27 Mayıs 2017 03:05

Avrupa  sokaklarında  tedirginlik 

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Manchester saldırısı ve İngiltere, Fransa'da OHAL'in uzatılması ve Almanya seçimleri var.

Paylaş

İngiltere’nin Manchester kentindeki intihar saldırısından sonra İngiltere’de alışık olunmayan siyasi kararlar alınıyor. Genel seçim kampanyası ertelendi, binlerce asker kamu alanlarına sevk edildi ve demokrasi askıya alındı. Başbakan Theresa May seçim kampanyasını askıya aldığı günler daha fazla bireysel açıklama yaptı ve güçlü lider imajı yaratmaya çalıştı. Savaş Karşıtı Koalisyonun kurucularından Lindsey German, bu haftaki yazısında ülkedeki gerginliği tırmandırarak devletin daha fazla güce sahip olmaya çalıştığını savunuyor ve iktidarın otoriter tavrını eleştiriyor. 

İNGİLTERE GEREKÇESİYLE FRANSA’DA OHAL

İngiltere saldırısından sonra, Fransa’da yeni kurulan sağcı hükümet 13 Kasım 2015’den bu yana yürürlükte olan OHAL’i 6’inci kez uzatma kararı aldı. Bununla birlikte son 3 yılda 8 defa gündeme gelen antiterör yasalarına bir yenisi daha eklenme kararı verildi. Seçim sürecinde OHAL’in uzatılmasına mesafeli yaklaşan, normal hukuksal sürece geçmeye söz veren yeni Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, görevi devralmasından sadece iki hafta sonra verdiği sözlerden birini bozdu. İnsan hakları savunucuları tepki gösteriyor. 

ALMANYA’DA SEÇİMLER YAKLAŞIYOR 

Almanya’da eylül ayında yapılacak genel seçimler yaklaştıkça tartışmalar daha alevleniyor. Partiler seçim programlarını açıklamaya başladılar. Irkçı AfD’nin meclise girmesini önlemek için sola kayacaklarına, “Alman halkının çıkarlarını biz daha iyi savunuruz” çizgisine gelen burjuva partilerin halkın gerçek sorunlarına sunacağı gerçek bir çözüm yok. Bu da seçimlere ilgiyi azaltıyor. Neulandrebellen’den aldığımız yorum bunun nedenleri ile ilgili bir analiz.


TERÖR TEHDİDİNİN DEMOKRASİYİ ZAYIFLATMASINA İZİN VEREMEYİZ

Counterfire 
Lindsey GERMAN

MANCHESTER’daki terör saldırısı hakkında daha çok bilmediğimiz şeyler var ve benzer saldırıların olup olmayacağı konusunda da pek bilgimiz yok. Genel seçim kampanyasının ortasında böyle bir saldırı gerçekleşiyorsa, ya seçimler ileri bir tarihe uzatılmalı ya da seçim kampanyalarının seçimin parçası olduğunu kabullenmeliyiz. Britanya Başbakanı Theresa May’in ülkedeki bütün seçim kampanyalarını bir hafta için dondurması ve bunu da doğru bulması, beni hayrette bıraktı. Böylece sadece kendisi günlük açıklamalar yapıyor, “Cobra” olarak bilenen olağanüstü koşullarda kullanılan; kabinenin, bakanların ve diğer devlet yetkilerin katıldığı kısa toplantılara katılıyor ve muhalefet liderlerinin yapmak istediği açıklamaları engelliyor. (...) Bu tavrı demokrasiyi reddetmek anlamına geliyor. (...)
Bu olaydan siyasi fırsatçılık çıkarmak isteyen kim olursa olsun geri tepecek. Manchester’da yaşanan trajik olay demokratik tartışmaların önüne geçmemeli. Yerel bölgelerde bugün (perşembe günü) seçim kampanyaları başlayacak ve bir an önce bu gibi meseleler konuşulmalı.

LİBYA BAĞLANTISI

Manchester’daki saldırganın ailesi Libya’dan, Kaddafi rejiminden kaçmış ve mülteci olarak gelmişler. Bir zamanlar, Tony Blair yönetiminde Kaddafi Britanya hükümetinin dostuydu. Ama bu değişti ve 2011’de David Cameron, Kaddafi’ye karşı ayaklananlara destek sunmak adına Fransa ve İtalya ile birlikte Libya’ya saldırılar gerçekleştirdi. Kaddafi devrildi, saldırılar sonucu 30 bin insan öldü ve o dönemden itibaren Libya iç savaş, terör ve geniş bir istikrarsızlıkla altüst oldu.
Bazı dönemler, IŞİD gibi gruplar petrol alanlarını kontrol ettiler. Bir çoğumuz bunun iyi olmayacağını söyledik ve bizim tahminlerimizin de ötesinde daha kötü oldu. Bazı açıklamaların iddia ettiği gibi, saldırgan Libya’da bulunduysa, (Libya’daki) başarısız işgal ile buradaki terörizmin yükselişi konusunda bağlantı bulmak çok zor olmamalı. Hatırlatmakta yarar var, İşçi Partisi bu işgale karşı çıktığında başbakan desteklemişti.

GERGİNLİK SİYASETİ, SAĞCI BİR STRATEJİ

5 bin askerin sokağa inmesi bana güvence vermiyor, tam tersine korkutuyor. Daha kötü bir atmosfer yaratacak diye korkuyorum, gerginliği tırmandıracak ve terörün yarattığı siyasi sonuçları çözmek daha da zor olacak. Kuzey İrlanda meselesi hariç bu ülkede askerin kamu alanlarına inme geleneği yok ve böyle olmasına da izin vermemeliyiz. 
Genel seçimin ortasında bunun olması çok kaygı verici çünkü daha otoriter siyasetin başlangıcı olabilir. Theresa May, muhalefet çok muhalefet yaptığı için erken seçim kararı aldığını söylemişti. Ama zaten muhalefetin yapması gereken bu ve Erdoğan’ın Türkiyesi’yle aynı yoldan gitmesini istemiyoruz. Bunun arkasında bir siyaset var, gerginliği tırmandırarak devletin daha fazla güce sahip olmasını sağlıyor.

Fransa’nın en büyük talihsizliklerinden biri iki sene OHAL süreci yaşamış ve yüksek sayıda polis ve askerin sokaklara yerleştirilmiş olması. Fransa, son zamanlarda Avrupa’daki en fazla saldırıya uğrayan ülke haline geldi. Terörü durduramadı ama bu durum solculara ve etnik azınlıklara karşı kullanıldı. Burada OHAL ilan edilmeli diyenler böyle bir adım atmanın sorunu nasıl çözeceğini de açıklamalı.  Ama tabii ki açıklayamazlar. Nihayetinde hapishanelerin aşırı İslamcılar için resmen üreme alanı olduğu görüldü. Yargısız gözaltılar ve yoğun bir askeriye Kuzey İrlanda da IRA’nın büyümesine neden olmuştu. Böyle bir geçmişimiz var ama birçok insan bunu göz ardı etmek istiyor.

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)


OLAĞANÜSTÜ HALİN ALTINCI DEFA UZATILMASI

Michel DELEAN
Ellen SALVI 
Matthieu SUC
Mediapart

SEÇİM kampanyası esnasında mümkün olur olmaz kaldırmak istediğini belirtmesine rağmen, Emmanuel Macron, OHAL’i 1 Kasım’a kadar uzatma kararı verdi. Yani yeni bir antiterör yasa tasarısını inceleyene kadar... Artık olağan durum haline geldi. Macron, (...)terörle mücadeleyi güçlendirmeye yönelik de bir yasa tasarısı sunacağını ilan etti. Başbakan Edouard Philippe, bu metnin “Büyük kültürel, sportif ve şenlik etkinliklerinin güvenliğini arttırmaya” yönelik olacağını belirtti. (...) Ne Cumhurbaşkanlığı, ne de Başbakanlık, Fransa’da terör tehdidinin son dönemlerde artığı ya da azaldığına dair bir şey söylemedi. Sadece Başbakan Philippe “IŞİD ve el Kaide’in terör tehdidi Avrupa’da, özellikle de bu iki ülkede (Fransa ve İngiltere) yüksek bir seviyede olmaya devam ediyor” diye belirtmekle yetindi. Fakat istihbarat servisleri azami oranda mobilize olmayı sürdürüyor. (...) 

OHAL’in, 15 Temmuz’da son bulması gerekiyordu. 13 Kasım 2015 Paris terör saldırılarından sonra ilan edilen ve polisin yetkilerini büyük oranda arttıran bu istisna durum böylelikle 6. defa uzatılmış olacak. Oysa ki bu olağanüstü rejim, Danıştay, insan hakları savunucuları,  meclis insan hakları komisyonu milletvekillerinin de belirttiği gibi, özgürlükleri ihlal etme riski olduğu için bu kadar uzatılmaması gerek. 

SİNSİCE POLİS DEVLETİ İNŞA EDİLİYOR

OHAL; ev hapsi, ev baskınları, bilgi toplanması ve kullanılması, ibadet yerlerinin kapatılması ya da yürüyüşlerin yasaklanması gibi birçok alanda devlet kurumlarına kolaylık sağlayarak kimi bireysel özgürlükleri parantez içerisine alıyor, hakimin onayını gereksiz kılıyor ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal ediyor. OHAL, ayrıca, antiterör yasalarının güçlendirilmesiyle (son 3 yılda 8 yasa çıkartıldı) geçmişe göre daha az gerekli bir dönemde uzatılıyor. Birçok hukukçu için bu olağanüstü rejimin uzatılması ikna edici değil ve birçoğu için böylelikle sinsice  “polis devleti” inşa ediliyor. Adalet bakanlığına göre (...) 14 Kasım 2015 ile 25 Şubat 2016 tarihleri arasında 271 ev hapsi verilmiş. Mayıs ortasında ise bunların 68’i aynı cezaya maruz kalmaya devam ediyordu. 

Uzatmaya karar vermeden önce Emmanuel Macron, OHAL’e karşı biraz mesafeli duruyordu. Kasım 2016’da yayımlanan Revolution adlı kitabında “Mümkün olur olmaz” OHAL’den çıkılacağını ifade ediyor ve şunları söylüyordu: “Herkesin de bildiği gibi sonsuza kadar uzatılması sorunları çözmekten çok soru işaretlerine neden oluyor. Sürekli olağanüstü bir durumda yaşayamayız. Yasaların zaten güçlendirdiği hukukun normal işleyişine tekrar dönmeliyiz ve doğru aygıtları devreye sokmalıyız. Yaşadığımız duruma uzun süre içerisinde cevap verebilmek için tüm gerekli hukuksal aygıta sahibiz”. (...) 

Başbakanlık ise bu uzatma kararının yeni bir yasa tasarısı üzerine çalışmayı mümkün kılacağını belirtiliyor. Başbakan Edouard Philippe, bu uzatmanın, “Var olan mücadele aygıtını güçlendiren önlemlerin normal yasalara işlenmesini öngören yasa tasarısının onaylanmasına kadar” süreceğini söylüyor. (...)

Bu bitmez tükenmez güvenlikçi önlemler Yargıçlar Sendikası (SM) tarafından da uygun bulunmuyor. Mediapart’a konuşan Sendika Genel Sekreteri Laurence Blisson şunları ifade etti: “İngiltere’deki terör saldırılarının doğurduğu haklı öfke bir kez daha uygun olmayan siyasi kararların alınmasına yol açtı. OHAL’i uzatma ve yeni bir antiterör yasasını gündeme getirerek hükümet yolunu şaşırıyor. OHAL terörden korumuyor fakat olağanüstü bir durum mantığı yaratıyor ve yasaların normal işlemesine karşı bir kuşku doğuruyor ve gerçek ciddi ihlallere neden oluyor. Yeni bir antiterör yasası ise ciddi oranda kaygı verici: Olağanüstü yasalar üst üste ekleniyor ama hiç birinin bilançosu yapılmıyor”. 

İnsan Hakları Derneği (LDH) ise yayımladığı basın açıklamasında şunları belirtiyor: “Gerekliliğini hiç bir şekilde kanıtlamamış, fakat özgürlüklerimizi kısıtlayan, keyfi durumların yaşanmasına neden olan bir hukuksal durum üzerine düşünülmeden, Pavlov refleksi gibi, alınan karar ve ardından ilan edilen yeni baskıcı tasarı kaygı vericidir”. 
(...)
(Çeviren: Deniz Uztopal)


VEBA, KOLERA VE DİĞER HASTALIKLAR

Tom WELLBROCK
Neulandrebellen

ALMANYA’da eylül ayında federal seçimler yapılacak. Almanların çoğu gerçek bir seçimden söz edilemeyeceği düşüncesinde. Bu sadece duygusal bir saptama değil, objektif durumun yansıması. 

(...) Gerhard Schröder zamanından bu yana hükümetler yoğurttan çıkmış ak kaşık gibiler. Demokrasi ve sosyal devletin oyulması başarı olarak lanse ediliyor. Sistemin çöküşe doğru ilerlediği gerçeği vekillerimiz tarafından görmezden geliniyor, servetin adil dağılımı talepleri karşısında sessizlik sürdürülüyor. 

HARTZ YASALARI VE ASGARİ ÜCRET

İş piyasasındaki Hartz 4 ve asgari ücret, yoksulları daha da yoksullaştıran ölüm tekmeleri. Hartz sistemi acımasız, mağdurları toplum dışına atıyor, anlamsız işleri kabul ederek işsizlik istatistiklerinin güzelleştirilmesine katkı sunmaya yöneltiyor. Buna ek olarak “teşvik ve talep” sloganı ile dayatılan, en küçük nedenle uygulamaya sokulan yaptırımlar, cezalandırmalar geliyor. Pratikte Hartz 4 sistemi dev gibi bir yaptırım ve sömürü sistemi. Devletin halkın vergileriyle yaptığı yardımlar en aza indirilip mağdurların sürekli en yüksek düzeyde aşağılandığı bir sistem kurulmuş durumda. 

Hartz 4’le yaşamak zorunda kalanlar, bilmeden, her an intihar tehlikesiyle karşı karşıya olan Yunan emekçilerle aynı kadere sahipler. İkisi de ihracat endeksli politikanın işsizliğe, düşük ücretli işlere, yoksulluğa mahkum ettiği en alttakiler... (...) Görüldüğü gibi Hartz 4, açıkça ölüme doğru atılan bir tekme ama asgari ücret iyi bir şey değil mi? Hayır, şu anki durumuyla değil: İlkin asgari ücret hava durumunu değiştirmeyen minicik bir rüzgar. Vatandaşın ağzına verilen, sakinleşmesine, çenesini kapatmasına yol açan tatsız tuzsuz bir şeker. İkinci olarak çok düşük. Asgari ücretten söz edeceksek;  saat ücreti en az 10-12 avro olup, tam gün çalışmanın koşullarının da yaratıldığı bir asgari ücretten söz etmek zorundayız. Taşeronlaşmanın, kiralık işçiliğin, mini ve düşük ücretli işlerin, prekaritenin yok edildiği bir asgari ücret gerekli. Yoksa yan etkisi  huzursuzluk, stres, depresyon ve yorgunluk olan etkisiz bir sakinleştirici olmaktan öteye gitmez. 

VEBA MI KOLERA MI?

Hangisine veba hangisine kolera diyeceğinizi kendiniz seçebilirsiniz: İki büyük parti; sosyal demokrat SPD ve muhafazakar CDU’nun değişik konulardaki düşünceleri o denli benzer ki...

SPD, seçimlere Martin Schulz’u başbakan adayı olarak göstererek girecek. Schulz, aday gösterilmesinin ardından yaptığı ilk konuşmalarda Hartz 4’ün yanlış olduğunu söylese, yaşlı işsizlere daha uzun süre işsizlik parası verilmesi gerektiğini kabul etse ve emeklilikle ilgili eleştirileri kabul etse de ikinci konuşmasında Alman sermayesinin çıkarların savunacağını açıkça ilan etti: Almanya’nın ihracat fazlalığının refahı arttırdığını söyledi. Bu fazlalık daha yoğun çalışma, daha düşük ücretler ve daha fazla taşeronlaştırma, kiralık işçilik, vb.  anlamına gelmekte. 

CDU’nun işi SPD’ye göre daha kolay. SPD, öz eleştiri ile kendine övgü arasında gidip gelirken CDU, Hartz yasalarını ısrarla savunuyor, hatta tüm Avrupa’da yaygınlaştırılmasını istiyor. Yoksullaşma, yaşlılıkta sefalet, düşük ücretli işler sektörünün yaygınlaşması, Almanya’nın (zenginlerinin) geleceğini garanti ettiği için göze alınması gereken şeyler. Askeri harcamaların arttırılmasını ise SPD utangaç bir şekilde savunurken, CDU, olmazsa olmaz görüyor. 

MİLLİYETÇİLİĞE KARŞI MİLLİYETÇİLİK

AfD (Almanya için Alternatif), açıkça ırkçılık yapıyor. Mültecilere, göçmenlere, kürtaja karşı çıkıyor. Avrupa ve avronun Almanya için büyük tehlike olduğunu söylüyor. Her soruna bir günah keçisi buluyor ve kolay çözümler üretiyor. Bu nedenle sadece düşmanlıkları kaşıyor.  İnandırıcılığı yok.

Yeşiller Partisi, çoktan beri ne ve nerede olduklarını bilmez durumda. Sistemin dayanağı partiler arasında yer alıyor, art arda bakanlıklar, başbakanlıklar elde ediyor. Yine de zik zak çizmeye devam ediyor. Örneğin Hartz yasalarıyla ilgili olarak bir gün öyle, bir gün böyle konuşuyor. Alman ordusunun dış müdahalelerini hümanizm şekerine batırarak kabulleniyor. Bazen muhafazakar yaşlı bir adam, bazen hormon dengesi inip çıkan ergen gibi davranıyor. Bu haliyle seçimde önlerine koydukları hedefe erişmesi biraz zor. (...) 

Bu partilerin milliyetçiliği, Almanya ve Avrupa’nın en büyük problemi. Çünkü kıtayı bölüyor, bazı ülkelerin mahvolmasına neden oluyor. Almanya, kendi önderliğinde bir Avrupa istiyor. Avrupa’nın diğer ülke ve halklarının çıkarlarını dikkate almayan bu politika Avrupa’nın yıkımı anlamına geliyor. 

POLİTİK DEĞİŞİM YERİNE HÜKÜMET DEĞİŞİKLİĞİ

Halkın çoğu hangi partiyi seçerse seçsin politikanın değişmeyeceğini biliyor. Seçim kampanyası dönemi, sadece sıkıcı değil aynı zamanda boş lafların doldurduğu bir dönem. Politik değişim olmadıkça seçmenlerin harekete geçmesi imkansız ve böyle bir değişim de görünürde yok. 

İnsanların en büyük düşmanı neoliberalizm. 

Partiler bunu fark edip sonuçlarına karşı somut savaş açarlarsa halkı yanlarına alabilirler. SPD, Yeşiller ve Die Linke (Sol Parti) alternatif olabilirler  SPD, Die Linke (Sol Parti) ile bir araya gelmeyeceğini açıklıyor. Neden olarak da NATO’ya ve AB’ye karşı olmasını gösteriyor. Aslında hiç de öyle değil; Die Linke, AB’den yana ve sadece reforme edilmesini istiyor. NATO konusunda ise hemen şimdi çıkılsın diye bir eğilim yok. Bu üç parti alternatif bir politikanın temsilcileri olabilirdi ancak SPD’nin sermaye destekçisi politikalarına son vermesi, Yeşiller’in de ne olduğuna ve nerede durduğuna karar vermesi zor. 

(Çeviren: Semra Çelik)

ÖNCEKİ HABER

‘Grev yasaklarına karşı sınıf tavrını ortaya koymalıyız’

SONRAKİ HABER

Kapatmak yetmedi, defalarca cezalandırmak istiyorlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...