02 Mart 2017 00:40

'Nakışlı keklik' Davutpaşa'da öldü hesabı sorulamadı

Heybetullah, 2008 yılında Davutpaşa patlamasında can veren 21 kişiden biri. Aradan 9 yıl geçti ama hâlâ sorumlulardan hesap sorulmadı.

Paylaş

Uğur ZENGİN
İstanbul

Annesinin “nakışlı kekliğim” dediği Heybetullah, 2008 yılında 18’ine girmesine 2 ay kala, çalıştığı işyerinin olduğu binada meydana gelen patlamada can verdi. “Rahat bir şekilde nasıl yaşayabilirim” hayalini kuran 17 yaşındaki Heybetullah, gözlerini tekstilde açtı, tekstilde kapattı. Patlamanın meydana geldiği işyerinin ruhsatı, iş hanının ise iskanı yoktu. Bina kaçak, işyeri kaçak, içinde sigortasız çalıştırılan işçi kaçak, getirilen malzeme kaçak... Tarihe Davutpaşa patlaması olarak geçen bu katliamın ardından geçen 9 yılda ailelerin adalet umudu da tükenme noktasında. 

Kaçak maytap ve havai fişek üretilen atölyede ilk patlama 09.30’da, ikincisi bundan birkaç dakika sonra meydana gelmişti. Binayı görenlerin “Burası savaş uçaklarıyla mı bombalanmış” diye sorduğu, fotoğrafına bakanın yıkılmış bir kent gördüğü yerde 21 kişi öldü, 116 kişi yaralandı.

EMEK APARTMANI

Patlamayı duyanlara haber gitmeye başlamış, duyan duymayana söylemiş. Heybetullah’ın ailesi de patlamanın olduğu yerde canlı yayın yapan televizyondan faciayı öğrenmiş. Ona ulaşamamış, telaşlanmışlar, telefon çalmış ama kimse açmamış. Televizyonda patronu da görünce telaş artmış. Ağabeyi Hakkı Güleç, “Davutpaşa büyük yer, koskoca semtte patlama Heybetullah’ın çalıştığı Emek Apartmanında mı olacak?” sözleriyle anne ve babayı teskin etmeye çalışmış. 

OLAMAZ, KARDEŞİM ÖLEMEZ

Hakkı Güleç haberi alır almaz gitmiş Bayrampaşa’ya. Binayı görür görmez, “Mümkün değil buradan hiçbir insan canlı çıkamamıştır” dese de “Olamaz, kardeşim ölemez” diye düşünmüş.

Ama 24 saat sonra, İstanbul’daki tüm hastaneleri didik didik ederek kardeşinin cenazesini bulmuş. 

Kardeşini karşısında öyle bulunca kendisini kaybetmiş: “Onu öyle görünce öldüğüne inanamadım. Saçlarını nasıl taramışsa, aynı şekildi. Gözleri açıktı. Çenesine kadar örtmüşlerdi. Gece boyu hastanelerde morg morg aramışız, çeşit çeşit cenaze görmüşüz. Kardeşimi önüme getirdiklerinde ‘Bu çocuk ölmedi’ dedim, yüzü solmaz mı? Dip diri duruyor. Ta ki eğilip alnından öpene kadar. Öptükten sonra buz gibiydi, gözleri açıktı, gözlerini kapattım. Vücudunda nerede yara var diye merak ettim. Çarşafı üzerinden kaldırınca kendimi kaybettim. Patlamanın etkisiyle ayak bileği kopmuştu. İç kanaması da varmış. Hayatımda tatmadığım acıyı tattım diyebilirim. Allah düşmanıma tattırmasın. Ateş düştüğü yeri yakar.”

DÜĞÜN

Heybetullah ortanca ağabeyinin düğününü bekliyormuş. Düğün olacak, düze çıkılacak, kendisi de o atölyeden kurtulacak: “Annemler hep anlatıyorlardı. Bir durgunluk gelmişti, içine kapanmıştı kardeşim. ‘Şu düğün bir an önce olsa da ben atölyeden gitsem’ diye serzenişlerde bulunuyordu. Diğer abisinin nikahını yapmıştık, ‘Düğün bitince orada çalışma sana başka bir iş bakalım’ diyorduk. ‘Cep telefonu dükkanı açsak oraya geçsem falan’ diyordu. Biz de hep ‘Tamam kardeşim şu düğünü bir atlatalım, kardeşimin işyerini değiştireceğim, olmazsa borç harç ederiz bir telefon dükkanı açar kardeşimi geçiririz’ diyorduk. O da hep sabretti.”

EN ÇOK DUYULAN SORU

“17 yaşında bir çocuk o atölyeye niye gidiyordu? Niye sabrediyordu?” Hakkı Güleç’in söylediğine göre ailenin patlamanın ardından en çok duyduğu soru bu. “Ailesine ‘katkı’ sunabilmek için. 13 yaşında girdiği çorap atölyesinden  eve her gün yürüyerek gidip geldi. O yaşta bir sorumluluk hissediyordu” diyerek anlatıyor ağabeyi, “Kendince bir katkı sunmanın telaşındaydı. Keşke maddi durumumuz olmuş olsaydı. Böyle bir olayın yaşanacağını bilseydik, taşı kaynatır suyunu içerdik, kardeşimizi göndermezdik. Biz 3 kardeş kader birliği yapmıştık. Bitlis’ten İstanbul gibi bir metropole gelmemizin tek amacı vardı, ekmek paramızı kazanmak. Ailemizi annemizi babamızı, eşimizi, kardeşlerimizi kimseye muhtaç etmeden insanca yaşamak. Ama maalesef Türkiye’de insanca yaşayamıyorsun. Hele hele gelir durumun düşükse diyebilirim ki yaşama gibi bir şansın yok, ezilmeye mahkumsun.” 

-Heybetullah çalışma koşullarını anlatıyor muydu?
-Davutpaşa’ya sabah-akşam yürüyerek gider gelirdi. ‘Yol parasını da vermeyeyim de, onu kendime yettireyim, maaşımı da eve katkıda bulunayım’ diyerek. Hep bir gelecek kaygısı vardı. “Yahu hep çalışıyoruz da işte nasıl olacak? Böyle çalışarak da nereye kadar? Çalıştığımız işyeri harabe gibi bir yer, han harabe gibi bir yer.” Çalışma koşullarından çok şikayetçiydi. İnsanın hayatı 10 sene ise burada 5’e iner diyordu. Gençlik buralarda çürüyor. Ağabey ne yapabiliriz gibisinden sözler söylüyordu.

MEZARLIKTA BAYILMAK

Kardeş defnedilmiş, hayat kabusa dönmüş. Baba, şimdi hatırladıkça düşüp bayılıyor. Mezarlığa gidiyor, orada saatlerce duruyor, düşüp bayılıyor. Mezarlıktaki görevliler aileyi arıyor, aile gidip mezarlıktan alıyor. “Hayatımız kabusa döndü diyebiliriz. Hep bir yanımız eksik kaldı. 9 sene oldu yokluğuna alışamadık.”

ADALET

21 kişinin öldüğü katliamda ceza davası 2.5 yıl sonra ailelerin mücadelesi sonunda açıldı. Güleç, bu davada da sorumluların yargılanmadığını söylüyor: “21 insanın öldüğü bir katliamda bir gözaltı olamaz mı? Bir ceza davası 2.5 yıl sonra mı açılır? 137 insan feci şekilde yaralandı. Bundan sonraki yaşamlarında ölüden bir farkları yok. Bir Allah’ın kulu çıkıp da ‘Benim sorumluluğum var’ demiyor. Görevlerine devam ettiler, terfi alıp mükafatlandırıldılar. Biz ceza davasını açabilmek için 46 hafta Taksim’de basın açıklaması yaptık. Ankara’ya gittik. Siyasi partilere, Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa, HSYK’ye dosyalarımızı verdik. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, Büyükşehir Belediyesinin yargılanmasına izin vermedi. Büyükşehir şu anda AİHM’de yargılanıyor. Bunu yeterli bulmuyoruz. Zeytinburnu Belediyesini sanık sandalyesine oturttuk. Belediye Başkanı Murat Aydın ceza aldı. Şu anda Yargıtaydan haber bekliyoruz.”

- Davutpaşa’da ne eksikti?
- İtfaiye raporlarında, emniyet raporlarında C-4 patlayıcılarda kullanılan içinde Uranyum dolu bidon şans eseri patlamamış. Eğer o varil patlasaymış Bayrampaşa haritadan silinecekmiş. Normalde herkesin elini kolunu sallayarak ülkeye sokabileceği bir şey değil. Bunun gümrükten geçişinden kim sorumlu? Bunu denetleyen bakanlık sorumludur. Sokulan yer kaçak işyeri, binanın iskanı yok. Buraya elektrik verilmiş, su verilmiş, vergi alınmış. Bu nasıl bir şey? Biz yargı karar versin diyoruz ama görüyoruz ki yargı da ensesi kalın olanlardan yana. Zabıta müdürünün ifadesinde şu var, elimde yeterince personel yok, denetimler o yüzden eksik. Yalan. Aynı zabıta müdürü mahkeme salonuna 30-40 tane zabıta personeli takıp geliyor. Ben hakim olsaydım o personelin görevini sorardım. Bunu sormadılar. Talebimiz eksiksiz bir şekilde sorumluların yargılanması. Olası kasttan yargılanmalarını istiyoruz. O dönem çalışma ve sosyal güvenlik bakanı Faruk Çelik’ti. Aileleri mağdur etmeyeceğiz diyordu. Ailelere asgari ücretin altı olmamak üzere maaş bağlayacağız diyordu. Bunların hepsi yalandı. Soma’da da böyle oldu. 9 senedir tazminat davası Danıştayda bekletiliyor. O çocuk kaç yaşındaydı şimdi kaç yaşında. 

-Adalete dair umudunuz var mı?
-Kesinlikle yok. Karar duruşmasında hakime “Bu dava sadece Davutpaşalı aileleri bağlayan bir dava değil, Türkiye’ye mal olmuş bir dava. Sizin vereceğiniz karar ya iş cinayetlerine dur ya da devam diyecek. Bu kararı verirken bunu düşünerek verin. Bu aileler sadece kendi davaları için değil, senin ve senin ailen için de bu mücadeleyi sürdürüyor” demiştim.

-Hakim ne dedi?
-İş cinayetleri devam etsin dedi. Belediye başkanı, tapu müdürü, zabıta müdürü sorumlu oluyor da, belediye başkanı bunlardan sorumlu değil mi? Kanunun neresinde yazıyor da beraat veriyorsun. Yargılanması gereken varsa, onu yargılayacaksın ki öbürleri ders çıkarsın. Ceza davaları yeterli değil, tazminat davası yıllardır sonuçlanmadı.

BUNU LÜTFEN NOT DÜŞÜN

“Benim en çok içimde kalan ve sizin aracılığınızla duyurmuş olayım, özellikle bunu lütfen not düşün” diyor Hakkı Güleç, not düşelim: “Ne olursa olsun abiler kardeşlerine giyim kuşamlarından dolayı kesinlikle karışmasın. O dönem gençlerde uzun favori modaydı, saçlarına jöle sürüyordu. Ben de o sıralar çok kızıyordum. Başkalarına özenme, ben böyle yaptım mı babam böyle yaptı mı yapmadı diyordum. O da ‘Abi ben hep böyle mi olacağım, askere gideceğim, olgunlaşacağım takım elbise giyeceğim’ falan diyordu.Bir ara tuttum kolundan berbere götürdüm. Keşke yapmasaydım. Berber koltuğunda berber saçını keserken hissettim ki bıçak vursan bir damla kan düşmezdi ondan.”

ÖNCEKİ HABER

AKP’li Meclis üyesinin paylaşımı tepki topladı

SONRAKİ HABER

Lordlar Kamarası Brexit tasarısında değişiklik istedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa