18 Mayıs 2017 01:04

Özbank: Türkiye, ABD’yi daha az üzecek bir çizgi izleyecek

Yrd. Doç. Dr. Murat Özbank ile Erdoğan-Trump görüşmesini konuştuk. Özbank, 'Türkiye, görüşme sonrası ABD’yi daha az üzecek bir çizgi izleyecek' diyor.

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump, ilk yüz yüze görüşmelerini gerçekleştirdi. 20 dakika süren görüşmeyi Politik Kuramcı Yrd. Doç. Dr. Murat Özbank gazetemize değerlendi.  

Özbank, “Erdoğan’ın ortak basın açıklamasında kullandığı üslup ve söylediklerinin içeriğinden edindiğim izlenim, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikalarında bundan sonra ABD’yi daha az üzecek bir çizgi izlemeye gayret edeceği yönünde” dedi. 

Bunun için de Erdoğan’ın, ABD’den güvence istediğini belirten Özbank, “Ama bu güvenceleri vermenin ABD açısından bir maliyeti olmadığı gibi, almanın da Erdoğan açısından, iç kamuoyu, özellikle de milliyetçi kamuoyu nezdinde bir nebze olsun zevahiri kurtarmak dışında, somut bir getirisi olacağını sanmıyorum” yorumu yaptı. 

ERDOĞAN, GERİ ADIM ATTI

Öncelikle Trump ve Erdoğan’ın ikili görüşmeleri ardından yaptıkları ortak basın toplantısında dile getirdikleri hususları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Basın toplantısında, Trump’ın söylediklerinde, önceden öngörülenlerin dışında bir husus yoktu aslında. Trump’ın, YPG’nin silahlandırılması kararından geri adım atmayacağı, ancak Türkiye’nin dış politika yapıcılarının bu karardan duyduğu rahatsızlığı hafifletmeye yönelik, rahatlatıcı bir şeyler söyleyeceği bekleniyordu; öyle de oldu. 

Trump, IŞİD’in ve PKK’nin adını anarak Türkiye’nin terörle mücadelesine destek verdiğini açıkladı, “Bir takım askeri siparişlerin verildiğini, bunların yerine ulaştırılmasını sağlayacağını” söyledi ve Türkiye’ye teşekkür etti. PYD ve YPG ise adlarının Trump tarafından anılmamasıyla göze çarptı.

Erdoğan’ın açıklaması bu açıdan daha ilginçti: Evet, “YPG ve PYD gibi terör örgütlerinin muhatap alınmasını” yanlış bulduğunu, Türkiye’nin bütün terör örgütleriyle hiç bir ayırım gözetmeden mücadele etmeye devam edeceğini söyledi ki, bunda bir sürpriz yoktu. Ancak “Bu görüşmelerin tarihi bir dönüm noktası olacağına, bu görüşmelerden büyük kazanımlar elde edileceğine inandığını” da söyledi ve ABD’yi “stratejik ortak” olarak gördüğünü vurgulayarak, NATO, G20 ve BM gibi platformlarda Amerika ile iş birliğini güçlendirerek sürdürmeyi de taahhüt etti. 

Yani bir anlamda dış politikada ABD ile Türkiye arasındaki bağları teyit etti. Bu ilginçti, zira YPG’nin silahlandırılması konusu, Erdoğan’ın uzun zamandan beri ısrarla itiraz ettiği, hatta “Ya biz ya onlar” diyerek ABD’ye rest çektiği bir meseleydi. Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan bu konudaki çekincelerini, itirazlarını ve hoşnutsuzluğunu dile getirmeye devam etse de, ABD ve NATO gemisinden inmek gibi radikal bir adım atmak istemedi. ABD ile stratejik ortaklığını sürdürmek için, kendisinden görmeye pek alışık olmadığımız bir şey yaptı: Geri adım attı. 

ZİYARET AMERİKAN MEDYASINDA İLGİ UYANDIRMADI

    Yrd. Doç. Dr. Murat Özbank

    Hükümete yakın Türkiye medyası görüşmeye çok önem atfederken, ABD basını bu görüşmeye pek ilgi göstermemiş görünüyor. Bu durumu nasıl yorumlarsınız?

    Açıkçası ben Erdoğan ile Trump’un topu topu yirmi dakika süren ikili görüşmelerinde, ki bu sürenin de yarısı çeviriyle geçmiş olsa, on dakika demek lazım, nazik birkaç cümle dışında, dişe dokunur bir şeyler konuşmuş olabileceklerine pek ihtimal vermiyorum. Her iki lider de eşit sürelerde konuşmuş olsalar birbirlerine bir şeyler söylemek için kişi başına sadece beş dakika düşer. Beş dakika ise Erdoğan’ın ve Trump’ın Türkiye-ABD ilişkilerinde kendilerince sorun olarak gördükleri hususları bırakın birlerine anlatmalarına ve tartışmalarına, konu başlıkları halinde sıralamalarına bile yetmez.

    Elbette hükümet yanlısı Türkiye medyası Trump ile görüşmeyi, Erdoğan’ın, kendisini destekleyen kitleler nezdindeki “Dünya Lideri” imajını pekiştirmek amacıyla kullanıyor. Görüşmenin önemsenmesi bundan. Ancak kanımca görüşmenin asıl önemi, iki liderin birbirleriyle baş başa ne konuştuklarında değil, daha önce ön görüşme heyetleri arasında yürütülmüş ve belli bir uzlaşma ile sonuçlanmış bazı pazarlıklara birbirleri ile kameralar karşısında el sıkışarak nokta koymalarında, yani önceden varılmış uzlaşma noktalarını, kamuoyu önünde el sıkışarak onaylamalarında yatıyor. Nitekim Erdoğan’ın daha önce yaptığı “Trump ile görüşmemiz virgül değil, nokta mesabesinde (yani değerinde) olacak” açıklamasını da bu bağlamda düşünmek gerekiyor. 

    ABD basınında bu görüşmenin çok yer almamasının sebebi ise, herhalde bu görüşmenin Amerikan kamuoyu açısından pek bir haber değeri taşımıyor olmasında aranmalı. Amerikan kamuoyu açısından haber değeri taşıyan gelişme ABD’nin YPG’yi silahlandırma kararıydı ki bu gelişme Amerikan basınında genişçe bir yer buldu. 

    Türkiye’nin bu karara ne tepki göstereceği de Amerikan kamuoyunda merak uyandırıyordu, tabii. Ancak bu merak da Erdoğan daha Amerika’ya ayak basmadan ve Trump’la görüşmeden evvel giderilmişti. Türkiye’nin ABD’nin bu kararına Amerika ile ilişkileri kopartmak, NATO’dan çıkmak filan gibi sert bir tepki göstermeyeceği hem bu kararın Erdoğan adına pazarlıklar yürüten Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanından müteşekkil üç kişilik ön görüşme heyetinin Amerika’da bulunduğu sırada alınmış olmasından, hem de Erdoğan’ın Trump yönetiminin bu kararına rağmen Amerika ziyaretini iptal etmemesinden belliydi. 

    Velhasıl Erdoğan’ın Trump ile görüşmesi, Amerikan kamuoyu açısından malumun ilanı dışında bir anlam taşımadığı için, Amerikan medyasında da çok ilgi uyandırmadı.

    ERDOĞAN’IN KONUŞMASINDAKİ İLGİNÇ AYRINTI

    ABD, YPG’yi silahlandırma kararından geri adım atmadığına göre, Erdoğan’dan önce Amerika’ya giden ön görüşme heyeti hangi konularda pazarlık yapmış, Erdoğan ve Trump nasıl bir uzlaşıya, sizin deyiminizle “el sıkışarak son noktayı” koymuş olabilirler?

    Bu sorunun yanıtı, kısmen, Erdoğan’ın Trump’la yaptığı ortak basın açıklamasında var aslında. Daha önce değinmiştim, Erdoğan basın açıklamasında “Bu görüşmelerin tarihi bir dönüm noktası olacağına, büyük kazanımlar elde edileceğine inandığını” söylemişti. Elde etmeyi umduğu kazanç alanları olarak da, ekonomiden, ticaretten, müşterek yatırımlardan, enerjiden ve savunma sanayiinde iş birliğinden bahsetti. Nitekim Trump da, Erdoğan’dan önce, kendi açıklamasında bazı askeri siparişlerden ve bunların yerine ulaştırılmasıyla ilgileneceğinden söz etmişti. Yani ABD Türkiye’nin YPG’ye ağır silahlar verilmesi kararına çok sert bir tepki göstermemesi, ABD ve NATO gemisinden inmemesi karşılığında, tüm bu alanlarda kesenin ağzını açmış olabilir. 

    Bunun dışında iki konu daha var ki, Erdoğan bunlardan birinden, “FETÖ konusundaki beklentilerden” basın açıklamasında bahsetti, diğerinden, yani Rıza Sarraf meselesinden ise elbette hiç bahis açılmadı. FETÖ konusunda ilginç olan bir ayrıntı, Erdoğan’ın “FETÖ konusundaki beklentilerimizi, Sayın Başkana dile getireceğim” ifadesini, dili geçmiş zamanla değil, gelecek zamanla kurmuş olmasıydı. Bu ayrıntı ilginç çünkü gelecek zaman kipi tercihi FETÖ konusunun ikili görüşmede gündeme gelmemiş olabileceği, ikili görüşme sonrasında yapılacak heyetler arası görüşmelerde ele alınabileceği ihtimalini doğuruyor. Gülen’in iadesi meselesi Türkiye-ABD ilişkilerindeki öncelikli sorun alanlarından biri olarak, bizzat Erdoğan tarafından da sık sık vurgulanıyordu, malum. Dolayısıyla Erdoğan’ın bu konuyu Trump ile yaptığı ikili görüşmede dile getirmemiş olması, tabii eğer bu ihtimal doğruysa, en azından garip. Kim bilir, belki ikili görüşme için ayrılan kısıtlı vakitte, ekonomi, ticaret, yatırım, enerji ve savunma sanayii gibi maddi getirisi daha cazip konulardan veya daha öncelikli başka meselelerden, “FETÖ” konusuna sıra gelmemiştir! Her halükarda, Gülen’in iadesi ve Sarraf konularında, sonuna virgül değil, nokta konmuş bir uzlaşma varsa bile ki ben olabileceğini düşünüyorum, ne Trump’ın ne de Erdoğan’ın açıklamaları bu uzlaşmanın ne olabileceği konusunda bir ipucu vermiyor. 

    ABD’DEN GÜVENCE ALMANIN SOMUT BİR GETİRİSİ OLACAĞINI SANMIYORUM

    Bu görüşmeyle birlikte ABD’nin özellikle Suriye ve özelde PYD politikasında bir değişiklik olur mu?

    Hayır olmaz. ABD’nin politikalarında Türkiyeli dış politika yapıcılarına, iç kamuoyu nezdinde zevahiri kurtarmaya olanak sağlayacak bazı kozmetik güvenceler vermek dışında, esaslı bir değişiklik yapmayacağı, daha Erdoğan Amerika’ya gitmeden önce belli olmuştu. 

    Benzer bir durum için Erdoğan ve AKP hükümetinin Suriye ve PYD politikasında bir değişikliğe gideceğini düşünüyor musunuz?

    Erdoğan ve AKP Hükümetinin, PYD’yi ve YPG’yi terörist bir örgüt olarak nitelendirmekten vazgeçeceklerini hiç sanmıyorum. Bu örgütlerle mücadelede kararlılık mesajları vermeye devam edeceklerdir. Ancak bu mesajların daha ziyade iç kamuoyunun tüketimine yönelik olacağını ve söylemsel düzeyde kalacağını düşünüyorum. 

    Erdoğan’ın ortak basın açıklamasında kullandığı üslup ve söylediklerinin içeriğinden edindiğim izlenim, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikalarında bundan sonra ABD’yi daha az üzecek bir çizgi izlemeye gayret edeceği yönünde. Elbette ABD’den bazı güvenceler almak isteyecektir Erdoğan ki, bunun ipuçlarını basın açıklamasında, bölgedeki etnik ve dini yapıların terörle mücadele bahanesiyle değiştirilmesine karşı olduğu şeklindeki ifadelerinde görüyoruz. Ama bu güvenceleri vermenin ABD açısından bir maliyeti olmadığı gibi, almanın da Erdoğan açısından, iç kamuoyu, özellikle de milliyetçi kamuoyu nezdinde bir nebze olsun zevahiri kurtarmak dışında, somut bir getirisi olacağını sanmıyorum.

    2019 BAŞKANLIK SEÇİMLERİNİN DE ERDOĞAN AÇISINDAN ZORA GİRME İHTİMALİ BELİRDİ

    Erdoğan-Trump görüşmesi bağlamında, Kürt sorununda yeniden çözüm sürecinin başlatılacağına ilişkin bazı umutlu yorumlar yapıldı...

