26 Mart 2017 02:00

Bu Türkler çok oluyor!

Nuray Sancar, Evrensel Pazar'a Türkiye'nin gerilimli dış siyasetini ve gerilimlerle beslenen iç siyasetini yazdı.

Paylaş

Nuray SANCAR

Bir zamanlar bir kot pantolon firması “çok oluyoruz” sloganıyla reklamlar yayınlardı. Bu reklamlardan birinde, Türkiye’den gelen kot pantolonun, güya ABD’de piyasayı sallamasından rahatsızlık duyan bir şirket yetkilisi, bir diğerine hesap sorar:  “Türkiye’de neler oluyor George?” George da aynı hammaddeyi kullandıkları halde daha iyi kot yapan firmanın artılarını ezilip büzülerek sayar. Muhabbet, patronun “Bu Türkler çok oluyor” bağırtısıyla biter.

Bir reklama konu olduğu sürece sadece gülümseten, başkalarının Türkleri kıskandığı iması şimdilerde siyasi iktidarın dilinden düşmeyen bir propaganda söylemi oldu. Avrupa, bakanların propaganda toplantılarını mı yasaklıyor; öyleyse yaptığımız köprüleri, yolları kıskanıyor! İçinde THY’nin de bulunduğu Ortadoğu’dan kalkan kimi uçaklarda elektronik cihazların kabinde taşınmasına yasak mı geliyor; yasaklı diğer 7 ülke hiç önemli değil. Esas mevzu “İstanbul 3. Havalimanı, tamamlandığında uluslararası transit yolcu piyasasındaki denklemin bütünüyle değişecek olması.” Yani gene kıskanıyorlar! Çıkan her siyasal sorunun kaynağı; gelişen, kalkınan, kendisini Avrupa’nın dinamosu gören Türkiye’yle rekabette zorlanan ülkelerin kıskançlığından ibaret. Bu sebepten, yedi düvel “yükselen level’larda engel olma, çelme takma” gayreti içinde!

Neredeyse her yıl ya bir seçim ya da referandumla seçmen yoklaması yapan, seçim aralarında da anketlerle idare eden ve böylece “yüzde elli civarındaki oy miktarı sabit mi değil mi” diye ölçmeden duramayan bir siyasi iktidarın zamanının önemli bir bölümü, sürekli tribünlere oynamakla geçiyor ister istemez. Reklam ile propaganda arasındaki ayar kaçınca da Türkler hep çok olmak, ötekiler de kıskanmak zorunda. Ancak bu böbürlenme sadece bir propaganda lafzı değildir. Aynı zamanda yönetenlerin yönettikleri ülke ve kendileriyle ilgili algının da tercümesidir. 15 yıldır kesintisiz akan karşılıklı ya da karşılıksız sıcak parayla semiren, rant kaynaklarının kolay ve çabuk yoldan kendilerine açıldığı, şimdi de aynı kolaylık ve çabuklukla dünya pazarlarını sallama emelindeki yeniyetme sermaye sınıfının hiçbir manevraya ve sabra müsait olmayan ruh halinin yansımasıdır bu. Devletin alter egosunu da bu hırs yönlendiriyor. Ne var ki, bu hırsla kalkan hep zararla oturdu. Çünkü başka ülkelerde hem içeride hem de dışarıda işler yürüyebilsin diye oluşmuş görünüşte centilmence ilişkilere ve belirli bir hukuka dayalı düzen, bu bodoslamayı soğuracak nitelikte değildi. Kıskandığından değil yani. 

YORUCU VE BOĞUCU YÖNTEMLER

İşler bu taraftan tabi iki pek iyi gitmiyor. Suriye’de kıpırdayamaz hale gelmenin, Avrupa’dan durmadan rest görmenin, Rusya tarafından kale alınmamanın, İranla bozuşmanın, Yunanistan ile ada krizi yaşamanın, Bulgaristan’ın içişlerine burnunu sokup oradan ayar yemenin karşı tarafın kıskançlığıyla açıklanabilir hali kalmadı. Türklerin artık “çok olduğu” fikrinde birleşmiş görünen yedi düvelin siyaset piyasasını sallamak, kot pantolon satışı gibi kâr getiremiyor. Belli ki o ülkeler bu çemkirmelerden pek korkmuyorlar. Belki işlerine bile geliyor. Her gün bir ülkeyle gerilim yaşayıp sonra da yurttaşa ekrandan “ver mehteri”, “ver coşkuyu” yapmanın da havayı giderek yorucu, giderek boğucu hale getirmekten başka bir faydası yok.

Ne var ki bu oyunbozanlık tek taraflı değil. Kolay ajite olan bir Türk siyasetinin aşık attığı “kibar” Avrupa’nın artık çabucak heyheylenebildiği günlerden geçiyoruz. Rejim değişimi eşiğinden daha erken atlamaya çalışan Türkiye’nin karşısında yöntem, adap, muamele tarzı bakımından ondan hiç de geri kalmamaya çalışan ve hadi kıskanmak demeyelim ama, ona öykünen bir Avrupa siyaseti var. AB çatısında toplanan ülkelerin, tıpkı Türkiye gibi, vaktiyle elbirliğiyle ektikleri tohumlardan büyüyen fesat sayesinde kıta siyaseti ufaktan çatırdamaya başladı. Kendi halklarına, göçmen yurttaşlarına, birbirlerine düşmanlaşma sonucu veren bir rejim değişimini hep birlikte, birbirlerinden güç alarak gerçekleştirme yolunda Türkiye hükümetininkinden yavaş bir hızla seyretmiyorlar. Yurttaşların kendi aralarında ve yerli yurttaşların göçmenler karşısındaki kutuplaşmasının geldiği seviye, Türkiye siyasetinin bu durumu kanırtmasına gerek kalmadan Avrupa ülkelerinin kendi siyasetçileri tarafından yükseltildi. Bu ihtiyacı neden duydukları ayrı bir konu olsa da seçtikleri yolun başka bir çıkışa izin vermediğini söylemek yeterli olur.  

TÜRKİYE’NİN İÇ SİYASETİNİN BESLENMESİ

Türkiye’nin durumu bu yüzden bir tablo üzerine konulduğunda kendine uygun boşluğu bulan bir pazıl parçasına benziyor. Parçanın girintileri çıkıntıları, inişleri ve çıkışları, gocunmaları veya hırslanmaları Batı ülkelerinin her birinin açtığı boşluğa bazen rahatlıkla bazen itişip kakışarak yerleşiyor. Türkiye’nin gerilimleri diğer ülkelerin iç siyasetini onların Türkiye ile gerilimleri de Türkiye’nin iç siyasetini besliyor. Bir savaş cümlesini yazacak kadar birikebilecek damlanın yol açacağı tahribatı kimse düşünmek bile istemez. Ama bunu bir an bile aklımızdan çıkarmamak için her şey yapılıyor. 

Çünkü dünya zorlu bir değişimin eşiğinde. Referanduma sunulan Anayasa sadece memlekete özgü bir rejim değişimi tescilinden ibaret olmayacak. Geçen yüzyılın ikinci yarısında antifaşist mücadelelerin ve emek mücadelelerinin sonucunda yazılı olmayan bir dünya “Anayasa”sını, yazılı ulusal anayasaları önemli ölçüde terbiye eden emekçiler, şimdi bu büyük harfle yazılı Anayasanın ilgasıyla yüz yüzeler. Yani dünyadaki siyasal nüfuzun yeniden paylaşılmasına uygun bir Anayasa sorunu her yerde var. Türkiye’de bu durum sadece yazılı bir metinle belgelenmiş bulunuyor. Avrupa siyaseti ise… doğrusu geride kalmaya niyetli görünmüyor. 

Kıskanıyor çünkü!

ÖNCEKİ HABER

Koridor ve tecrit: Dekompozisyona doğru…

SONRAKİ HABER

Çeyrek asır önce ve bugün: Hilal, haç ve lokum

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...