 Haziran 2017 02:11

Şiir yazarak hücreme davet ettiğim şey hayattır

Şerif Karataş, 23 yıldır cezaevinde tutulan Şair İlhan Sami Çomak’la, şiir serüvenini ve dört duvar ardında şair olmayı konuştu.

Paylaş

Şerif KARATAŞ

Şair İlhan Sami Çomak, şiir yazmaya gerekçesini, “23 yıllık kocaman bir tekrar ve haksızlık. Buna alışmamam gerekiyor. Şiir yazarak aslında hücreme davet ettiğim şey hayattır” ifadesiyle açıklıyor. İstanbul Üniversitesi öğrencisiyken gözaltına alınıp tutuklanan ve 23 yıldır cezaevinde olan Çomak’ın Yasak Meyve Yayınları’ndan çıkan Dicle’nin Günlüğü, Yağmur Dersleri ve Bir Sabah Yürüdüm şiir kitaplarıyla ilgili kardeşi Suna Çomak aracılığıyla gönderdiğimiz sorularımıza Silivri Cezaevi’nden yanıt verdi.

Daha önce 4 şiir kitabınız farklı yıllarda okurla buluştu. Fakat yeni çıkan 3 şiir kitabınız aynı anda okurla buluştu. Bunu özellikle mi istediniz yoksa başka nedenlerden dolayı böyle oldu?
Aslında üç şiir kitabının aynı anda basımı ve okurla buluşması, özel olarak isteyip planladığım bir gelişme değildi. Bana kalırsa şiirler bütünlük arz edecek şekilde bir dosya oylumuna ulaşınca yayımlatmak isterim. Ama her zaman mümkün olmuyor bu. Böyle olunca hazırladığım şiir dosyaları birikti. Üç şiir kitabıyla değil de tek tek kitap yayımlatarak sindirile sindirile okurla buluşmalı şiirim, derdindeydim başlangıçta. Benim isteğim ilkin ‘Yağmur Dersleri’ni yayımlatmaktı. Arkasından ‘Bir Sabah Yürüdüm’ gelecek ve peşinden ‘Dicle’nin Günlüğü’ olacaktı. Böyle bir fikrim vardı. Ama yayınevinden üç dosyayı birlikte çıkarmak önerisi geldi. Başta temkinli yaklaştım buna. Ama sonra Enver Ercan’ın şairliğine, yayıncılıktaki tecrübesine inanarak kabul ettim önerisini. Ortaya çıkan sonuç düşünüldüğünde Enver Ercan’ın tecrübe ve önerisine uymakla doğru yaptığım anlaşılıyor. Bir bilene akıl danışmak her zaman iyidir!

İYİ Kİ ŞİİR YAZABİLİYORUM

Haksız bir şekilde cezaevinde uzun yıllardır tutuldunuz. Sonrasında görülen mahkemede müebbet cezası aldınız. 3 yıl aradan sonra tekrar şiirlerinizi okura ulaştırdınız. Dört duvar arasında bir şair olarak, İlhan Çomak’ın bir günü nasıl geçiyor?
İçeride günü kendine göre planlamak çok zor aslında. Çalışmaya başlarken, plan yaparken cezaevinde olmanın getirdiği irade dışı şartları gözetmek zorundasın. Dolayısıyla günü her şeyden önce nerde olduğunu bilerek bölmek, kendini ona göre ayarlamak durumundasın. Güne ve çalışmalara içerik ve anlam katmak ise hiç şüphesiz kişinin elinde. Emek vermeden hiçbir şey kazanılmıyor. Ben de disiplinli şekilde öncelikle okuyarak, okuduklarımdan şiire uzanıp üretmeye çalışarak geçiriyorum günümü. Yazmanın, şiir yazmanın pek çok anlamı var benim için. Madem cezaevindeyim, buradan kaynaklı bir yazma gerekçesi söylemeliyim. Cezaevi sanılanın aksine çok yorucu bir mekan. Hiçbir şey yapmasanız da bu böyledir. Zaten hiçbir şey yapmamak kadar yorucu bir ‘eylem’ yok galiba! Muazzam atalet ve tekrarın getirdiği, tazelikten uzak olmanın öğüten, ruhsal olarak dağıtma potansiyeli barındıran yorgunluğu… İşte çalışmanın, şiir yazmanın bir heves ve istek olmayı aşıp zorunluluğa dönüştüğü nokta burası. Kendimi korumanın ve ruhumu beslemesinin çabası da diyebiliriz buna. Ben yazabiliyor olduğum için şiire yöneldim. Şayet bu yetenekten yoksun olsaydım, iyilikten ve güzellikten yana olmanın başka yolları var mı, onu deneyecektim. İyi ki şiir yazabiliyorum.

23 yıllık kocaman bir tekrar ve haksızlık. Buna alışmamam gerekiyor. Şiir yazarak aslında hücreme davet ettiğim şey hayattır. Yeniliğin heyecanını, varolduğumu duyurmanın kesinliğini ve dahi başka şeyler. Zamana değil zeka ve yaratıcılığıma güvenmem gerektiğini burada öğrendim. Aslında hayata dair öğrendiklerimin çoğuyla cezaevindeyken ‘tanıştım’ dersem abartı olmaz. Deneyimlemeden ama okuyarak. İnsan çok güçlü ve esnek bir varlık. Hele yaratıcılığı yanına almışsa her şart altında doğruya ve iyiliğe tebessümle katkı yapabilir.

‘OKUYARAK AKLIMI, HAYAL EDEREK GEÇMİŞİMİ VE HAYATIMI ÇOĞALTIYORUM’

Yeni çıkan 3 şiir kitabınıza dönecek olursak, şiir kitaplarınızda doğup büyüdüğünüz coğrafyaya dair çocukluğunuzdan başlayarak hem kişisel hem de toplumsal özlemlerinizi dizelerinize yansıtmışsınız...
Özlemlerimin dizelere yansımaması düşünülemez. Hele ki çocukluğun ele avuca sığmaz dünyası… Kişinin çocukluğundan uzaklaşması, onu unutması çok kötü bir şeydir! Öte yandan şair ve şiirindeki temsil bağlamında konuyu ele aldığımızda daha karmaşık bir durumla karşı karşıyayız demektir. Şiirlerde dile gelen hisler ve ona yedirilmiş düşünceleri hepten şaire izafe edemeyiz kanımca. Şiir personası tümden şairi temsil etmez, edemez. Şair, gerçeği eğip bükerken hepten kendisini dillendirmez. Şiir öznesi hem toplumsal gerçeğe hem de şaire, özlemlere ve öfkelere seslenir. Şiirin yapıcı yönü tam da buradan gelir. Şair şiiriyle ama az ama çok kendini değiştirir. Okur da bu değişimin dışında kalamaz kanımca. Yine de şiirde dile gelenlerin önemli oranda şairi yansıttığını söylemek yanlış olmaz. Bu benim için de geçerli.

‘Elimizde olan tek şey geçmiştir. Her şeyi unutursanız artık var olamazsınız’ diyor J.Borges. Geçmişi unutmak…Herkesten çok benim yapmamam gereken bir şey. Son 23 yıllık zamanı bir tarafa bırakırsak, benim geçmişim nerdeyse hepten çocukluktan ibaret. Ben dışarıda az yaşadım! Hayata dair pek az tecrübem var. İşte bu durum geçmişimi çok daha değerli ve hayati kılıyor. Hele çocukluğumu… Anılar çoğaltıyorum, anılar kurguluyorum, yeni gülüşler, yeni acılar ve öfkelerle beraber. Okuyarak aklımı, hayal ederek geçmişimi ve hayatımı çoğaltıyorum. Şiir sanırım tam da buradan besleniyor. Dizelere yansıyanlar budur, bu acı özlemlerdir. Dışarıda yaşayan bir şair önemli oranda çalışma disiplinine güvenmek durumunda, şiir yazarken. Geçmişi tamdır, süreklidir, kopmamıştır, özgürlüğünden edilmemiştir. Geçmiş bana hep zor geliyor, zaten azdı az geliyor. Kaçınılmaz olarak şiir yazarken geçmişi yeniden kurgulamak inşa etmek durumunda kalıyorum. Bu da çok fazla çalışmamı, yaratıcı zeka için uğraş vermemi doğuruyor.

Bilinen bir doğrudur; hazır bir bilinçle doğmayız. Zaman ve deneyimle, sezgi ve eğitimle bilinçleniriz. Daha genişletirsem ‘içerik’ kazanır, birey oluruz. Benim gibi hayat acemisi biri deneyimi çok önemsese de sürekli olarak kendine dönmek durumunda, şiir yazarken. Sezgime ve zekama, hayal gücümü kıskandıracak oranda güvenmek zorundayım.

Harflerle ilgili bir şiiriniz de var.
‘Dicle’nin Günlüğü’ kitabında bulunan hiyerarşiye ve sosyal sınıflara, ezen ezilen ilişkisine gönderme  yapan  ‘Yaşşa Dilim!’ adlı ironiyle işlenmiştir. İroninin bir hissi ve düşünceyi meşrulaştırıcı potansiyeli kadar ama ondan da çok, yıkıcı ve reddeden bir yönü vardır zannımca. Bize, her ne söylersek söyleyelim bir ‘masumiyet alanı’ sağlar. Zekaya ihtiyaç oluyor, yazılmak ve anlaşılmak için. Şaire de okura da daha bir sorumluluk yükler yani. Tabii şunu da vurgulamalıyım. Bu şiirde de diğerlerinde de önceden tasarlayarak yola koyulmadım hiç. Yolumu bilerek, nereye varacağımı hesaplayarak yazmaya oturmuşluğum yoktur. Şiir yürür ben de peşinden giderim, durursa ben de dururum, sözüm bitmiştir, derim. Çalışma yöntemim hep böyle olmuştur.

‘CEZAEVİNDE YAPILABİLECEK EN GÜZEL ŞEY OKUMAK VE YAZMAKTIR’

Esaret altında bir şair olarak, yeni şiirleriniz ya da edebiyata dair farklı çalışmalarla okur karşısına çıkacak mısınız?
Elbette. Cezaevinde yapılabilecek en güzel şey okumak ve yazmaktır. Madem yazabiliyorum, aklım eriyor yazmalıyım o halde. Üçü Türkçe biri Kürtçe olmak üzere dört şiir dosyası hazır sayılır. Kürtçe şiirlere biraz çalışmam, emek vermem gerekiyor. Şiirle başladım şiirle yürüyorum. İlerde edebiyatın farklı alanlarında eser yazar mıyım, hiç bilmiyorum. Şiir yazmalıyım diye işe koyulmadım, böyle bir plan ve düşüncem olmadı. Ama bir şekilde başladım. Şiir dışında farklı türde eser yazarsam, biliyorum ki bu da başlangıçta benim iradi yönelimimden çok içsel bir sürecin sonucunda olacak. Önce bunu duyumsamalıyım. Şimdilik istikrarlı şekilde şiirleyim ve bu birliktelikten oldukça memnumum!

KLASİK KÜRT ŞAİRLERİNE SAYGI ŞİİRİ

Kürt şiirinin önemli ismi Feqiyê Teyran için de şiiriniz var. Bu şiirin hikayesi nedir?
Ben ağırlıklı olarak Türkçe şiir yazsam da anadilim olan Kürtçeye de ilgiliyim. Kürtçe şiir yazmaya çabalıyorum. Son yıllarda Kürtçe şiir yazmak konusunda ihmalkarlık yaşadım. Buna rağmen bir kitap oylumunda şiirim vardır, Kürtçe yazdıklarım.

Feqiyê Teyran çok sevdiğim klasik Kürt şairlerdendir. Çok sade ve kalıcı bir dili vardır. Şiirini çok lirik ve hislerime yakın bulurum.

Feqiyê Teyran için yazdığım şiiri, sevgili Yaşar Kemal’in ‘Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana’ adlı kitabını okuduktan sonra yazdım. Aklım bana oyun oynamıyorsa bu kitap olmalı. 2004 yılında yazdım şiiri. Yaşar Kemal’in o güzel anlatımından işaret alarak. Yazık ki coğrafyamızın benzer pek çok büyük şairi hak ettiği değeri görmüyor. Bu şiir diğer klasik Kürt şairlerine de bir saygı bildirimi olarak ele alınabilir. Onlara borçlu hissediyorum kendimi

‘HAYAL ETTİĞİM YERLERE BENZEMEK İSTEĞİNDEYİM’

23 yıldır dört duvar arasına hapsedilmiş bir şair olarak şiirlerinizde doğa ile ilgili betimlemeleriniz söz konusu. Bunu açar mısınız?
Kaybettiklerimi aramam benden saklanan güzelliğe doğru yürürken onları şiirimde canlandırma çabam çok anlaşılır bir tepki. Canım nerden yanıyorsa oradan bağırıyorum! Dolayısıyla doğa ile ilgili dile gelen dizeler hem özlemle hem de çalınan o güzellikleri öncelikle kendime sonra da yaşatılan haksızlığı diri tutup unutturmamak amacıyla herkese duyurmak çabası olarak yorumlanabilir. Buraya ait değilim! Bu soğuk duvarlara. Şiirlerimde dile geldiği kadarıyla kuşlara, deniz ve nehirlere, dağlara ve yeşilin her çeşidine yakınım. ‘İnsan yaşadığı yere benzer’ diyor ya Edip Cansever, oysa ben özlediğim, hayal ettiğim yerlere benzemek isteğindeyim. Dalga da rüzgar ve yaprak da, toprağın nemi ve dahi doğaya dair her şeyi buraya, yanı başıma çağırıyorum, evet, bu insan kalmak içindir. Ama bu çağrıdan daha güçlü bir isteğim var: Dalgaya da rüzgara da ben gideyim, toza toprağa, suya çamura karışayım! Bu istektir işte o dizelerde taşan.

NE OLMUŞTU?

İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’ne 1992 yılında kaydını yaptıran İlhan Sami Çomak, polis tarafından gözaltına alındı. “Bölücü faaliyette bulunma” gerekçesiyle çıkarıldığı mahkemede tutuklanarak, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Çomak’ın ailesi kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. AİHM 2006 yılında ‘Çomak’ın adil yargılanmadığına’ hükmederken, Türkiye’yi de tazminata mahkum etti. Karardan 8 yıl sonra, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 16 Ocak 2014’te yeniden yargılanma talebini haklı buldu. 13 Temmuz 2016’da görülen son duruşmada İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi Çomak’ın hakkındaki müebbet hapis cezasını onadı.

ÖNCEKİ HABER

Başka bir açıdan Helmut Kohl

SONRAKİ HABER

Merhum Marko Paşa’nın size çok selamı var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...