    Hem iç, hem de dış konjonktür Erdoğan’ın elini, Gezi olaylarından beri sürdürdüğü, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra şiddet dozu iyice artan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL’le birlikte ise ayyuka çıkan iç gerilim ve kutuplaştırma politikalarını yumuşatmaya zorluyor. İçeride, 7 Haziran seçimlerinden 16 Nisan referandumuna kadar geçen süre zarfında, Erdoğan’ın özellikle Kürt sorunu bağlamındaki sertlik yanlısı söylemlere ve güvenlikçi politikalara, içerideki milliyetçi mukaddesatçı oy tabanını seferber etmek ve böylece kitlesel destekten kaynaklanan politik gücünü tahkim etmek için ihtiyacı vardı. Ancak 16 Nisan referandumuyla birlikte, dört yılı aşkın bir süredir artırılarak sürdürülen bu iç gerilim politikalarının artık geri tepmeye başladığı ve AKP’nin kendi tabanında dahi aşınmalara yol açtığı ortaya çıktı. 

    HİÇ DEĞİLSE BİRAZ YUMUŞAMA OLABİLİR

    Referandum sonuçları, normalleşmenin, sadece Erdoğan’ın gerilim politikalarının hedefine oturttuğu Kürtler, aydınlar, sekülerler vs. gibi toplumsal kesimlerin değil, bu politikaları uygulamasına olanak veren politik gücü aldığı milliyetçi ve muhafazakar toplumsal kesimlerin de hiç değilse bir kısmının talebi ve beklentisi olduğunu gösterdi. 

    Dahası bu iç gerilim politikalarının bu şekilde devam etmesi halinde, 2019 Başkanlık seçimlerinin de Erdoğan açısından zora girme ihtimali belirdi. Bunların üstüne bir de dışarıda ABD’nin ve Rusya’nın, Erdoğan’ın PKK ile ilişkili olduğunu ısrarla vurguladığı PYD’ye verdiği destek geldi... Çözüm sürecine geri dönmek çok iddialı ve abartılı bir iyimserlik olur ama, 16 Nisan sonrası konjonktürde Kürt sorunu bağlamında hiç değilse biraz yumuşamanın Erdoğan’ın siyasetten işine geleceğini söylemek çok da yanlış bir çıkarım olmaz. 

    Ancak Kürt sorunu bağlamında böyle bir yumuşama yoluna sapmak her ne kadar işine gelse de, Erdoğan’ın bu türden bir manevrayı yapması hiç de kolay olmayabilir. Zira böyle bir manevra, Erdoğan için hem haziran 2015’ten beri her kritik dönemeçte fiili desteğini aldığı ve en nihayetinde ona başkanlık kapısını açan Devlet Bahçeli’yi, daha doğrusu Bahçeli’nin temsil ettiği milliyetçi oy potansiyelini kaybetmek; hem de özellikle Kürt illerinde yürütülen sert güvenlikçi politikaların iç güvenlik bürokrasisindeki planlayıcı ve uygulayıcılarını karşısına almak anlamına gelir. 

    Erdoğan’ın, Kürtlerden gelecek kitlesel desteğin, Bahçeli’nin götüreceği kitlesel desteği telafi edeceğini, hatta aşacağını görmesi durumunda, Bahçeli’den vazgeçmesi çok zor olmayabilir. Öte yandan emniyet ve jandarma teşkilatındaki, FETÖ ile mücadeleyi de yürüten güvenlik bürokratı yol arkadaşlarından ve onların siyasal hamisi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan ayrılmak ise çok daha sancılı olabilir. 

    Erdoğan’ın iç ve dış konjonktürün zorladığı yumuşama ile, siyasette ve bürokrasideki milliyetçi hatta ulusalcı ortaklarının zorladığı sert, güvenlikçi politikalar arasındaki ikilemi nasıl çözeceğini de zaman gösterecek. 

    ÖNCEKİ HABER

    NSU davası dört yıl sonra sona yaklaşıyor

    SONRAKİ HABER

    Ünaldı işçisi direnişi dokudu

    Sefer Selvi Karikatürleri
    Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
    Evrensel Ege Sayfaları
    EVRENSEL EGE

    Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...