06 Mayıs 2017 01:21

Avrupa’da üç seçim birden

Avrupa'nın gündeminde Fransa,İngiltere ve Almanya'daki seçimler var.

Paylaş

Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu 23 Nisan’da gerçekleşti ve Bankacı Emmanuel Macron ile aşırı sağcı Marine Le Pen ikinci tura kaldı. İlk turun akşamı elenen merkez sol ve sağ partilerinin adayları François Fillon ve Benoit Hamon derhal Le Pen’e karşı Macron’u destekleme çağrısında bulundular. Hemen ardından Cumhurbaşkanı, Başbakan, tüm yeni ve eski bakanlar da aynı çağrıyı yineledi. Ardından işçi sendikalarının önemli bir kısmı, insan hakları dernekleri, üniversite rektörleri, hocaları, sinema oyuncularının açıklamaları geldi. Hatta ABD’den Barack Obama bile Macron için çağrı yaptı. Le Pen’e karşı Macron’un arkasında hizaya geçilmesi yönünde estirilen bu kasırgaya rağmen antiliberal solun adayı Jean-Luc Melenchon bu yönlü çağrı yapmayı reddetti. Mediapart’tan Christophe Gueugneau bunun nedenlerini yazdı. 

SEÇİMLER VE GÖÇMENLER

Almanya’da da federal seçimler yaklaştıkça muhafazakar partiler yine göçmenler üzerine tartışma başlatarak oy toplamaya çalışıyor. İçişleri Bakanı Thomas de Maizière bu tartışmalara Almanya’nın bulvar gazetelerinden Bild am Sonntag’a yazdığı “Biz burka değiliz!” başlıklı bir yazıyla katıldı. Maizière’in, 10 maddeden oluşan entegrasyon bildirgesi, geniş çevrelerce milliyetçilerin ağzından konuşup partisi CDU’yu (Hristiyan Demokrat Birlik), küskünlerin gönlünü alarak AfD’den de oy çalarak, güçlendirmeye çalışması olarak değerlendirildi. 

BİR SEÇİM DE İNGİLTERE’DE

İngiltere’de, Haziran 2016’da gerçekleşen Brexit referandumu sonrası, AB üyeliğinde kalma yönünde kampanya yürüten iktidar ve ana muhalefet partileri, halen planlı ve programlı bir Brexit planı sunmakta zorlanıyor. İktidar partinin parlamentoda sadece 12 milletvekilli çoğunluğu ve ana muhalefet partisinin anketlerde ortaya çıkan düşük oy oranı, Başbakan Theresa May’in erken seçime gitme kararında etkili oldu ve genel seçim sonrası partisinin daha güçlü çıkacağını inanıyor. İngiltere’nin günlük “sol” gazetesi, The Morning Star, İşçi Partili milletvekillerinin, kendi liderlerinin neden başbakan olamayacağını tartışmaları yerine nasıl başbakan olabilir tartışmaları yürütmeleri ve genel seçimle Brexit’in karıştırılmaması gerektiğini savunuyor. 


CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNDE BOŞ OY KULLANMA TARTIŞMASI*

Christophe GUEUGNEAU
Mediapart

“Boyun eğmeyen Fransa” hareketinin cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda alması gereken tavrı belirlemeye yönelik iç oylamada, 450 bin üyenin 240 bini oy kullandı. Bunların yüzde 36.12’si boş ya da geçersiz oyun kullanılması, yüzde 34.83’ü Emmanuel Macron için oy kullanılması ve yüzde 29.05’i ise oy kullanılmamasını istedi. Ortaya çıkan durum Jean-Luc Melenchon’un açıkça kime oy kullanacağını söylemeyi reddetme tavrına çok uygun. 

Jean-Luc Melenchon’un deyimiyle “Daha ileriden bir arada kalmak” için bu iç oylamayla bölünme yaşandı. (...) Bu iç oylamaya aslında bir anket denilmesi daha doğrudur zira sonuç ne olursa olsun “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketi zaten merkezi bir tavır belirlemeyi daha baştan reddetmişti. Oy kullanabilir yaklaşık 450 bin içinde sadece 243 bin 128 “boyun eğmeyen” kişi görüşünü ifade etti. (...) Çıkan sonuca göre oy kullananların 3’te 2’si Ulusal Cephenin Adayı Marine Le Pen’e karşı kurulan “baraja” katılmayı reddetti. Hareket önceden “hiç bir oy Marine Le Pen’e gitmemeli” diye çağrı yapmıştı (...) Yalnız 2. turda izlenmesi gereken seçenek konusunda bölünmüş durumda. Bu ise Jean-Luc Melenchon’un izlediği (Farklı tercihleri hareketi bölünme nedeni yapmama) stratejisini haklı çıkartıyor. 

Ne 1. tur akşamı yaptığı konuşmada, ne de cuma günü YouTube aracılığıyla yaptığı açıklamada ikinci tur için hiç bir oy talimatı vermedi. Hatta kendisinin nasıl oy kullanacağını da belirtmedi, fakat oy kullanmaya gideceğini ve kesinlikle Marine Le Pen’e oy vermeyeceğini belirtti. 

BÖLÜNMEYİ ENGELLEME TUTUMU

Jean-Luc Melenchon yayınladığı videoda 2. tura kalan Emmanunel Macron’ın “Boyun eğmeyenlerden”, antifaşist bir oy, aşırı sağa karşı bir oy değil de destek oyu vermelerini istemesini eleştirdi. Taraftarlarına, “Hayır biz bu projeye onay vermiyoruz. Fakat bu benim, bir kişi olarak yapmam gerekeni yapmama engel değil. Gidip oy kullanacağım, çünkü her şeyden önce benim programımda oy kullanma zorunludur. Ne yapacağım konusunda ise, bunu bilmek için büyük bir deha olmak gerekmiyor, peki neden söylemiyorum? Hep birlikte bir arada kalabilmeniz için. Ne yapacağımı söylersem sizleri bölerim” diye seslendi. 

Geçenlerde hareketin kadrolarından birisi net bir tavır belirlememe tercihini “Ulusal Cepheden kurtardıkları seçmenleri ya da tersten geleneksel sola oy veren seçmenleri kaybetmemek” için olduğunu belirtiyordu. Aşırı sağa kesinlikle hoş görülü davranmayacaklarını belirtiyor ama bu taktiğin, en azından şimdilik, hareketlerine zarar vermediğini düşünüyorlar. 

Söylediklerine göre 23 Nisan’dan bu yana 60 bin yeni kişi hareketlerine üye olmuş. Diğer taraftan “son sekiz gündür” kampanya sürecinde çalışmaya pratik olarak katılmayan birçok kişi destekleme örgütlerinde yer almaya başladı. Daha da ötesi, “Boyun Eğmeyen Fransa” içinde, iki tur arasında yaşanan bu iç tartışmalar eğer pazar günü (yarın) Emmanuel Macron seçilirse hemen unutulur. Tersini düşünmek mümkün değil. 

HAZİRAN’DA MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ VAR

Hedefte olan ise esas olarak yaklaşan 3. tur, yani (haziranda gerçekleşecek) milletvekili seçimleri. Jean-Luc Melenchon’un kampanya müdürü ve kendisi de Toulouse şehrinde milletvekili adayı olan Manuel Bompard’a göre “Cumhurbaşkanlığı seçimleri hiç bir sorunu çözemeyecek. Esas tercih milletvekili seçimlerinde olacak”. 

Sol Partinin Koordinatörü Eric Coquerel’e göre “Bu milletvekili seçimlerinde 3 olanak var: Macron’a Mecli’te çoğunluk vererek eskisi gibi devam etmek, Le Pen ile kimlikçi, ırkçı ve yabancı düşmanı seçenek ve ya da “Bizim sunduğumuz seçenek”. Ona göre insanlar (dar seçim bölgeleri engelini) ulusal bir refleksle aşarak “Boyun Eğmeyen Fransa” nın adaylarına oy kullanacaklardır. İşte (seçimleri dar seçim bölgelerinden çıkartabilecek) bu ulusal refleksten hareket ederek Jean-Luc Melenchon bu seçim bölgelerinden birisinde aday olabilir. Lille, Marsilya ya da Toulouse gibi “Boyun Eğmeyen Fransa” nın adayının en yüksek oy aldığı şehirlerde aday olabileceği ifade ediliyor. 

ORTAKLAŞMAK MÜMKÜN MÜ?

Fakat başka ciddi bir sorun daha var : “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketi ile potansiyel müttefikleri, yani “Ensemble” hareketi ve “Fransız Komünist Partisi” (PCF) ile kurulacak ittifak. Şu ana kadar ulusal düzeyde komünistlerle herhangi bir anlaşma sağlanamadı. Salı akşamı merkezi düzeyde yeni bir toplantı düzenlendi ama birkaç saat önce PCF’nin sekreteri Pierre Laurent, “Boyun Eğmeyen Fransa” nın içinde olsun ya da olmasın “seçim bölgelerini kazanmamızı sağlayacak tüm güçlerle bir araya gelme” ve “mecliste halkın gücü” sloganı etrafında “ortak bir kampanya” yürütmeyi öneriyordu. Fakat bu çağrı yankı bulmadı. Zira her şeyden önce “Boyun Eğmeyen Fransa” hareketi zaten bir “çatı örgütü” olarak kuruldu, ve milletvekili seçimlerinde “Boyun Eğmeyen Fransa”nın desteğini alan adaylar angajman şartına imza atıyor ama istedikleri partiye üye olmaya devam edebiliyorlar. İkinci neden ise PCF bu koşullarda kendisini dayatabilecek durumda değil. “Boyun Eğmeyen Fransa”nın bir yöneticisi açıkça şunu ifade ediyor: “Mantıklı olan, herkesin 7 milyon oy alan programın etrafında bir araya gelmesidir”. 

* Yazının orijinal başlığı: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. Turunda “Boyun eğmeyen Fransa” hareketi içinde beyaz oy ve oy kullanmama ağırlıkta
(Çeviren : Deniz Uztopal)


ÖNCÜ KÜLTÜR TARTIŞMASINI YENİDEN ALEVLENDİRMEYELİM

Friedhard TEUFFEL
Der Tagesspiegel

Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière, Bild am Sonntag gazetesinde göçmenler üzerine iki soruya cevap verdiği iki sayfalık bir yazı yayınladı: “Biz kimiz?” ve “Kim olmak istiyoruz?” 

Kullandığı iki kavram, tüm yazdıklarının üstünü örtüverdi: Öncü kültür ve burka! 

Burka çok iyi bir yazı başlığı olur. Bu konuda Maizière’in suçlanacak yanı yok. Yazdıklarının dikkate alınarak okunmasını isteyen böylesi abartmalara kaçabilir. Bakan; “Biz burka değiliz!’ diyor. Böyle bir şeyi iddia eden veya böyle bir durumdan korkan mı vardı ki? Sanki Alman sokaklarında burkadan geçilmiyor. Hatırlıyor musunuz ne zaman bir tane gördünüz? Burka, göç tartışmasının odak noktası değil sadece karanlık yanı. Ve bu karanlık yan, Maizière’in göçmenlerin uyumu için gerekli gördüğü “10 emir” e girerek yine göç tartışmasının rengini belirledi.

Öncü kültür meselesi aslında çoktan rafa kaldırılmış gözüküyordu. Ancak İçişleri Bakanı, kavramı yeniden ortaya çıkardı. Bu kavram etrafında dönen tartışmanın toplumu herhangi bir biçimde ileri taşıdığı söylenemez. Bir zamanlar sürdürülen öncü kültür tartışmalarından bu yana çok şey oldu. 

Almanya’ya birçok insan göç etti. Toplumun bazı kesimleri göçmenlere yardımda zorlandı, bazıları göçten korktu. Bu göç yaşanmasa meclise girme şansını elde etmiş olamayacak bir parti (aşırı sağcı Almanya için Alternatif, AfD) var. Yaşanan tüm bu gelişmeler ışığında derin bir nefes alıp tüketilmemiş kavramlarla yeni bir başlangıç yapılması gerekmez mi?

De Maizière’in yazısı bazı doğru saptamaları ve eğitimin önemi, Almanya’nın bir kültür ulusu olduğu gibi içi boşaltılmış kalıplaşmış sözleri içeriyor. Korkulması gereken bakanın da öncü kültür çatısı altında sürmekte olan refleks ve karşı refleks düellosuna katılmış olması. Bu sayede kavramlar ve politik akımlar üzerinde egemenlik kurmak istediği iddia edilse de bundan etkilenen gerçeklerin olduğu gibi görülmesi olacaktır.

Bakan, milliyetçilikle ilgili olarak‚ her şey geride kaldı, milliyetçiliği yendik’ diyor. Halbuki, şimdilerde kendilerinin ‘halk’ olduğunu iddia eden, aydınlanmış yurtseverlikle hiç de ilgisi olmayan bazıları, onun yendik dediği milliyetçiliği daha da arttırmak için çaba harcıyorlar. 

Geçmişin öncü kültür tartışmalarını tekrar gündeme getirmek kaybedilmiş zamandan başka bir şey değil. Çok daha önemli olan konular ve yapılması gereken şeyler var. Çatışmaları çözme konusunda şimdiye kadar var olan sağ-sol, liberal-muhafazakar farklılıkların yavaş yavaş kaybolduğu gözleniyor. Bu, özellikle göç tartışmasında daha açık görünüyor. De Maizière, insanlara yönelik muamelemizde tartışılması imkansız olanlarla (tabular), tahammül edilmek zorunda olanlar arasında ayrım yapmamız gerektiğini yazmış.. Tartışılamayacak olanları oldukça açık ifade etmiş; bunlar temel değerlerin kabullenilmesi ve karşılıklı saygının korunması. Toplumun neye tahammül etmek zorunda olduğu konusunda ise söylediği bir şey yok. Tahammül edilecekler arasında burkanın olmadığı ise herkesin kabul ettiği bir şey.
(Çeviren: Semra Çelik)


SEÇİMDE KAZANMAK İÇİN İŞÇİ PARTİSİ VE DESTEKÇİLERİ NE YAPMALI?

Morning Star
Başyazı

Muhafazakarlara karşı seçim savaşını güçlendirmek için İşçi Partisi aktif üyelerine ve destekçilerine 20 adımlık bir program sundu. Bu plan işçileri en çok ilgilendiren sorunları ele alıyor ve Başbakan Theresa May’in aksine zengin azınlığın çıkarına değil halka yararlı politikalar sunuyor.

Ekonomik politikaları hakkında tartışmalara girmemeyi tercih eden Theresa May, bu yüzden İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn ve diğer parti liderleri ile televizyon ekranlarında tartışma teklifini reddetti.

Theresa May, Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkışı sürecinde müzakerede kendisinin daha yetkili olabilmesi için, bu seçimin gerekli olduğuna seçmeni inandırmak istiyor. Bu bir saçmalık. Seçmenler, geçtiğimiz haziranda, Brexit için karar verdi. O seçim bitti. AB için milletvekillerinin veya Britanya başbakanının kaç oy aldığı önemli değil.

Yunanistan’da Aleksis Çipras’ın hükümeti de mali krize karşı tutumundan dolayı seçmenler tarafından yoğun destek görmüştü fakat AB’nin cevabı çok netti, ulusal demokrasi AB kurallarını çiğneyemez.

Muhafazakarların 8 Haziranı “Brexit seçimleri” yapmak için uğraşma tutumu, (aşırı sağcı) UKİP ve Liberal Demokrat Partiler tarafından kopyalanıyor. Her biri kendilerini AB’de kalma ya da çıkma yanlısı milyonlarca seçmenin kurtarıcısıymış gibi göstermek istiyor.

AB’den ayrılma kararı verildi ve yerine getirilmeli. Seçim günü mevzubahis Britanya’nın o tarihten sonra nasıl bir yol çizeceğidir.

Theresa May, Eski Başbakan David Cameron ve Maliye Bakanı George Osborne’nun kapitalist kemer sıkma politikalarına boğazına kadar batmıştı. AB referandumu sürecinde de onların AB’de kalmaktan yana pozisyonlarını desteklemişti ve içişleri bakanı olduğu süreçte göçmenliğe karşı tutumu ile hatırlanıyor (Vize sürelerini geçirmiş insanları tutuklamakla tehdit etmişti).

Yani genel seçim çağrısının arkasında kişisel olarak daha fazla yetkiyi eline almak, aynı zamanda Cameron ve Osborne’nun daha önceki seçim sürecinde verdikleri emekli maaşlarını koruma ve vergileri yükseltmeme sözlerine bağlı kalmak zorunda kalmamak yatıyor. (…) Theresa May’in sorulan sorulara sinsice verdiği cevapları gösteriyor ki, Maliye Bakanı Philip Hammond ile beraber, kendi işinde çalışan herkesin vergisini yükseltmeyi, emekli maaşlarının değerini düşürmeyi, sosyal yardımlardaki kesintilere devam etmeyi, kamu işçilerinin maaşların dondurulmasına devam etmeyi ve İngiltere’de eğitim ve sağlıkta gereken yatırımları kesmeyi planlıyor.

Hiç şüphesiz acımasız kemer sıkma politikalarını incelemek yerine, medya ve seçmenlerin sanal gerçeklikte haziran 2016’da yapılan ve hiçbir şeyi artık değiştirmeyecek bir referanduma yoğunlaşmasını tercih ediyor. 

Diğer yandan İşçi Partisinin planladığı değişikler -mesela asgari ücretin geçinmeye yetecek ücret haline getirilmesi iş sektörlerinde toplu sözleşme haklarının genişletilmesi ve kamu işçilerinin maaş sınırının kaldırılması - düşük hayat standartlarını, özellikle çalışan ailelerin yaşadığı yoksulluğu çözmek için önemli adımlar olacaktır.

İşçi sınıfının yoğunlukla yaşadığı bölgelerdeki yaygın güvensizlik tüm işçilere, işçi haklarının tamamını ilk günden vererek; hamilelik iznini daha güçlü koruyarak, işverenlerin yerel işçilerden daha ucuza çalıştırmak için yurt dışından ucuz işçi almasını yasaklayarak ve kamu sözleşme şartlarını kullanarak bu durum giderilebilir. Sendikacılar kendilerine karşı kurulmuş bir dengenin düzeltilmesi için bunların ne kadar önemli olduğunu anlıyordur.

Eski İşçi Partili Bakan John Prescott’un geçen hafta sonu İşçi Partisine ihanet ettiği için eski patronu Tony Blair’e attığı fırça, Jeremy Corbyn’nin başbakan olabilmesi için elinden geleni yapmak yerine neden başbakan olamayacağına dair sürekli gerekçe arayan İşçi Partili asilzadelere, bağışçılarına ve imaj saplantısı olanlara, örnek olsun.
(Çeviren: Çınar Altun)

ÖNCEKİ HABER

TÜPRAŞ kadın işçileri: Haklarımızı tırnaklarımızla kazandık

SONRAKİ HABER

Yüreğimizin attığı yer Ankara...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...