25 Mart 2017 19:08

“50D Mücadelesini Verenlere Saldırılar Hala Devam Ediyor”

Bilimin ve insanlık değerlerinin araştırıldığı, sorgulayan gençlerin yetiştiği üniversitelerin varlığı gençlerin geleceğinin güvencesidir.

Paylaş

Muhammet Yasin Öztürk

İTÜ

Akademiye yapılan saldırılar üzerine İÜ İnşaat Fakültesi Ar.Gör.Cankat Tanrıverdi ve ihraç edilen İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Ar.Gör.Ezgi Pınar ile röportaj yaptık.

Nedir 50D, akademiye ne gibi etkileri oldu?

Ezgi Pınar: Madde 50 lisansüstü eğitimi düzenleyen bir madde, bunun altını çizmek gerekiyor. “Lisansüstü öğrenim yapan öğrenciler kendilerine tahsis edilebilecek burslardan yararlanabilecekleri gibi, her defasında bir yıl için olmak üzere öğretim yardımcılığı kadrolarından birine atanabilirler.” diyor. Bir yanlış anlamayı da düzeltmek gerekiyor; aynı şekilde bu 50d’liler de 33’lüler de master, doktora yaptıkları zaman boyunca 657 sayılı devlet memurları kanununa dahil olduğu için, maaşları, sigortaları yatıyor,sendikalı olabiliyorlar. Bursluluk söylemini bir argüman olarak kullanmaya çalışıyorlar; fakat sanılanın aksine bir burslu öğrenci statüsü yok.

Tamamen güvence olmadan bilimsel üretim olamaz. 50D’den 33’e, yani güvencesiz kadrodan güvenceliye geçiş ancak idari amirlerinizin onayıyla oluyor. Bu da akademiyi biat kültürüne itiyor. Bilimsel bilginin üretim sürecini, akademinin kendisini dejenere ediyor bu güvencesizlik.

50D döneminde ciddi kıvılcımlar birçok üniversitede oluştu. Asistan dayanışmaları kuruldu, o süreçten biraz bahseder misiniz?

E. Pınar: 50D ve mücadelesinin dalgası 2008-2009’da İstanbul Üniversitesi’nde başladı. 2008’de öğrenim süreleriyle ilgili değişiklik yapıldı. Daha çok Eğitim-Sen’in dahil olduğu mücadele süreci başladı. Bir taraftan hukuki mücadeleyle birlikte Eğitim-Sen dava açtı ve kazanım elde etti: Kamu hizmetinin sürekliliği ve iş güvenceleri bakımından. Tabii ki sadece hukuki bir mücadeleyle değil, yereldeki mücadele ile de alakalı. İkinci dalga da torba yasayla geldi; İTÜ’de o dönem doktorasını yapan arkadaşların birçoğu işten atıldı. “Güvenceli bir şekilde bilim üretmek istiyoruz” diyerek çadırlar kuruldu, eylemler oldu. Fakat 50D mücadelesini verenlere saldırılar hala devam ediyor. İstanbul Üniversitesi’nde KHK ile ilk atılan akademisyenler imzacılar değil, o zamanın 50D mücadelesi yürüten öğrenci temsilcileridir.

Şu anda aslında akademiye yine hukuksuz bir müdahale var.Çıkartılan bir çok KHK ile akademisyenler üniversitelerden uzaklaştırdı. Bu ihraçlarla ne yapılmaya çalışılıyor?

E. Pınar: Ben 50D’li çalışırken ÖYP ile İÜ’ye geldim, doktoramı bitirdikten sonra KHK çıktı, 50d’li oldum. Barış bildirisi imzacısı olduğum için sözleşmem yenilenmedi. KHK’dan sonra ÖYP programı kaldırıldı. Haklar kaybedildi diyebiliriz. Toplam 35000 gibi araştırma görevlisinin 15000’i ÖYP’li ve hepsi 50D’li oldu. İmzacı olmamız üzerine yapılan baskı uzun zamandır başımızın üzerinde sallanan bir sopa. İmzacı olanlar diyoruz ama FETÖ'cü olarak atılanlara sendikaları dahi sahip çıkmıyor; onlar çok daha zor durumdalar. Dün kol kola girdikleri insanlar bu gün yüzlerine bakmıyor.

Barış bildirisi imzacıları üzerindeki baskı aslında birilerini cezalandırıp birilerini susturma stratejisinden ziyade topyekün Türkiye’deki muhalif, demokratik akademisyenlerin tasfiyesi. Eleştirel düşüncenin olmadığı bir üniversite öngörülüyor. Tüm kamudaki istihdam rejimi değiştiriliyor. Fırsat bu fırsat yeniden yapılandırma sürecine hız veriliyor. Bunun yanı sıra 15 Temmuz'dan sonra yaşananları aslında bir tür şok doktrini olarak yorumluyorum. Herkes neler olduğunu anlamaya çalışırken, KHK’lerde SİT alanlarıyla, ÇED’le ilgili madde çıkartılıyor. Bunların 15 Temmuz sonrası başlatılan OHAL’le ne nasıl bir ilgisi var?

