23 Nisan 2017 01:40

Sıradan hayatların olağanüstülüğü

Ayşen Güven, Müzisyen Fulya Özlem'in ilk kitabı Ekmek Fabrikası Tanrıçası'nı, Evrensel Pazar'a yazdı.

Paylaş

Ayşen GÜVEN*

Çoğu zaman hayatlarımız bizzat bize sıradan, rutin, özelliksiz hatta mânasız görünür. Etrafımızı ağız dolusu sarmış “biriciksin, biriciksin” kakafonisi kendini gerçekleştirirken, sıradanlığımızın hafifliği de uçar gider. En güzel gözlü, en pürüssüz tenli, en pahalı elbiseli, en moda koltuklu olmak ya da olmamak bütün mesele gibi hayatımızda baş rolü kapar böylece. Sonrası, operatör tarifeniz, mevsim çileğini aldığınız market, çamaşır sepeti bile “size özel(miş)” gibi pazarlanır. Ta ki herkes gibi olduğunuzu, kerametinizin ise küçücük nüanslarınızda saklandığını fark ettiren bir şeyler olana kadar. Müzisyen Fulya Özlem ilk kitabı “Ekmek Fabrikası Tanrıçası” ile bana en çok bunları düşündürdü. Nadide her şeyi seven, cımbızlayan yazar, ilk öykü kitabında da “sıradan” hayatlarımızın olağanüstü hikâyelerini yakalamış. Belli ki o erken fark edenlerden. 

Şarkıcı-şarkı yazarı Özlem, bugüne kadar müziğinde şehrin ara sokaklarında tutunmaya çalışan rebetikoları, nihavend makamlarını, taş plak notalarını hatta ülkeye yavaş yavaş giriş yapan İspanyol tınılarını bile kaçırmamış. Sanki öyküleri de müziği gibi aynı sokakları adımlıyor. 

Tüm olağan gariplikleriyle sizi muhteşem bir seyahate çıkaran “Ekmek Fabrikası Tanrıçası”,  yazarın müzisyenliğinin avantajlarını başından sonuna tempo tutarak kullanıyor. Lezzetli ironisiyle ekmeğin kalıbında devrime giden tanrıça, mutlu bakışlarını arayan bir kadına, bir zamandan başka zamana uzanan hanımefendilere, dünyanın her yerine eşit uzaklıktaki bir intihar hayaline, çalışma hayatının acımasız çarkına “proleterya terapisi” ile çare aramalara varan bir gündelik macera kitabı bu.

Yazar bir dolu arayış içindeki kahramanları ile yalnızlığa da kadeh kaldırıyor. Ama “ıssız adam/kadın” triplerine bulaşmadan, çare de vadetmeden ama belki onun da tadını almayı bilmeyi öneren bir bakışla... Kâh eski zamanda kâh şimdide kâh Almanya’da kâh Tarlabaşı’nda geçen hikâyeler hiçbir zamana mekâna ait değil gibi. Öte yandan atmosfer tasvirleri zengin, sizi de kolayca oyuna dahil eden bir sıcaklıkla sokuluyor yanınıza. 

Biraz savrulmuş, biraz hikâyeleri solmuş, bir köşede unutulmuş insancıkların canına can katan kitaba Gülsüm Öykü Doğan’ın çizimleri de el verince değmeyin keyfine okurun manzarası doğuyor. 

Fulya Özlem, hoyrat bir rüzgar gibi geçen günlerimize ayraç koyup; naif, sevdalı, tutkulu, hayalci, düzen tutmaz, yaramaz yanlarımızı dürtüyor. “İnsanları, onları seversem başıma geleceklerden korkmaksızın seviyordum o zamanlar” cümlesinin hüznünü son nefesini dilini anlayan birine saklayan Maide Teyze ile tamamlıyor. Fantastik televizyon dünyamızın gerçek İsa peşindeki hararetinden, bir imkansızı bir Papazoğlu’nu seven hatun kişiye de değip dokunurken yazarın satırları, tebessüme sebep olmadan bitirmiyor. 

Absürt, mistik, gerçeküstü, felsefi, trajikomik tonların hepsini yakalayan kitap bütün bunlarla bizi sıradanlığımızın muhteşemliğine sürüklüyor. Belki meşhur belki memur belki çarşıda belki karşı kıyıda yazar ve kendine dair sorularının dizgisi bu kitap sanki. Yani Fulya Özlem’in ağzından söylersek, “Herhalde burada ya çoktan öldüm ya da anamın karnından doğmadım henüz.” 

* [email protected]

ÖNCEKİ HABER

İşgal edilmiş şehrin tomografisi

SONRAKİ HABER

Bedel

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...