16 Haziran 2012 15:15

Bu defa mizah yapmadı

Mahir İpek ve Serhat Kılıç, Mehmet Ali Alabora ve Levent Kazak’la birlikte hafta için her gün “HEBERLER” programında gündemdeki konulara eleştirilerini mizah diliyle yapıyorlar. Programın sevilen iki yüzü Mahir İpek ve Serhat Kılıç, Çankaya Mizah Festivali kapsamında bir söyleşiye katıldılar. İpek ve Kılı&cc

Bu defa mizah yapmadı
Paylaş
Gökhan Uysal

Mahir İpek, “Bu ülkede bir tek genç daha az ölecekse ben herkesin arkasında yürümeye hazırım. Ama artık anaların yeni bir fiyaskoyu kaldıracak güçleri yok” dedi. Kürtaj yasasıyla ilgili olarak Serhat Kılıç “82 anayasası yapılırken Diyanetin günah değil dediği şey nasıl oluyor da 2000’li yıllarda günah diyerek yasaklanıyor?​” diye sorarken, İpek ise “devlet kürtajla ilgileneceğine Melih Gökçek’i topluma kazandırsın” dedi.

MELİH GÖKÇEK DEMET AKALIN’LA KAFA KAFAYA OYNAR

Heberlerin de gündeminde vardır elbet kürtaj tartışması. Peki mizahın ötesinde sizce kürtaj devletin meselesi midir?

Mahir İpek:  Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ‘O çocuğu aldıracağına kadın ölsün’ dedi. Ben Melih Gökçek’i çok magazinsel buluyorum. Demet Akalın’la kafa kafaya oynar bu konuda. Devlet bence kürtajla uğraşacağına bu belediye başkanının elinden tutmalı, ona yardım etmeli, topluma kazandırmalı…

Serhat Kılıç: Bu konular aslında başlı başına olacakların göstergesi gibi geliyor bana. ‘Kürtaj günahtır yasaklayalım’ yaklaşımı çok tehlikeli. Tamam, yasaklayalım. Ne yapacağız daha sonra? Merdiven altlarında kürtaj yapılacak, anneler ölecek, çocuklar ölecek. Sanılıyor ki yasaklayınca bu yapılmayacak. Öyle bir şey yok, bunu uygun bulmuyorum. 1982 anayasası hazırlanırken kürtajla ilgili olarak Diyanet İşlerine soruldu ‘Günah mıdır değil midir?​’ diye. Diyanet İşleri ‘Hayır günah değildir’ dedi. Şimdi ne oldu da günah oldu bu? Ne değişti? Biz ne yaptık da 2000’li yıllarda günah oldu bu. ‘Tecavüze uğrayan kadın doğursun biz bakarız’. Böyle bir şey asla söz konusu olamaz. İyi de kardeşim bunu doğuracak bir kadın var. Cenin daha doğmadan dünyanın en kıymetli şeyi olmuş ama kimsenin anneyi düşündüğü yok.

M.İ:  ‘Biz insanların çocuk doğurmalarına engel olan olumsuz sosyal koşulları kaldıracağız’ gibi ütopik bir iddiada bulunursanız kürtajı da yasaklarsınız. ‘Bu ülkede bir tek tecavüz olmuyor, hatta teşebbüsü bile olmuyor. Bizim ülkemizde asla ve asla sakat çocuk doğmaz, biz bunu da sağladık’ derseniz kimse de size bir şey diyemez. Koskoca Bakan diyor ki ‘Tecavüze uğrarsanız biz çocuğa bakarız’. Baktığın çocuklar ortada. Çocuk Esirgeme Kurumundaki bir çocuğu, galiba bir Milli Eğitim Müdürüydü, taciz etmişti. Bir kız çocuğuna sarkıntılık ettiler, Yargıtay kararı gelene kadar tecavüzcü serbest bırakıldı. İnsanda bunu söylerken azıcık utanma olur memleketine, hayatına dair. Benim kız kardeşim Çocuk Esirgeme Kurumunda psikologdu. İstifa edip yurt dışına yerleşti. İstifa etmesinin sebebi akli dengesi bozuk bir kızın hamile kalmasıydı. Kim hamile bıraktı bunu? Oradaki çalışanlar. Şimdi bu çocuğun alınması günah öyle mi? Şimdi biz burada tecavüz eden devlet memuruna bakmayacağız, bu çocuğun doğumuna bakacağız yani öyle mi?

S.K: Bizim için o kadar kolaylaştı ki tecavüz, tecavüzcü. Tecavüz çocuğu, ona devlet bakacak. Tamam ama bu doğuran kadın ne oldu?

SANKİ KERESTE FABRİKASI

Devlet Tiyatrolarının kapatılması söz konusu. Sanatçıların da bu konuya ciddi tepkileri var. Siz ne diyorsunuz peki?

M. İ: 
Başbakan çıkıp ‘4 milyon lira geliri var, 150 milyon lira gideri var’ diyor Devlet Tiyatroları (DT) için. Bunu Türkiye’de çıkıp sokakta kime sorsanız ‘Kapat kardeşim zarar ediyorsa’ der. Bu çok mantıklı ama dil çok çetrefilli. Vatandaşı o düşünceye iten cümleler çok acayip çünkü. Hani devletin insanlara sanatı yaygınlaştırma, sanatı tanıtma, kâr amacı gütmeme kaygısı vardı? Sanki kereste fabrikası. 4 milyon lira geliri var, 150 milyon lira gideri var.

Yönetmelik değişikliği ile Genel Sanat Yönetmenliği bürokrasiye emanet edildi. Sanatçılara güvenilmez mi bu konuda?
M. İ: 
Burada DT’de çalışan oyuncular ve bu konumdaki sanatçı arkadaşlarımın tümünü suçluyorum. Çünkü bugüne kadar DT’nin idaresindeki hantallığından, bunun değişmesi gerektiğinden dem vuran çok az insan çıkmıştır. DT genel müdürü olup da ‘Bunun değişmesi gerekiyor’ diyen bir tek Yücel Ertel’i biliyorum. Bugüne kadar her şey yolundayken hiçbir genel müdür ‘Arkadaşlar bu sistem çok hantal, gelin bunu değiştirelim, bu sistemi adam gibi bir sisteme oturtalım’ demedi. Herkes oturdu. Ta ki AKP gelip ‘ne oluyor burada, dağılın bakalım’ diyene kadar. Şimdi de kalkıp bana ‘vay DT’yi kapatmaya çalışan AKP’liler’ dediğin zaman ben sana yine destek oluyorum ama “Bugüne kadar neredeydin” diye de soruyorum. AKP’nin iddia ettiğinin öncesindeki sistem çok mu iyiydi? Ben ödenekli tiyatrolar konusunda şunu söylemek istiyorum. Hükümet çok da kapatmak niyetinde değil tiyatroları. Buradaki politikanın pazar ağzı politika olduğunu düşünüyorum. Sonunda ‘Tamam kapatmıyorum ama şöyle şöyle olacak’ diyecek. Bunlar da ‘Aman kapatmadı susalım’ diyecekler. Hükümet bunu yapmak istiyor ve buna atlayacak çok sayıda da devlet sanatçısı olduğunu düşünüyorum. Daha sonrada söyle diyecekler ‘Yaşasın kapattırmadık’.

S.K: Şuna açıklık getirmemiz lazım, o kurumun başı dediğimiz kişi genel müdür değil aslında. Genel müdür dediğimiz kişi genel sanat yönetmeni demek. O 3-5 bin kişilik kurumun bütün bir ülke genelinde o sezon boyunca neler yapacağını, hangi sanatçıları kullanacağını, klasiklerden neler sahneleyeceğini, sanat politikasını belirleyen adamdır. İmza atıp da resmi işleri yürüten adam değildir. Bu yüzden bir türlü anlaşılamıyor, başta neden bir bürokrat olmamalıdır. Başta bir sanatçı olmalı ve bu sanatçı bile birkaç yılda değişmeli. Bu o kadar büyük bir sorumluluk ki insanın kendisini birkaç yılda tekrarlamaması mümkün değil. Şu an bakanlığın getirdiği Lemi Bilgin’i yine siyasi iktidar görevden alırsa ben ona da karşı çıkarım. Çünkü görevden alınacaksa buna biz karar vermeliyiz. (Ankara/EVRENSEL)


TÜRKLERE DAHA BÜYÜK SORUMLULUKLAR DÜŞÜYOR

30 yıldır ülkenin gündemini en meşgul eden haberlerden biri de Kürt sorunu, siz, birçok gündemi mizahi bir dille anlatıyorsunuz, fakat bu savaş sanıyorum ki çok da mizahi bir dille ele alınamıyor. Birçok gelişme de yaşıyoruz aynı zamanda, geçtiğimiz günlerde CHP Kürt sorunuyla ilgili hazırladığı çözüm paketini AKP’ye sundu. Bu girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.İ: Uzun zamandır beklediğimiz bir şeydi bu. Fakat sadece AKP ve CHP çevresinde kalmamalı bu. Özellikle BDP’nin bu sorunun çözümünde kilit parti olduğunu düşünüyorum. Hatta MHP’den daha kilit bir parti konumunda. BDP böylesine bir çalışmanın tam ortasında olmalıdır diye düşünüyorum. MHP’yi es geçmiyorum ama şu anki durumla ilgili olarak da tribünlere oynadığı kanaatindeyim. BDP yaptığı açıklamada ‘MHP böylesine bir yapılanmaya destek vermeyecekse bu ülkeye barış gelmeyecek mi?​’ diye bir soru sordu. Bence de öyle. MHP bu işin içinde olmasa da barış gelir. Barışa inancım var fakat bu sorunun sanki 30 yıllık bir sorunmuş gibi, sanki PKK’nın ilk eylemiyle var olmuş ve sadece PKK sorunuymuş gibi anlatılması çözüm yolunu tıkıyor. Kürt sorunu bu ülkede yüzyıllardır kanayan yaradır. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin meselesidir, bu halkların meselesidir. O yüzden de ortak akılla çözülebileceğine inanıyorum. Ben bunu söylediğim zaman eleştiriliyorum ama yine de söylüyorum: Bu ülkede bir tek genç daha az ölecekse ben herkesin arkasında yürümeye hazırım. Yeter ki insanlar ölmesin, hiç inanmadığım bir insana da sarılabilirim bu yüzden.

Eğer MHP ve BDP sorunun çözüm aşamasında dışarıda kalır ya da bırakılırsa CHP ve AKP’nin bu sorunu çözeceğine inanıyor musunuz?

M. İ:  Bir iktidar partisi eğer isterse bu sorunu çözer. Her türlü hakkı, yetkisi, seçimden ve tabandan gelen bir gücü var. Bunun için CHP, MHP veya BDP’ye ihtiyacı yoktur. Oy kaybetmemek için diğer partilerle birleşecekse ona da tamam birleşsin. Ama son sözü söyleyecek olan, imzayı atacak olan yine iktidar partisidir. Daha önceki girişimleri fiyaskoyla sonuçlandı. Ama artık anaların yeni bir fiyaskoyu kaldıracak güçlerinin olmadığına inanıyorum. Bu çok önemlidir, sıkıntıyı çözecek olan anaların sesidir. Anneler sesini yükseltirse hiçbir parti ‘hayır’ diyemez. Artık ‘Ne sorunu canım, benim de Kürt arkadaşım var’ zihniyetinden de vazgeçmeliyiz. Bu çok üzücü ve incitici bir söylem. Empati kurmak gerekir. Bu noktada Kürtlere büyük sorumluluk düşüyor ama Türklere çok daha büyük sorumluluk düşüyor.

ÖNCEKİ HABER

Susmak kaybedenleri cesaretlendirir

SONRAKİ HABER

Kadınlar birlikte güçlü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...