14 Mayıs 2017 00:30

Anneliğin alternatifi

Anneler günü, anne olmak ve anneliğin anlamını Selen Doğan ele aldı.

Paylaş

Selen DOĞAN
Gazeteci

Annelerin de tembelliğe, bencilliğe, pasaklılığa hakları var! Kendileri için hayal kurmaya, para harcamaya, diledikleri işte çalışmaya, çalışmamaya, sosyalleşme ve kültürlenmeye, seyahat etmeye, dinlenmeye, yemeğin en lezzetli yerine, yalnızlığa, uykuya, sinemaya, spora, kendine ait bir odaya hakları olduğu kadar! Ve kadınların çocuk sevmeme hakları da var.

Bir kıymet olarak annelik, toplumlarda ataerkil ve sömürgeci bir karşılığı varsa, tartışılmayı hak ediyor. Anne olan kadının, çocuksuzluğu tercih eden veya biyolojik yapabilirliği olmadığı için çocuk sahibi olamayan kadından yeğ tutulması, kutsanması, ayrıcalıklı görülmesi kökleri mağarada olan derin bir sorun. Bizimki gibi kültürlerde anne, başına işlevsiz bir taç kondurulmuş, edilgenleştirilip bir köşe-ye süs ağacı olarak yerleştirilmiş, gerektiğinde çıkarılıp övülen veya duruma göre türlü acıları üstlenmesi beklenen biri. Hep idare eden, varlığı ailesiyle ifade edilen, kendini çocuklarına adaması istenen biri.

Dünyanın en acıklı yanıtı, anne olan kadınlara hayalleri sorulduğunda alınan yanıttır; hemen hiçbiri kendisi için bir dilek tutmaya, bir hayal kurmaya, bir umut büyütmeye meyletmez; neredeyse hepsi çocuklarının sağlığı ve başarısını diler. Unutulmuş bir ‘kendi’yle bir ömür geçirenlerin ortak yanıtıdır bu. Kendi önceliklerinden vazgeçmek, en kolay kadınlara öğretilir çünkü. Kurnaz erkeklik karşısında yaratılmış tedirgin bir kadınlık...

ÇOCUKSUZLUK POLİTİK BİR KONUDUR

Annelerin ne hissedecekleri, ne diyecekleri önceden belirlenmiştir. Bu ezbere “Çocuk istemiyorum” diyerek ters düşen kadını ayıplayanlar, “En büyük emelim anne olmak” diyeni çılgınca alkışlarken çocuksuz olmanın bilinçli bir tercih olduğunu hesaba katamazlar. Çünkü kültürel öğrenmeler o hesabı çoktan kapatmıştır; kadın doğan herkes bir gün anneliği tadacaktır!

Jody Day, çocuksuzluğun politik bir konu olduğunu söylediği, The Guardian’da yayımlanan yazısında şöyle diyor: “Eğer yetişkin kadınların yüksek yüzdesini susturur, mahcup eder ve görmezden gelirsek, daha adil ve şefkatli bir toplum yaratma şansını kaçırırız. Toplumun, bekar çocuksuz kadınlar için; içinde yanlış, bozuk bir şeyler olduğuna dair geliştirdiği bakış açısına katılmamayı seçtim. Anne olarak özlenen kimliğimin kaybına üzülmek yerine, yeni kimliğimin gelişmesi için kendime şans tanıdım.”

Day, anne olmamayı seçtiği veya anne olamayacağı için kadınlara kendini eksik ve suçlu hissettiren eril aile kurgusuna böyle itiraz ediyor. Hiç sorulmadan üzerine yapıştırılan bir kimliği kenara koyup, ihtiyacı ve beklentisine uygun bir kimliği giyiniyor ve bu süreçte toplumun ikiyüzlü ve sakil değerlerini fark etmemizi bekliyor: “Çocuksuz erkeklerin genel olarak nasıl basitçe ‘Henüz baba olmamış’ diye değerlendirildiklerini, sadece ‘bekar’ ve ‘kız kurusu’ kelimelerinin arasındaki farkı tartarak görebiliriz.”

ANNE KİMDİR?

Anne; sırf bedeni bir canlının oluşmasına imkan tanıyan özelliklere sahip diye sosyolojik ve tarihsel yükler de üstlendirilmiş, Selma James’in deyişiyle “Biyolojik katkısı sorumluluğu olmuş” kadındır. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının sinsice güçsüzleştirdiği en geniş kesimdir. Bunu yaparken annenin kutsallığı argümanıyla olası tüm itirazları savuşturur ve bu yücelik üzerinde küresel mutabakatı sağlayana kadar sömürür duygularımızı. Yapış yapış bir romantizm. Annelerimize bizi dünyaya getirdikleri için teşekkür etmek bile var oluşlarını sorgulamamıza neden olan cinsiyetçi bir yaklaşım.

Oysa haksızlıkları, şiddeti ve ayrımcılıkları perdeleyen kutsal anne mitini unutup, rolünün altında ezilmesine göz yumulan anneyi konuşmalıyız. Bir canlıyı dünyaya getirebilmenin bir mucize değil, basit bir biyolojik süreç olduğunu fark etmekle başlayabilir her şey. Hayatımızda bu türden ‘mucize’lere yer vardır veya yoktur. Bir canlıya doğana kadar ev sahipliği yapabilecek kadar sağlıklı bir bedene sahip olabilir veya olamayabiliriz. Bir çocukla yaşamı, olanakları ve hikayeleri paylaşmaya elverişliyiz veya değilizdir. Bir anneden, yine toplumsal cinsiyet belasına beklenen fedakarlığın kişiliğimizde bir karşılığı olmayabilir. Annelerin de tembelliğe, bencilliğe, pasaklılığa hakları var! Kendileri için hayal kurmaya, para harcamaya, diledikleri işte çalışmaya, çalışmamaya, sosyalleşme ve kültürlenmeye, seyahat etmeye, dinlenmeye, yemeğin en lezzetli yerine, yalnızlığa, uykuya, sinemaya, spora, kendine ait bir odaya hakları olduğu kadar! Ve kadınların çocuk sevmeme hakları da var.

Ben kadınlara anneliğin kültürler vasıtasıyla öğretilmiş olmasına kederle bakarım. Koşulsuz ve sınırsız sevginin yalnızca insan türünün birbiriyle ilişkisinde ortaya çıkmadığını bilirim. Ben bir kedi annesiyim. Bir insan evladım olmasını hiç istemedim. Sevgiler hiyerarşisinde insan türünün piramidin tepesinde konaklıyor olmasına hep itiraz ettim. Anne olmak için doğurmak ve ille bir insan doğurmak gerekmediğini anladığımdan beri yaşam hakkıyla bağımın güçlendiğini fark ediyorum. Ve annesi olduğum üç tüylü canlıyı başyapıtım olarak görmüyorum.

Feminizmin annelik eleştirisi aslında anneliği kendi diktiği kundağa sarıp öğrenilmiş çaresizliğe dönüştüren erkek aklın eleştirisidir. Benim kadın kalemim, öğretilmiş anneliğin sevimsiz ormanında yolunu kaybetmiş ve delirmemek için düzene ayak uydurmak zorunda bırakılmış her bir kadın-anneyi tenzih eder.

ÖNCEKİ HABER

Gülmen ve Özakça’yla dayanışma sürüyor

SONRAKİ HABER

Eğitim Sen: Gülmen ve Özakça’nın talepleri kabul edilsin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa