07 Mayıs 2017 03:34

16 Nisan’dan sonra: Ara rejim sürüyor

Fatih Yaşlı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, yeniden AKP’ye üye olmasını ve 2019’a kadar ortaya çıkan tabloyu yazdı.

Paylaş

Fatih YAŞLI

Tayyip Erdoğan’ın AKP Genel Merkezi’ne gidip partiye yeniden üye olduğu 2 Mayıs gününün akşamında, ajanslar şöyle bir haber geçiyordu: “Cumhurbaşkanı, Başbakanı Beştepe’de kabul etti.” Makamlar ve devlet hiyerarşisi açısından düşünüldüğünde ortada bir tuhaflık yoktu elbette ama parti hiyerarşisi açısından düşünüldüğünde durum ilginçti. Çünkü 2 Mayıs itibariyle henüz AKP kongresi toplanmadığı için Erdoğan genel başkan değil sıradan bir parti üyesi konumundaydı ve partinin genel başkanı olarak Yıldırım, “sıradan” bir parti üyesinin ayağına gidiyordu.

Yazıya böyle başlamamın nedeni, içinde bulunduğumuz durumun garabetine işaret etmek. 16 Nisan 2017’deki şaibeli referandum neticesinde Türkiye’de rejim değişikliği anayasal statüye kavuştu ve “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen, başkanlıkla alakası olmayan, bir tür meşruti monarşiyi andıran ama kimi noktalarda ondan bile geri “ucube” bir rejime geçildi. Ancak, sisteme tam olarak geçiş için seçimler bekleneceğinden henüz sistem resmi olarak yürürlükte değil; yine de buna rağmen Erdoğan 2 Mayıs 2017 itibariyle “partili cumhurbaşkanı” oldu ve 21 Mayıs günü yapılacak kongrede de genel başkan olacak. 

Bu ise, eğer seçimlerin 2019’da yapılacağını varsayarak söyleyecek olursak, önümüzdeki iki yıl boyunca şöyle bir tabloyu ortaya çıkaracak: Henüz anayasadaki tarafsızlık ilkesi varlığını koruduğu halde, değişen anayasa henüz yürürlüğe girmediği için, tarafsız cumhurbaşkanı resmen partisinin genel başkanı olacak. Aynı şekilde, yine anayasanın değişmeyen hükümleri gereği, referandumdaki yüzde 51’le partili olmasının önü açılan cumhurbaşkanı, “Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil edecek, anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetecek, gerekli görürse yasama yılının ilk günü TBMM’de konuşma yapabilecek, TBMM adına TSK’nın başkomutanlığını temsil edecek, genelkurmay başkanını atayacak.” Yani Erdoğan, “resmen partili cumhurbaşkanı” olsa da diğer anayasal değişiklikler ancak seçim sonrası yürürlüğe gireceği için rejimin fiili karakteri bir süre daha devam edecek, kâğıt üzerindeki parlamenter sistem, varlığını seçimlere kadar devam ettirecek ama bir farkla: Cumhurbaşkanının partili olduğu bir geçiş süreci yaşanacak. 

Peki bu “rejim inşası”açısından ne anlama geliyor? Bu soruya yanıt vermeden önce Evrensel’e ilk kez konuk olduğum için, yaşanan dönüşüme dair yazılarımda ve kitaplarda yaptığım kavramsallaşmayı ve “rejim inşası” ile ne kastettiğimi okurlar kısaca hatırlatmak isterim. 

Türkiye’de AKP eliyle bir dönüşüm yaşandığı herkes tarafından kabul edilmekle birlikte, dönüşümün nasıl adlandırılacağı ve tarif edileceği konusu, doğal olarak bir tartışma konusu olmuştur. Benim kavramsallaştırmama göre, yaşanan dönüşüm “rejim değişikliği” olarak adlandırılmalıdır. AKP, dinsel-otoriter-neoliberal bir rejim inşa etmekte, egemenliğin kaynağını ve sahipliğini değiştirmekte, iktidarın sarayda ve tek adamda toplandığı bir parti-devleti yapısını adım adım hayata geçirmektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise bu inşa sürecinin en kritik evrelerinden birini teşkil etmektedir. O tarihten itibaren, Türkiye kâğıt üzerinde parlamenter sistem olarak görünmeye devam etse de, fiili olarak “başkanlık sistemi”yle ve saraydan yönetilmeye başlanmıştır. Zaten Erdoğan da bu durumu gayet veciz bir ifadeyle “parlamenter sistemi bekleme odasına aldık” diyerek ortaya koymuştur. Bu ise Türkiye tarihinde anayasal düzenin darbe dönemleri dışında ilk kez sivil bir iktidar tarafından ve gayriresmi bir şekilde askıya alınması anlamına gelmektedir. Yani Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte ortaya ilan edilmemiş ve gayriresmi bir ara rejim çıkmıştır.  

İşte anayasa değişikliği, devam etmekte olan fili durumun anayasal statüye kavuşturulması için yapılmıştır ve dolayısıyla iktidar açısından “ara rejim”den çıkış anlamına gelmektedir. Ancak anayasa değişikliklerinden sadece Cumhurbaşkanının partili olması uygulaması hemen hayata geçirileceği ve geri kalan düzenlemeler yapılacak ilk seçimden sonra yürürlüğe gireceği için ara rejimden çıkılamadığı gibi ortaya “tuhaf” bir durum çıkmıştır. Parlamenter rejim ve ona göre konumlandırılmış cumhurbaşkanı, anayasal olarak varlığını devam ettirecek, fakat öte yandan cumhurbaşkanı resmi olarak partisinin lideri olacak ve devlet böyle yönetilecektir; bu ise anayasa, anayasal düzen ve devlet aygıtının işleyişi bakımından zaten mevcut olan garabetin iyice derinleşmesi anlamına gelecektir.

Tam da bu nedenle, önümüzdeki dönemde rejimin herhangi bir şekilde istikrara kavuşması da, normalleşme de mümkün görünmemektedir. 15 Temmuz sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal’in yanı sıra, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri devam eden ilan edilmemiş “ara rejim” 16 Nisan’dan sonra da varlığını devam ettirecek, rejimin dost-düşman ikiliği üzerine kurduğu siyaset anlayışı ve kutuplaştırarak yönetme stratejisi sürecektir. Referandumun ortaya koyduğu üzere toplumun en az yarısını karşısına alan bu stratejinin sürdürülür olup olmadığını ise içeride ve dışarıda yoğunlaşan krizle birlikte toplumsal muhalefetin ne yapacağı gösterecektir.

ÖNCEKİ HABER

Rüyaları eksik kalan iki çocuk: Muhammet ve Furkan

SONRAKİ HABER

İslamcılar Saray Pelikanlarına yem mi olacak?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...