10 Mart 2017 21:26

2017 yılı AB için dönüm yılı olacak

Avrupa'nın gündeminde bu hafta Avrupa ülkelerindeki AB karşıtı hareketler vardı.

Paylaş

Almanya, Fransa ve Hollanda gibi AB’nin en temel üç ülkesinde bu yıl genel seçimlerin yapılacak olmasının yanı sıra tüm ülkelerde Avrupa Birliği (AB) karşıtı hareketlerin gelişmesi dikkat çekiyor. AB’nin ikinci en büyük ekonomisi Birleşik Krallık ise Brexit oylamasıyla AB’den çıkma kararı verdi ve bu yıl, bu konuya dair atılacak adımlar hızlandırılacak. Dolayısıyla AB’nin yeniden yapılandırılması tartışmaları da alevleniyor. 

Almanya kıtanın en gelişmiş ülkesi ve motor gücü olarak farklı hamlelerde bulunmaya başladı ama bu girişimleri başta ABD’nin yeni başkanı Donald Trump ve yönetimi olmak üzere birçok alanda eleştiri konusu haline geldi. 
Almanya ve Fransa’dan bu hafta seçtiğimiz yazılar, 2017 yılında atılmaya başlanan hamlelere dikkat çekerek “yeniden yapılanma”nın hangi temel üzerinden planlandığına dikkat çekiyor. 

ALMANYA’NIN AB POLİTİKASI: BÖL VE YÖNET

German Foreign Policy

Almanya, 6 Mart’ta dörtlü bir buluşmayla Brexit sonrası AB’nin yeni biçimlendirilmesinin hazırlığını başlattı. Versay’da Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya başbakanları bir araya geldi. Merkel’in İspanya ve İtalya başbakanlarını hazırlık toplantısına katmasının esas nedeni Güney Avrupa ülkelerinin AB içinde bir blok oluşturarak Almanya’nın tasarruf politikasına karşı güç haline gelmelerini engellemekti. İngiltere’nin AB’den çıkmasıyla Almanya çevresinde toplanan açık neoliberal yönelimli üye ülkelerin Brüksel’deki platformlarda kararları belirleme gücü sallantıya girdi. Berlin, Doğu ve Güney  Avrupa‘dan üye ülkelerin Almanya çekirdekli; AB’nin birinci, ikinci ve üçüncü sınıf üye ülkeleri olarak kalıcılaşmasını sağlayacak yapısını reddetmeleri tehlikesiyle karşı karşıya. AB’nin yeniden biçimlendirilmesinde mutabık olunan noktalar ise birliğin mültecilere kapatılması ve militarizmin güçlendirilmesi.

Birlik içinde sorunlara ikili, üçlü dar buluşmalarda çözüm aranması Almanya tarafından sürekli gündemde tutulan bir yöntem. Özellikle de Almanya-Fransa arasında avro krizine bağlı olarak diğer AB üyelerine ortak öneri götürmek üzere birçok ikili buluşma gerçekleştirildi. Dostane ilişkiler‚ Alman-Fransız evliliği sözleriyle ifade edilen bu ön görüşmeler sayesinde AB’nin küçük üyeleri görüş belirtme ve öneri sunma hakkından bir nevi mahrum edildiler. 

2003 yılında AB’nin doğuya doğru genişlemesi sürecine bağlı olarak Almanya-Fransa buluşmaları G5 buluşmaları şeklini aldı. İngiltere, İtalya ve İspanya da ikiliye katıldılar. 2006 yılından itibaren ise Polonya’nın katılımıyla G5, G6 oldu. Ağırlıklı konular AB içi güvenlik, mültecilere karşı sınırların kapatılması olarak sürdürüldü. Zaman zaman Polonya-Almanya-Fransa üçlüsü Weimar Üçgeni şeklinde bir araya geldi. Görünürdeki nedeni Polonya’yı AB’ye daha fazla entegre etme olarak belirtilen bu üçlü buluşmanın ana nedeninin Doğu Avrupa’da Almanya’nın tasarruf ve AB politikasını belirleme tavrına karşı gelişebilecek herhangi bir muhalefeti -Polonya’ya ayrıcalıklı davranarak- bastırma olduğu belli çevreler tarafından bilinmekteydi. 

GÜNEY AVRUPA ÖRGÜTLENMEYE BAŞLADI

Son zamanlarda dar buluşmalarla ön kararlar almanın Almanya’nın aleyhine geliştiği de gözlendi. Dışlanan, ikinci-üçüncü sınıf AB üyesi olarak görülen ülkeler yavaş yavaş örgütlenmeye başladılar. 9 Eylül 2016 ve 28 Ocak 2017’de yapılan iki AB Güney Avrupa ülkeleri zirvesinde, zirveye katılan, İspanya, İtalya, Yunanistan, Malta ve ilerideki dönemde Kıbrıs, Almanya’nın tasarruf politikasına karşı çok sert olmasa da tavır aldılar, ortak mülteci savunma politikası belirlediler. Şimdiye kadar Güney Avrupa Zirvesi, herhangi bir problem yaratmadı ancak Brexit sonrası Almanya, AB içinde büyük destekçisi olan bir ülkeyi kaybetmiş oldu. Brüksel’de tasarruf politikası gibi tartışmalı konularda alınacak kararlarda belirleyici olması sallantıya girdi. 

Federal Başbakan Angela Merkel, AB içindeki egemenliğini korumak ve Güney Avrupa ülkelerinin muhalefetini yıkmak için 27 Ağustos’ta, Brexit kararından 4 gün sonra, Fransız Devlet Başkanı (François) Hollande ve İtalya’nın o zamanki başbakanı Matteo Renzi ile üçlü bir buluşma gerçekleştirdi. Bu buluşmalarda Matteo Renzi’ye 4 Aralık’taki referandumda destek olma sözü verildi ama bilindiği gibi Renzi referandumda başarılı olamadı. Renzi’nin bu üçlü buluşmaları çok ciddiye aldığı, İtalya’nın Fransa ve Almanya ile birlikte AB’nin motoru olacağı hayalini kurduğu açıklandı. Renzi bazı şeyleri yanlış anlamış ve kendini motor olarak görecek hayaller kurmuştu ama Güney Avrupa ülkelerinin karşı blokunun güçlenmesini engellemek için Renzi’nin böylesi hayaller kurmasına fırsat verilmişti. 

6 Mart’ta Almanya, bu sefer Hollanda’yı katarak Brexit sonrası AB’nin yeniden biçimlendirilmesi konusunu ele aldı. Bu buluşmanın amacı hem dünyaya hem de diğer AB üyelerine birlik ve beraberlik ruhu içinde olduğunu göstermekti. 6 Mart’ta Avrupa Konseyi toplantısı ve 25 Mart’taki Roma Sözleşmesi’nin imzalanmasının 60. yıl kutlamaları hazırlandı. Almanya, İtalya Başbakanı Renzi’nin başarısızlığından sonra şimdi de İspanya Başbakanı Rajoy’a ayrıcalıklı olduğu izlenimini vermek istiyor. İspanya’nın ve mümkünse İtalya’nın Almanya’nın ardına takılmasıyla AB içinde Alman tasarruf ve egemenlik politikasını zayıflatacak Güney Avrupa ülkeleri muhalefetinin oluşması engellenmek isteniyor. 

DOĞU AVRUPA ÜLKELERİNDE DURUM

Doğu Avrupa’daki Visegrad Ülkeleri denen üye ülkeler de Almanya için sorun yaratıyor. Bilindiği gibi Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan kendi çıkarlarını korumak için 15 Şubat 1991’de Kuzey Macaristan’daki Visegrad şehrinde bir sözleşme imzaladılar. Almanya bu ülkeleri bölüp kendi politikasını dayatma yolunu hep denedi. Örneğin Polonya’ya ayrıcalıklı davranıp ikili, üçlü görüşmelere çekerek Visegrad ülkelerinin birliğini bozma yoluna gitti. Ancak Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, mülteci politikasında ortak tavır alarak Almanya’ya kafa tuttular. Bu ülkeler Varşova’da bir araya gelerek Almanya’nın AB’yi çevirmek istediği kendini merkeze koyan, ikinci, üçüncü sınıf AB üyeleri oluşturan sistemine karşı çıkacaklarını bildirdiler. 

Varşova’dan yapılan açıklamada iç ve  dış ticaret ile dış işleri ve savunma politikasında ortak tavır alınacağı bildirildi. Visegrad ülkeleri kendilerinin de eşit haklara sahip AB üyeleri olarak ciddiye alındıkları ve AB’nin militaristleştirilmesi politikasında hep birlikte yol katledilen bir yoldan yanalar. AB dışişleri ve savunma bakanları ve AB Konseyi, AB’nin militarizasyonu konusunda atılacak adımları tartıştılar. Bir yandan militarizasyon adımları atılırken diğer yandan Almanya‘nın hayal ettiği AB’nin kurulup kurulamayacağı da heyecanla ve muhalefet yaratarak sürüyor. 

Almanya önderliğinde bir AB’nin kurulabilmesi için Almanya’nın Visegrad ve Güney Avrupa ülkelerinin direnişini kırması, onları parçalayıp bölerek muhalefeti zayıflatması zorunlu. (Çeviren:  Semra Çelik)


AVRUPA BİRLİĞİ: 3 YIL DÖNÜMÜ KUTLAMASI VE BİR CENAZE TÖRENİ

Coralie DELAUME
David CAYLA
Liberation

2017 yılı Fransa, Hollanda ve Almanya için, yani “Avrupa’nın kurucusu 6 ülkenin” yarısı için önemli bir seçim yılı olacak. Avrupa projesi için de bir dönüm yılı. Fakat 2017 yılı aynı zamanda AB açısından farklı kutlamaların yıl dönümü de olacak. Bunların coşku içerisinde kutlanması gerekiyor ama asla hiçbir zaman bu kadar sıkışmışlık içerisinde olunmamıştı. Dolayısıyla ya susuluyor ya da ihtiyatlı davranılıyor. Kuşkusuz gelecek 25 Mart’ta Roma Antlaşmasının 60. yıl dönümü kutlanılacaktır. Fakat hangi ruh halinde kutlanacağı şimdiden bilinmiyor. Ondan on gün önce PVV partisi (Özgürlük Partisi) belki de Hollanda’da genel seçimlerde birinci çıkar ama tek başına hükümet kurmak için gerekli olan 76 milletvekilini büyük ihtimalle çıkartamaz. Kim bilir hangi oluşumla ittifak kurur... Ve üstelik kim bilir kaç hafta bu ülke ve Avrupa için bir istikrarsızlık dönemi başlar... Maastricht Antlaşmasının 25. yıl dönümü isegeçen 7 Şubat günü, gürültüsüz bir şekilde bir köşede sessiz sedasız kutlanıldı. Bir gün önce Yunanistan ve alacaklıları IMF’nin bir raporu etrafında masa etrafında buluşmuşlardı. IMF bile Avrupalı partnerlerini çok yoran bir rapor hazırlamıştı: “Yunanistan’ın borcu ödenecek gibi değil. Yardım programı etrafında onaylanan tüm reformlar kusursuz ve olduğu gibi hayata geçse bile, kamu borcu ve mali ihtiyaçları uzun sürede patlama aşamasına gelirler” diye belirtiyordu. 2013, 2015 ve 2016 raporlarında söylediklerini tekrar ediyordu. 

YUNANİSTAN’DAN ELLERİNİ ÇEKEBİLİRLER

Önümüzdeki haftalarda, eğer önerdikleri kabul edilmezse Atina’ya “yardım” planından ellerini geri çekilebilir, bu ise Yunan krizini tekrar tüm Avrupa’nın ana gündemlerinin başına getirir. Sorun ne? Almanya, Yunanistan’ın borcunun yeniden yapılandırılması konusunu duymak bile istemiyor. Eylül 2017 genel seçimlerinden birkaç ay önce Angela Merkel ya da rakibi Sosyal Demokrat Martin Schulz, Alman seçmenlerinden oy isterken böylesi bir yeniden yapılandırılmanın kendileri için yol açacağı mali kayıp ile çıkmak istemiyorlar. Dolayısıyla, Almanya’da tekrar “Grexit’ten” (Yunanistan’ın AB’den çıkması) bahsedilmeye başlandı. (...) Görüldüğü gibi bu koşullarda, 1 Ocak günü avroya geçişin yıl dönümünü kutlamamak için bir çok neden vardı. Ortak para birimi bundan tam 15 yıl önce cüzdanlarımıza girmişti ama herkesin mutluluğunu sağlamadı. Gelinen aşamada artık, en azından Yunanistan için, ortak para biriminden çıkılma tartışılıyor. Fakat başkaları için de aynı konu gündeme gelebilir. Hatta neden Almanya’da olmasın ki? 

Var olan koşullar onun o kadar lehine ki bu öneri aptalca gelebilir. Kitabımızda detaylandırarak açtığımız gibi ortak pazarda üretim faktörlerinin serbest dolaşımı üretken sermayenin, periferide olan ülkeler aleyhine olmak üzere, kimi ülkelerde merkezileşiyor. 2010 krizinden sonra yaşananlar Avrupa’yı Yunanistan’ın, İrlanda’nın, Portekiz’in, İspanya ve Kıbrıs’ın yardımına koşmayı zorunlu kıldı. Fakat para veren ülkelerin hiçbiri cebinden bir şey kaybetmedi, zira Avrupa “yardımı” borç olarak verildi. 

Almanya için borç “refüj bir değer” haline geldi ve artık pazarlarda bedava borçlanıyor. Dolayısıyla Avrupa mali sermayesinden faydalanmanın yanı sıra bir de üretken sermayeden faydalanıyor. Ülkenin rekabet gücüne nazaran çok zayıf olan avro, ona fiyat rekabetinde, eğer Mark’ta olası koşullara nazaran, ek bir güç katıyor. Bundan dolayı Alman ekonomisi 2016 yılında 300 milyar dolar değerinde bir ticaret fazlalığı sağlayarak dünya birincisi oldu. Donald Trump’un iktidara gelmesinden sonra ABD bu ticaret fazlalığını kötülemeye başlayınca, 18 Şubat’ta Angela Merkel itiraf etmek zorunda kaldı: Evet avro  bir sorun teşkil ediyor. Münih Güvenlik Konferansında Şansölye şunları belirtti: “Avro para birimi bölgesinde avronun değeri konusunda bir sorunumuz var (...) Eğer hâla Alman markı kullanıyor olsaydık kuşkusuz onun değeri bugünkü avronun değerinden çok daha farklı olurdu”. 

Merkel böylelikle Avrupa ekonomik ve parasal birliğindeki işlev bozukluğunun nedenini Birlik kurumlarının, ortak paranın ve Avrupa Merkez Bankasının yürüttüğü para politikasının katılığının üzerine atmış oldu. (...) Dolayısıyla Avrupa’da coşku içerisinde kutlanacak bir yıl dönümü yok. Söz konusu üç yıl dönümü de Avrupa projesinin tutulmayan vaatleri konusunda bir bilanço yapmanın vesilesi de olacaktır kuşkusuz. Fakat gelecek 3 seçimin tarihin şimdiki zamanda yazılmasının vesilesi de olacaklardır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu konuya verilmesi gereken önemi vermesinin vesile olması gerekmiyor mu artık? (Çeviren: Deniz Uztopal)

ÖNCEKİ HABER

Kadın belediye işçileri 8 Mart etkinliği düzenledi

SONRAKİ HABER

ABD'de Bharara dahil 46 federal savcının istifası istendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...