Referandum yaklaşıyor. Referandumda “evet” çıkarsa üniversiteleri ne bekliyor?

Cankat Tanrıverdi: Bu ihraçların asıl amacı üniversitelerde üretilen bilimi sadece piyasanın yararına kullanılmak, kadrolaşmayı, iktidar yanlısı belli bir çevreyle sınırlı tutup, muhalif olan kesimleri yoksullaşmayla yüz yüze bırakmak. Bu uygulama sadece akademiyle de sınırlı değil. İktidar bir şeyler yapmak istiyor ve bunun karşısında duranlara işsizlik korkusu dayatıyor. İşsizlikle sınandıkça insanların iktidara boyun eğmesi hedefleniyor. Gençler bunun neresinde? Bilimin ve insanlık değerlerinin araştırıldığı, sorgulayan ve eleştirebilen gençlerin yetiştiği üniversitelerin varlığı gençlerin geleceğinin güvencesidir. Aksi taktirde güvencesiz çalışma ortamının yaratılması, özgür bir bilimin yaratılamaz hale gelmesini sağlayacak ve gençlerin bilimsel bilgiden geri kalmalarına neden olacak.

Gençliğin en büyük sorununu 18 yaşında milletvekili olabilmekmiş gibi gösteriyorlar. Gençliğin derdi işsizlik, geleceksizlik. Genç işsizlik verilerine bakıldığında 7 yılın rekor seviyesinde; %12,7. Bunun, tüm kesimleri kapsadığını görmemiz gerekiyor. AKP’li bir genci de kapsıyor. Gelecek kaygısı hepimizin ortak sorunuyken bu gençlerin de “hayır” demesi gerekiyor.

E. Pınar: Biraz istihdama dönük saldırı, öğrenci açısından da eğitim hakkına yönelik bir saldırı. Eğitimin bir meta olarak yeniden keşfedilmesi Türkiye sermayesi bakımıdan bir düzen de yaratıyor. Eğitim zaten var olan yapının yeniden üretiminin bir amacı. Ayrıca idari personel açsından da 657’nin kaldırılması onların çalışma rejimlerine yönelik bir saldırı. Aynı şekilde esnekleştirmeyi, güvencesizleştirilmeyi, akademiye saldırı açısından bütün bileşenleri ile düşünmek gerekiyor. Basitçe bir 50D meselesi değil, toplumsal olarak yalnızlaştırılmamız ile ilgili.

Üniversiteler çok zarar gördü. Öğrenciler hocalarını kaybetti. Referandumda “hayır” çıkarsa ülkeye verilen zarar için bir onarma olabilir mi? Hayırın bunun bir ön aşaması olduğunu düşünüyor musunuz, nasıl bir süreç öngörüyorsunuz?

E. Pınar: Demokratik kamuoyu denilen bir kesimin nefes almasını sağlayacak “hayır”. 80’lerden beri aynı şeyleri konuşuyoruz. 94 sonrası o anlaşmalar sonrası başka şeyler konuştuk, artık faşizme gidişi konuşuyoruz. Bugünden yarına o kadar büyük bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Sadece toplum biraz nefes alacaktır. İş orada bitmiyor, ordan sonra 50D’siz, güvencesiz, sendikalaşmaya yönelik saldırıları, toplu sözleşme haklarını gündeme almamız gerekiyor.

C. Tanrıverdi: Hayır çıkarsa etrafta çiçekler açacak gibi bir algı oluşturuldu; o kadar etkisi olmayacağını biliyoruz. Bizim yine de topluma bilinç katabilecek her türlü hamleyi kullanmamız gerekiyor. Ben “hayır”ı şu açıdan değerli görüyorum; referandumdan önceki bu süreç bizim halkla buluşmamız açısından önemli. Evet zorluklar yaşanabilir, bizim çağımız ve coğrafyamız zor eylemsellikler içinde bulunuyor olabilir. O yüzden bence üniversiteleri, işyerlerimizi onlara bırakmayalım. Ben ve Ezgi Hocam ihraç edilsek bile yerimize düşünen diğer arkadaşlarımızın gelmesi gerekiyor ki aslında insanlık onuru adına mücadele eden ve bu anlamda üretmeye çalışan akademisyenler orada bulunsun.

ÖNCEKİ HABER

Yıllardır hak ve özgürlüklerimiz yok sayılıyor.

SONRAKİ HABER

Galatasaray yönetimi mali ve idari açıdan ibra edildi 

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa