25 Mart 2017 00:30

Almanya ve Fransa’nın AB projesi

Almanya ve Fransa’nın projesi: Ekonomik olarak neoliberal, siyasi olarak gerici ve üstelik militarist bir Avrupa Birliği.

Paylaş

Avrupa Birliği’nin geleceğine dair ciddi tartışmalar uzun zamandır gündemde. Hollanda seçimleri, İngiltere’nin AB’den çıkma talebini 29 Mart‘ta resmi olarak bildireceğini açıklaması, Fransa ve Almanya’da seçimlerin yaklaşması ile sağdan ve soldan AB’den çıkma eğilimini savunanların giderek artması, bu tartışmaları farklı dönemlerde tekrar tekrar canlandırılıyor. 

Fransa’da yayınlanan La Forge dergisi, Cumhurbaşkanı François Hollande’ın hafta içerisinde verdiği bir mülakatın tahlili üzerinden Fransa ve Almanya’nın kurmak istediği gerici AB projesini analiz etti. AB yanlısı Financial Times ise Almanya ve Fransa’nın ilişkisi iyileştiği taktirde olumlu sonuçların ortaya çıkacağını savunuyor. 

ALMANYA’DA AKP TARTIŞMASI

Alman medyasında geçen hafta, AKP’li politikacıların Almanya’daki referandum etkinliklerine katılmaktan vazgeçmesi ile Cumhurbaşkanı Steinmeier’in yaptığı ilk konuşma öne çıktı. Schwäbische Zeitung gazetesi, AKP hükümetinin Avrupa’daki referandum mitinglerini iptal etmesini ‘geç gelen idrak’ olarak nitelendirirken Frankfurter Allgemeine Zeitung, Steinmeier’in ilk konuşmasında demokrasi yerine korku rejimi getirmek isteyenlere dair şu sözlerine dikkat çekti: “Korku sadece ruhu kemirmez, korku popülistlerin ve ‘güçlü adamların’ kullandıkları bir yöntemdir”


HOLLANDE İÇİN AVRUPA’NIN MİLİTARİST VE SAVAŞÇI GELECEĞİ

La Forge 

1957’de Avrupa Ortak Pazarını kuran Roma sözleşmesinin yıl dönümünden birkaç gün önce François Hollande, Le Monde ve birçok gazeteye bir mülakat verdi ve AB’nin geleceğine dair görüşlerini aktardı. Kriz içinde olan bir Avrupa Birliği, artık örneğin mültecileri karşılama konusunda olduğu gibi ayrı görüşlere sahip olduğunu basın sayfalarında gizleyemiyor. 
Yunanistan’ı bitmez tükenmez bir yoksulluğa mahkum eden, yok olma ile yüz yüze bırakılan köylüleri, tarım işçilerini sokaklara atan, büyük tekeller lehine sosyal kesintiler yapan ve ücretleri düşürerek işçileri bölmeye çalışan bir “Birlik” söz konusu. 
Her seçimde bu neoliberal Avrupa’ya karşı tepkiler artıyor ve sandıklara yansıyor. AB’nin destekçileri, artan bu tepkiyi sadece “popülizm”in gelişmesi ve kendi içine kapanma eğilimi olarak değerlendiriyor ve böylelikle işçilerin, şehir ve kır emekçilerinin, halkların sadece tekellerin, mali oligarşinin hizmetinde olan bir AB inşasının reddettikleri gerçeğini ellerinin tersiyle iterek görmezden geliyorlar. 

Hollande, kendisinden önceki cumhurbaşkanları gibi Fransız bankalarının, sanayi ve ticaret gruplarının, uluslararası pazarları ele geçirme yarışında ekonomik gücünü ve Afrika ülkelerinin yer altı zenginliklerinin yağmasını artırma amaçlı AB’nin daha ilerden inşası için çaba sarf etti. 

Avrupa’nın inşası için çaba sarf edenlerin uzun yıllar boyunca öne sürdükleri slogan Avrupa’da, Avrupa ülkeleri arasında barışın muhafaza edilmesiydi. Onlara göre Avrupa’nın birliğini oluşturma, barışı sağlama ile aynı anlama geliyordu. Fakat bugün söylemlerde bir altüst oluş yaşanıyor: Avrupa inşasının merkezine artık savunmanın Avrupası konuluyor. “Avrupa, dünyada daha aktif olabilmek için, tehdit teşkil eden çatışmalarda çözümler arayabilmek için, savuma üzerinden tekrar canlanabilir. Avrupalılar, NATO ile uyum içinde, bu öncülüğe sahip olmalıdırlar” diye belirtiyor Hollande. 

Ve kuşkusuz, silah tüccarlarının büyük kazançlar sağlayacağı bu Avrupa savunma politikasının hayata geçirilmesinde Fransa’nın büyük bir rol üstlenmesi gerekiyor. Buradan da hareket ederek Hollande, savunma bütçesini milli gelirinin yüzde 2 oranına yükseltileceğini teyit ediyor ve Fransa ile Almanya’nın savunma politikalarında daha yakın koordinasyon kurmaları gerektiğini, “güçlerimizin, silahlanma ve askeri projeksiyon aygıtlarımızın daha iç içe olmaları” gerektiğini savunuyor. 

Bu Avrupa savunma projesi 1952’deki, 6 devletin ABD emperyalizminin baskısı ile gündeme gelen Avrupa Savunma Topluluğu projesini (CED) hatırlatıyor ama o proje SSCB ve Doğu Avrupa ülkeleriyle gerilimin arttırılmasını reddeden muhalefet sayesinde boşa çıkartılmıştı. Dünya çapında silahlanmaların ve askeri harcamaların arttığı, ekonominin ve toplumun hızla militarize edildiği koşullarda bu proje yeniden güçlü bir şekilde gündeme geldi. Bu yola girmek istemeyen kimi ülkelerin itirazlarının üzerinden atlamak için Hollande ve Merkel, “farklılaştırılmış” ve ülkelere göre “farklı hızda ilerleyen” bir Avrupa inşasına geçmek istiyorlar. 

Hollande’ın resmini çizdiği gelecek şu şekilde özetlenebilir: Güçlü emperyalistler tarafından sürüklenen ve daha ilerden militarize edilmiş bir Avrupa’nın inşası. 

Bu ise şu anlamına geliyor: “Savunma”ya ayrılan bütçenin arttırılması, daha fazla zenginliğin, beyin gücünün silah sanayine yönlendirilmesi, öğrencilerin doğrudan veya dolaylı olarak bu alana çalışan eğitim kurumlarına yönlendirilmesi, işsiz gençlerin orduya katılmaları için teşvik edilmesi, Avrupa’daki gerilimlere daha aktif müdahil olunması ve Avrupa savunma politikasıyla NATO ile iş birliğini muhafaza etmek ve daha da güçlendirmek. Ekonomik olarak neoliberal, siyasi olarak gerici ve üstelik militarist bir Avrupa Birliği. 

(Çeviren : Deniz Uztopal)


AVRUPA’YI KURTARMAK İÇİN FRANSA VE ALMANYA ANLAŞMASI

Philip STEPHENS
Financial Times

Roma anlaşmasının önemi, imzalandığı gün bile Almanya ve Fransa’nın hem fikir olmamasında yatıyor. Almanya, ortak pazarı istiyordu ama Fransa yeni nükleer enerji ajansını (Euratom) kurmaya daha hevesliydi. Bonn üretilmiş ürünlere tarife uygulamasını iptal etmek isterken; Paris kendi çiftçilerinin gelirlerini korumayı kafaya koymuştu. Avrupa projesinin gelecekteki başarısı bu gibi farklılıkların bir yana bırakılabilmesi konusunda ortak bir istek olmasına dayanıyor. 

Özellikle Britanya’da, Avrupa Birliği’nin kıtadaki en büyük iki ülkenin birbirine benzer çıkarları ve dünya bakış açısını yansıttığına dair bir inanç var. Bu durum Fransız ve Almanya birliği olarak adlandırılan başarıyı açıklıyor. 

Aslında tersi doğru. Almanlar ve Fransızlar, başından beri Avrupa’nın birliğinin biçimi hakkında hep tartıştı. Paris için fazla güçlenen bir ABD’ye karşı bir emniyet duvarı kurmak için entegrasyon gerekiyordu. Batıcı bir Almanya için Avrupa, ulusal birliğe varmanın ve yakın geçmişteki tatsız olayları geride bırakmanın bir aracıydı. (…)  Taviz verme alışkanlığı Elysee Anlaşması’yla kemikleşti. Bu anlaşmalar AB içinde daha kapsamlı anlaşmalar için temel oluşturdu, hızlandırıcı bir rol oynadı ve AB’yi birleştirmeyi sağladı. Britanyalı siyasetçiler bunu pek anlamadı. Aksine iki ülkenin arasına mesafe koymaya çalışarak zaman kaybetti. Almanya’nın Anglo-Sakson yanlısı olduğu tartışması hep vardı ve hep onları (Almanları) Fransa’dan uzaklaştırabiliriz diye düşündük. 

Roma anlaşmasının 60’ıncı yıl dönümü kutlamalarında (İngiltere Başbakanı) Theresa May uzak durdu ama Brexit anlaşmaları başladığında böl yönet taktikleri de başlayacak gibi görünüyor. Ve bu, bir kez daha başarısız olacak. Almanya Başbakanı Merkel ayrılma konusunda yol almış Birleşik Krallık’la adil bir anlaşmayı tercih edecek ama Paris’le olan ilişkisini bozmayacak şekilde bunu sağlamak isteyecek. 

Son birkaç yılda yığın halinde gelen krizler yüzünden Avrupa liderleri AB’nin olanaklarını düşünecek kapasitelerinden mahrum kaldılar. Durgun ekonomi, kuşatılmış avro bölgesi, hızla gelen mülteciler ve yeni gelen popülizm bütün özgüveni bitirdi. Avrupa’ya karşı bahis yapan hiç kimse kaybetmedi. Brexit sürecinin çökmesi bile birliği sarsabilir. (Fransa’da) Marine Le Pen’in başkan adaylığı, ufukta, daha fazla kara bulutların olacağını gösteriyor. Eğer Ulusal Cephe (FN) lideri kazanırsa hiç bir şey kesin olmayacak. 

Büyük ihtimal Le Pen bağımsız, kazanma ihtimali yüksek ve popüler olan orta yolcu Emmanuel Macron’a veya Cumhuriyetçi Parti adayı François Fillon’a karşı kaybedecek. Macron iki aday (Fillon ve Macron) arasında en fazla AB yanlısı olanı. İki adayın ortak yanı ikisinin de Fransa’nın ekonomik ve siyasi “esneksizliğinin” kırılması gerektiğini kabul etmesi. Fransa’nın bir daha söz sahibi olması için modernleşmesi şart. 

Berlin de hep bu mesajı bekliyordu. Fransa’nın zayıf duruşu Almanya’yı zor durumda bıraktı. Merkel kıtanın isteksiz lideri oldu ve en az sevilen şahıs olarak yerini aldı. Almanya başbakanı, her şeyden önce Paris’le olan eski ortaklığı iyileştirmek istiyor. Sonbahardaki Almanya seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti safında yer alacak Martin Schulz da aynı şeyi istiyor. Schulz, Macron’u daha iyi anlaşabilecek partner olarak görebilir. Merkel için de bu geçerli. İkisi Fillon’la da bunu yürütebilir. 

Çatlamış bir birliği tamir etmek kolay değil. 

6 AB üyesiyle karşılaştırdığımızda Fransa-Almanya ortaklığı 27 AB üyesi ülke arasında çok daha az bir güce sahip. Berlin ve Paris arasındaki dostluğun iyileştirilmesi önemli ve AB hakkında önemli güven sağlar. Bu “Öz Avrupa”nın başlangıcı olur. İstek ve kapasite işbirliğini derinleştirir. Bu dönemler Avrupa Birliği hakkında iyimser olmak zor olabilir ama kötümserliği kontrol altına almalıyız. 

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)


ERDOĞAN ARTIK TEK BAŞINA

Hendrik GROTH
Schwäbische Zeitung

Nedenleri ve amacına ilişkin spekülasyonları bir kenara bıraksak bile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendini onaylamayan, muhalefet eden herkese yönelik çıkışları ile Türkiye’yi izolasyona sürüklüyor. Ülkesinin sözde ne kadar güçlü olduğunu kibirle, dev aynasına bakarak anlatması belki bazı Türkleri etkiliyor ancak uluslararası düzeyde kendini gülünç duruma düşürüyor. Avrupa ile olan ilişkilerine o kadar büyük zarar veriyor ki bu ilişkiler uzun süre boyunca onarılamayabilir, Erdoğan artık yapayalnız duruyor.

Rusya Devlet Başkanı Putin, karşılıklı dostluk sözlerine rağmen Erdoğan’ı hizaya getirdi. Erdoğan, Suriye’de etkisinin artacağı hayalini kuruyordu ama Ruslar ona kapıları kapattı. Esad, hâlâ iktidarda ve Kürtler otonom bölgelerdeki varlıklarını sağlamlaştırıyorlar. 

2015 yılı sonunda bir Rus uçağının düşürülmesinin ardından Putin, çok sayıda yaptırımla Erdoğan’ı çıkmaza soktu. Erdoğan, Ruslarla yeni çatışmaları engellemek için oldukça taviz vermek zorunda kaldı. Bir zamanların belediye başkanı şimdilerde sürdürdüğü referandum kampanyasında ise batıya yönelik bu türden dikleşmelere, sertleşmelere ihtiyaç duyuyor. Saldırgan ve Avrupa düşmanı ortamı kızıştırarak anti demokratik referandumu kazanmak istiyor. 

AKP hükümetinin Avrupa’daki bütün referandum etkinliklerini iptal etmesi, Türk tarafının yeni bir provokasyon hazırlığı içinde olduğunun işareti olabilir; örneğin Avrupa Birliği ile ilişkileri kesmek. 

Avrupa Birliği’ne üye ülkeler bu durumda kendi onurlarını koruyacak şekilde bir tutum izlemeli. Türkiye’ye verilen milyarlarca avro tutarındaki AB yardımlarını keserlerse, bu Ankara tarafından da anlaşılacak bir işaret olur. Bugünkü yönetimle Türkiye’nin AB üyeliği zaten bir ütopyadır. Yıllarca başarılı bir modernleştirme politikası izleyen Erdoğan’ın ülkesini bilinçli olarak on yıllarca geriye götürme çabası üzüntü verici. 

(Çeviren: Semra Çelik)


KESİNTİSİZ GEÇİŞ

Berthold KOHLER
FAZ

Dışişleri Bakanı Steinmeier,  12. Cumhurbaşkanı olarak göreve başlarken tamamen kontrolden çıkmış gibi görünen Türkiye Cumhurbaşkanı hakkında konuşurken üzeri biraz da olsa parladı.

Steinmeier, Türkiye’nin kaygı yaratan tutumunu görev süresi boyunca ele alacağı bir konuya giriş için kullandı. Yorgun veya öfkeli demokratların giderek yayılan ‘otoritenin çekiciliği’ karşısında yenilgi alması nasıl engellenir? Steinmeier haklı, Almanya’nın buna karşı bağışıklığı bulunmuyor. Ancak yeni Cumhurbaşkanının buna karşı sunduğu reçete selefininkinden pek farklı değil: Cesaret. Steinmeier konuşmasında Almanlara bu cesaretli olmalarını o kadar çok tekrarladı ki, buna kuşkuyla yaklaşanların bile duymaması mümkün değildi. Rainer Werner Fassbinder’in filminde vurguladığı gibi korku sadece ruhu kemirmez, korku popülistlerin ve ‘güçlü adamların’ kullandıkları bir yöntemdir.

Onlar, öneri ve metotlarının çaba gerektiren ve hataların da yapıldığı demokrasiden daha başarılı sonuçlara yol açacağıyla ilgili kanıtlar öne sürmek zorundalar. Almanlar ise bu modelle ilgili geniş deneye sahipler ve savaş sonrası erişilen durumdan gurur duyulması, Steinmeier’in konuşmasında vurguladıklarını  haklı kılıyor: Almanya, diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında sadece ekonomik açıdan değil toplumsal ve politik olarak da sağlam bir yapıya sahip. 

Şimdilerde giderek en sevilen spor haline gelen ülkelerin elitlerinden utanç duymaları bu ülkede gerekmiyor. Eveti Almanya’da da elitler mükemmel, fedakar ve herşeye kadir süper insanlar değil. Ama yine de bu Çarşamba mecliste konuşan Lammert, Dreyer, Gauck ve Steinmeier’i Trump, Le Pen, Putin veya Erdoğan’la değiştirmek ister miydik? Alman politikasının elitleri arasında başka yerlerdeki politikacıların  normal görülen zihniyet veya davranış biçimlerine rastlamak (şimdilik)  imkansız. Steinmeier’in giysileri kimse tarafından bağışlanmıyor, o eşine böbreğini bağışladı. Parti yoldaşı Dreyer’in dediği gibi O’nun bu ülke için gerçekten bir şans olup olmadığı önümüzdeki beş yıl içinde ortaya çıkacak. Şans olarak görülen Gauck’tan şans olacağı tahmin edilen Steinmeier’e kesintisiz geçiş bir şeyin kanıtı: Dünya çalkantılar içinde olabilir ama Almanya (henüz) değil. 

(Çeviren: Semra Çelik)

ÖNCEKİ HABER

Ege illerinde ‘hayır’ güçlü 

SONRAKİ HABER

Kislovodsk’un örnek müzesinde son iki yüzyıla tanıklık

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa