03 Haziran 2017 01:21

Avrupa Merkel’in sözlerini tartışıyor

Avrupa'nın gündeminde bu hafta Merkel'in G7 sonrası söylemleri, İngiltere genel seçimleri ve Fransa'da devam eden OHAL vardı.

Paylaş

Geçtiğimiz hafta sonu yapılan G7 zirvesinde ABD Başkanı Donald Trump ile yaşanan görüş ayrılıkları üzerine Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Başka ülkelere güvenilebilecek zamanların geride kaldığını” ve “Avrupa’nın kaderini eline alması gerektiğini” söylemişti. Çoğu gazetelerde Merkel’i haklı bulan övgü dolu yorumlar yayınlanırken Junge Welt, Merkel’in eylül ayında yapılacak Federal Parlamento seçimlerini kazanmak için belagat yaptığını ileri sürüyor.

‘BRİTANYA YALNIZLAŞACAK’

Önümüzdeki perşembe günü İngiltere genel seçimlere hazırlanıyor ve anketlere göre Muhafazakar Partinin açık ara önde gidişi durdu. İşçi Partisi son haftadır önemli bir çıkış yaşadı ve mevcut muhafazakar hükümetin erken seçim kararı alarak istediği sonucu elde edemeyeceği konuşuluyor. Bu hafta Independent gazetesi, genel seçimlerde hangi parti kazanırsa kazansın Britanya’nın gelecekte çok yalnızlaşacağı ve dünyadaki itibarını kaybedeceğini ve Angela Merkel’in Britanya konusunda yorumlarının “yerinde olduğu” değerlendirmesi yaptı.

FRANSA’DA OHAL TARTIŞMASI

Fransa’da 15 Temmuz’da bitmesi beklenilen ama yeni Cumhurbaşkanı tarafından uzatılan OHAL ve polise verilen yetkiler, terörü engellemeye yönelik olarak sunulsa bile, demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlamaya devam ediyor. Hafta içerisinde Uluslararası Af Örgütünün hazırladığı bir detaylı bir rapor Kasım 2015’den bu yana gösteri ve toplanma hakkının nasıl ihlal edildiğine dikkat çekiyor. Bu hafta bu raporun tanıtım yazısını çevirdik.


ANGELA MERKEL TRUMP’TAN ŞİKAYETÇİ

Arnold SCHÖLZEL 
Junge Welt

Gerhard Schröder’in 2002 yılında yaptığını Angela Merkel neden yapmasın ki? Görevdeki ABD başkanından şikayetçi olmak ve federal parlamento seçimlerini kazanmak... 15 yıl önce, 11 Eylül’den kısa süre sonra Gerhard Schröder, George W. Bush ve biatçılarına ABD’nin Irak savaşına ne pahasına olursa olsun destek verilmeyeceğini bildirdi. Sosyal demokrat başbakan, ABD’nin yaptığının macera olduğunu söyleyerek yine de güvenlikli bir savaşın hinterlandı olmayı garantiledi. O zamandan bu yana Irak’ta el Kaide’den IŞİD ortaya çıktı, milyonlarca Iraklı öldürüldü, tüm bölge Donald Trump’ın dediği gibi karmaşa içine sokuldu. Ve Federal Almanya, ön cephede olmasa da bu savaşın içindeydi.

Trump’ın yaptığı ilk dış politik ve askeri eylemler bu bataklıktan çıkılmasına hiç de uygun değil. Suudi Arabistan ordularının kol gezdiği Yemen’de komando eylemleri başlatan, terörizmle savaşmak gerekçesiyle Riyad’ı silahla donatan, İran’ın yok edilmesinin dünyanın yararına olacağı baş düşman ilan eden bir politika, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana izlenen ABD dış politikasından bir damla bile farklı değil.  

Angela Merkel’in batılı ittifakın dünya önderliğine güven duymamasının nedeni Trump’ın bu, ülkeleri parçalama veya yok etme politikası değil. Tam tersi; bu konuda Atlantik ötesi mutabakat var. Ancak 2002’den farklı olarak yeni ABD Başkanı Batı’nın sürdüreceği çıkar savaşını, askeri Keynesçiliğe bağlıyor: AB içindeki müttefiklerin, özel olarak da Almanya’nın silahlanmasını arttırması ve NATO için daha fazla harcama yapılmasını istiyor.

Hesap böyle yapılmadığından bu talep Almanya’nın şimdiki ‘ticari’ modeline ters düşüyor. Model ne derseniz; ülke içinde ve AB’ye bağlı‚ zayıf ülkelerde ‘ücret dampingi’ askeri ve ekonomik yarıçapın adım adım genişletilmesi, Rusya ve Çin’in kuşatılmasında, aktif  askeri çatışmalara katılmadan yer almak. 

Almanya, ne 2002-2003’te Irak Savaşı’nın başlangıcında ne de 2011 Libya Savaşı’nda Batılı Değerler Topluluğunun güvenilir müttefikiydi. Alman emperyalizminin sloganı her zaman, Batı’nın her savaşına kendi tarzında katılmak ama potansiyel ticaret ortaklarıyla köprüleri yakmamak şeklinde oldu.  

Bu şekildeki bir görev paylaşımı artık Batılı sıkı müttefikleri tatmin etmiyor. Almanya’ya İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD haber alma teşkilatları ve askerlerinin ülkedeki durumu nedeniyle ve NATO’nun kuruluş yıllarında tanınan ayrıcalıkların sürüp sürmeyeceği henüz belli değil. Merkel, o meşhur bira çadırı konuşmasında ABD ile Almanya arasındaki müttefiklik ilişkilerinin sona erdiğini falan da söylemedi. Ancak bilinen o ki  federal seçimleri kazanmada (eylül 2017’de yapılacak olan da dahil)  mızmızlanma, kafa tutma belagatı her zaman  işe yarar.

(Çeviren: Semra Çelik)


FRANSA: GÖSTERİ YAPMA HAKKI TEHDİT ALTINDA

Uluslararası Af Örgütü Raporu

Toplanma ve gösteri yapma hakkı temel haklardandır, ifade hakkı ile görüşlerini belirtme ve hak talep etmek için zorunlu bir haktır. Ancak çok sınırlı koşullarda sınırlandırılabilir. Devlet yetkililerinin ise bizim temel haklarımızı koruma sorumluluğu vardır, fakat giderek bunlar ikincil, hatta sınırlandırılması gereken tehdit olarak değerlendiriliyor. 

OHAL GÖSTERİ HAKKINI SINIRLANDIRMAK İÇİN KULLANILIYOR

Kasım 2015 ve Fransa’da yaşanan korkunç saldırılardan sonra, olağanüstü hal ilan edildi ve 5 defa uzatıldı. Amaç yeni saldırıları engellemek olmasına karşın, OHAL önlemleri 155 gösteriyi yasaklamak için kullanıldı. Bu bahaneyle Fransa’da ortalama her üç günde bir gösteri yasaklanıyor. Diğer yandan, gösteri esnasında yaşanan şiddetleri engelleme nedeniyle, Valilikler 595 kişiye, çoğu zaman bunların şiddet olaylarına katıldığına dair kanıtların hiç ya da çok az olmasına rağmen, gösteriye katılma yasağı getirdiler. Devlet söz konusu her yasağın özgün bir tehdide engel olmak için gerekli olduğunu, bu tehdidi engellemenin ancak temel bir hakkın sınırlandırılmasıyla mümkün olduğunu kanıtlayamadı. Terör tehdidi ile bağı olmayan bu tür önlemler, insanların barışçıl bir şekilde ifade özgürlüklerini kullanma hakkının kullanılmasını olumsuz etkiledi. Örneğin gösterilere katılması yasaklanan birçok kişi, sadece birkaç göstericinin çatışma çıkardığı gösterilere katılmış, fakat onların bu söz konusu olaylara katıldığına dair hiçbir kanıt yok. 

KABUL EDİLEMEZ POLİS DAVRANIŞLARI

Diğer yandan uluslararası hukuka aykırı asayişi sağlama pratiğinin, giderek daha fazla hayata geçirilmesine tanıklık ediyoruz. Örneğin, sistematik olarak aranmaların ve fizyolojik serumlar gibi ilk yardım malzemelerine ve kullanımı gereği silah olarak değerlendirilemeyecek havuz gözlüklerine el konulması, yaralanan kişilere ilk yardımı engelliyor. Street Medics-Sokak Doktorlarının ilk yardımda bulunmak için getirdiği malzemelere el konulması da inanılması zor bir durum. (...) 

Asayişi sağlama stratejileri bazen gerilimi arttırabiliyor ve orantısız olarak gösteri yapma hakkını sınırlayabiliyor. Örneğin bir kalabalığın yürümesini ya da ana kitleye katılmasını engellemeyi hedefleyen göstericileri çember içerisine alma taktiğinin sürekli ve uzun süreler boyunca kullanılması da, özellikle de kıstırılan göstericiler barışçıl ise, gösteri hakkını orantısız olarak engelleyen bir davranıştır. Oysa ki gerilimi arttırmaya değil, azaltmayı hedefleyen asayişi sağlama stratejileri de vardır. 

ORANTISIZ VE KEYFİ GÜÇ KULLANMA

Birçok gösterilerdeki gözlemlerimizle de teyit edilen araştırmalarımız, bizlere polisin orantısız bir güç kullandığını gösteriyor. Birbiriyle uyumlu birçok Street Medics ve gösterilerde yaralananlara ilk yardımda bulunan kişinin tanıklığına göre, iş yasasına karşı gösterilerde, sadece Paris’te 1000’in üzerinde yaralanan kişi oldu. Kuşkusuz kimi göstericilerin de polislere karşı uyguladığı şiddet mahkum edilmelidir. Fakat bu, polis güçlerin orantısız bir şiddet kullanmasını meşru kılmaz. (...)

TEHDİT VE ŞİDDETE MARUZ KALAN GAZETECİLER

Son gösterilerde gazetecilere ve basının diğer emekçilerine karşı kullanılan şiddet farklı basın organlarında da yer aldı. Polisin gösterilerde film ya da fotoğraf çekenlere karşı şiddete başvurması çok kaygı vericidir, zira haber alma özgürlüğünün ihlalidir. Şiddetin yaşandığı durumlarda bile devlet yetkililerinin görevi gazetecilerin çalışmalarını doğru bir şekilde yürütebilmelerini sağlamaktır. (...)

GÖSTERİ YAPMA BİR HAKTIR, TEHDİT DEĞİL

Yasaklanması için belirli nedenler öne sürülmediği sürece tüm gösteriler her zaman legal kabul edilmelidir. Üstelik bir yürüyüş esnasında uygulanan şiddet sadece onu uygulayanların pratiği olarak kabul edilmelidir; tüm bir gösteriye mal edilemez. Dolayısıyla polis, tüm müdahaleleri genelleştirmeden bu şiddetten sorumlu kişileri hedef almalıdır. Devlet gösterileri, kamu alanının meşru kullanılması olarak değerlendirmek zorundadır ve şiddete dayanmayan kimi olası engellemelere karşı toleranslı davranmalıdır. 

Fakat, OHAL’in ilanından bu yana tehlikeli bir kayma yaşanıyor: Ulusu tehdit edecek olayların yaşanacağını ve bunların sadece bir ya da birçok temel hakkın sınırlandırılmasıyla engellenebileceğine dair hiçbir somut ve maddi delil sunulmadan, sözde olası riskleri engellemeye yönelik uygulanan asayişi sağlama stratejileri temel hakların kullanışını büyük oranda olumsuz etkiliyor. İşte bu tehlikeli mantık, OHAL’ın mantığıdır. Bu kaymaya artık dur deme zamanı geldi: gösteri düzenleme tehdit değil, bir haktır. 

(Çeviren : Deniz Uztopal)


NATO’DAN UZAK VE AB’NİN DIŞINDA

Independent 
Başyazı

Almanya Başbakanı Brexit’den (Britanya’nın AB’den ayrılması) sonra Britanya’nın geleceğini doğru tahmin etti: Tökezleyen bir ekonomi, başarısız kamu hizmetleri ve çökmüş yaşam standartlarının yanı sıra dünyada daha az ses getirecek bir ülke.

Brexit tartışmalarına, Donald Trump’a ve dünya çapında büyüyen popülist akıma rağmen, (Merkel) Batıda 21’inci yüzyılın en başaralı demokratik siyasetçisi, AB yanlısı gösterişsiz ve pragmatik bir kişi. Angela Merkel, 1 milyon Suriyeli sığınmacıyı kabul etme kararından sonra başbakan olarak 4’üncü dönemine girmek üzere. Siyasetin olgun olabileceğini gösteren birisi.

Yani Merkel’in güçlü bir ağırlığı var ve AB’ye kendi kurumlarına ve ihtiyaçlarına bakarak kendi geleceğinin teminatını koruyabileceğini söylediğinde ciddiye alınacaktır.

Gittikçe daha açık sözlü olan Almanya, daha iddialı bir tutum alıyor, ve neredeyse aşağılayarak -1945’den bu yana alıştığının aksine- artık ABD ve İngiltere’ye itimat edemeyeceğinden söz ediyor. Üstelik haklı. Cumhurbaşkanı Trump, seçim sürecinden farklı olarak artık NATO hakkında konuşurken daha az sert dil kullansa da bu konuda duruşu kuşkulu ve Rusya ile ilişkisi belirsiz. İklim değişikliği konusunda da Başkan Trump kendi duruşunu belli etmeden önce kasıtlı bir şekilde arkadaşlarını ve ittifaklarını bekletmekten zevk alıyor, sanki kendisi bir televizyon kanalında program yapıyor ve kazananı açıklamadan önce daha etkili ve dramatik olsun diye bir es veriyor. Genelde Trump, beklenildiğinden daha da kötü. Durum böyle iken Almanya Başbakanının, Trump’ın dalgacı tutumunu kabul etmemesi beklenir bir durum.

Britanya’nın Avrupa’dan yabancılaşması söz konusu olmayabilir, ama Merkel’in, Britanya’nın büyüyen bir yalnızlaşması olduğunu göstermesi çok doğru ve yerinde. Britanya’daki genel seçimleri hangi lider kazanırsa kazansın (İşçi Partisi veya Muhafazakar Parti lideri) Birleşik Krallık, Avrupa Birliğine şüpheli bakan bir başbakan öncülüğünde, çökmüş bir Brexit sürecinde neyi koparırsak kârdır tarzından yaklaşacak.   

Eğer başbakan, Theresa May olursa -50’inci maddeyi yürürlüğe koymak için yazdığı mektuba bakılırsa- Brexit adı altında Birleşik Krallık’ın güvenlik çıkarlarından taviz verecek gibi görünüyor. Britanya’da yaşayan ve çalışan Avrupa Birliği vatandaşlarını da koz olarak kullanacak. AB’nin gümrük birliğinden çıkarsak, kaçınılmaz bir sonuç olarak, ürünlerin, servislerin ve insanların serbest dolaşma hakkına sınırlar koyulacak.   

G7 gibi konferansların gösterdiği gibi Britanya çok kısa bir süre için varlığını yalnız sürdürecek. Çöküntüye uğramış bir ekonomi, başarısız bir kamu servisi, yaşam koşullarındaki düşüşün yanı sıra dünyada daha az rolü ve söz hakkı olacak. 

ABD, hatta Çin, Rusya ve Hindistan’la yerini doldurmak istediğimiz ilişkilerde, AB içindeki itibarımız kadar etkili olacağını gösteren pek fazla belirtiler yok. 

Ülkenin, bazı, önemli çıkarları hassas bir durumda, örneğin Gibraltor ve Falkland’ın çıkarlarını savunmak daha da zorlaşacak. Daha da önemlisi, Başkan Trump’ın yönetiminde NATO yavaşça güç ve önem kayıp ederse ve AB’nin milli savunma güçleri ortaya çıkarsa, -Avrupa federalistlerin uzun zamandır istedikleri bir şey- Birleşik Kraliyet, NATO ve AB’nin desteği olmadan, kendi askeri savunmasını yaratmak zorunda kalacak. Nükleer caydırıcı silahlarımızın pek etkisi yok ve ikinci dünya savaşından sonra bütün savaşlar sürecinde de geçerliliği olmadı. Zaten Amerika’ya bağımlı nükleer caydırıcı silahlarımız var. Dışarıda ve içerideki tehditleri karşı gelmek için Britanya’nın sadece geleneksel askeri gücü ve istihbarat servisi var. Yürekli, yüksek profesyoneli ve dünyanın en iyilerinden oluşan (Britanya askeri ve istihbarat servisi var) ama Britanya’nın NATO ve AB içindeki etkisinin yerini dolduramayacak. Angela Merkel’in, Britanya’yı gelecekte yalnızlık bekliyor şeklindeki ifadesi yerinde bir açıklama.   

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)

ÖNCEKİ HABER

Haziran’ın üç devi

SONRAKİ HABER

Adıyaman’da esnaf, atık su bedelinden şikayetçi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa