19 Şubat 2017 00:49

Bu paketlerde kadın emeği sömürüsü var

Referandum öncesinde hükümetin açıkladığı 'müjdeli' paketlerde kadın emeğinin sömürüsü dikkat çekiyor.

Paylaş

Gizem ÖRNEK

Referandum tarihi yaklaşırken hükümet ‘evet’ kampanyasını güçlendirmek  için her türlü devlet olanağını kullanmaya başladı.  “Biz daha alanlara inmedik” diye başlayan konuşmalar ve ‘hayır’ diyenleri ülkeye ihanet etmekle, Türkiye’nin gelişmesinin önünü kesmekle ve sonunda da ‘teröristlik’le suçlayan açıklamaların yanı sıra ‘ekonomik projeler’ de her seçim dönemi gibi referandum kampanyasının önemli ayaklarını oluşturuyor. 

Halkın vergi ve kesintileriyle yani emeğiyle oluşturduğu birikimlerle yürütülen referandum çalışmasında halka ‘müjde’ler veriliyor: Büyükannelere çocuk bakım desteği, ÖTV ve KDV indirimleri, cazibe merkezleri projesiyle istihdam müjdesi!

AKP, yapılan kamuoyu yoklamaları ve anket sonuçları üzerine referandum kampanyasını esas olarak 3K (Kürtler, kadınlar, kararsızlar) üzerine yoğunlaştıracağını açıklamıştı. Referandum öncesi açıklanan ‘müjde’li paketlerin de bu hedef kitleyi ‘ikna etmeye’ yönelik olduğu çok açık. Peki bu projeler kadınları nasıl etkiliyor?

BÜYÜKANNELERE ‘MÜJDE’ Mİ?

Hükümet Mecliste anayasa değişikliği paketi görüşülmeye başlamadan büyükannelere ve çalışan anne-babalara bir ‘müjde’ verdi. ‘Torunlarına bakan büyükanneler 425 lira maaş bağlanacak.’ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının yaptığı anlaşmayla ‘müjde’ yakın bir zamanda nihayete erdi. İstanbul ve Ankara’nın arasında yer aldığı 10 pilot ilde başlatılan proje ile şartları yerine getiren 6 bin büyükanneye ‘destek’ sağlanacak, tabii belirli koşulları var. 

TÜİK’in 2012 verilerine göre Türkiye’de 0-5 yaş arası çocukların bakımını annelerin üstlenme oranı yüzde 90. Çocuk bakımı annelerden sonra en çok büyükanneler tarafından üstleniliyor. Babaannelerin çocuk bakımını üstlenme oranı yüzde 5 ve anneannelerin yüzde 3.5. Babalarda bu oran yalnızca yüzde 1.5 iken çocuğun bakımını diğer akrabaların üstlenmesi ya da kreş ve anaokulları gibi kurumların oranı da yüzde 0.6. Türkiye’de çocuk bakımının kamu sorumluluğu olarak algılanmaması nedeniyle bu hizmetin evde ‘kadınlar’ tarafından sunuluyor okuduğunuz üzere. Bu durum, hem çocukların nitelikli bakım hizmetine erişim hakkını engelliyor, hem de kadınların çalışma yaşamına ve sosyal yaşama katılımını son derece zorlaştırıyor.Bu verilerin yanı sıra Türkiye’de çocuk bakım ve eğitim hizmetlerine ayrılan kamu kaynakları da oldukça sınırlı. Bunun için ayrılan pay bütçenin yaklaşık yüzde 0.1’ine denk geliyor.

Ev içindeki bakım emeğinin bir karşılığının olması elbette önemli. Ancak bu projeyle kadınların istihdama katılımının önündeki ‘engelleri’ ortadan kaldırmayı hedeflediklerini söyleyen Hükümet, çocuğun bakımının toplumsal olarak nitelikli biçimde üstlenilmesi sorumluluğunu üstünden atmış oluyor.

KADIN EMEĞİ VE YOKSULLUĞU SEÇİM FIRSATI OLARAK SÖMÜRÜLÜYOR

Konuyu Evrensel'e değerlendiren KEİG Platformundan Gülnur Elçik, hükümetin kadın yoksulluğunu ve emeğini bir seçim fırsatı olarak sömürdüğüne dikkat çekti.

Büyükannelere bakım projesi hakkında “Proje her zaman olduğu gibi hükümetin, cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sorunları cinsiyet eşitliğini güçlendirmek yerine kadın emeği üzerinden aile içinde çözme hedefi taşıyor” değerlendirmesinde bulunan Elçik, “İstihdam biçimlerine baktığımızda esnek çalışmanın ve asgari ücretin neredeyse kadınlara özgüleştiğini görüyoruz. Bir yandan kadın yoksulluğu ve ücret eşitsizliği giderek derinleşirken, öbür yandan kamu kreşleri kapatılıyor ve özel kreş ve gündüz bakımevleri ücretleri kadınların kazancının çok üstüne çıkıyor. Özetle kadın yoksulluğu ve emeği bir seçim fırsatı olarak sömürülüyor” diye konuştu.

KREŞ OLMAYINCA SEVGİ MECBURİYETE DÖNÜŞÜYOR

Projenin basında yer alma biçimini de eleştiren Elçik, “Haber başlıklarına baktığınızda ‘Babaanne sevgisi patlama yaptı’ gibi ifadeler görüyoruz. Bu, sevginin değil yoksulluğun dışavurumudur. Elbette nenelerin torunu ile vakit geçirerek, sevgiyi büyütmesi önemli. Ancak ‘bakım’ basitçe sevgiyle açıklanamaz. Çocuk bakımı insanın fiziksel ve ruh sağlığını etkilediği gibi, çocukların gelişimi açısından da önemli. Bu yüzden kurumsallaşması ve belli koşullara uygun sunulması gerekiyor. Kreşler ulaşılabilir olmadıkça, sevginin de mecburiyete dönüşmesi söz konusu” değerlendirmesinde bulundu.

Hükümetin propagandasının sevgi temelindeki ilişkilere zarar verdiğini vurgulayan Elçik şöyle konuştu: “Hükümet kadınlara yönelik desteklerini aile üzerinden konumlandırdığı için, aile dışında olan ve bu türden desteklere ihtiyacı olan kadınlar yoksulluğa mahkum ediliyor. Örneğin, babaannelere verilecek destek projesi, geçen aylarda Kütahya’da işe giderken çocuklarını bırakacak bir yer olmadığı için evde bırakan ve iki çocuğunu yangında kaybeden ev işçisini ikinci kez mahkum ediyor. Hükümetin bu projesi kadın emeğinin sevgi gibi söylemler üzerinden sömürüldüğü, kadın yoksulluğunun fırsata çevirdiği cinsiyetçi politikaların en klişe örneklerinden biri diyebiliriz.”

KRİZİ REFERANDUM SONRASINA ÖTELEME ‘MÜJDESİ’/ÇABASI

Bir diğer ‘müjde’ ise ÖTV ve KDV indirimi. Bakanlar Kurulu kararıyla 30 Nisan’a kadar bazı elektrikli ev aletlerinin ÖTV’si sıfırlandı, konut alımında KDV indirimi yapıldı, ahşap ve plastik mobilyalara uygulanan ÖTV oranı yüzde 8’e indirildi, yat, kotra alımında ödenen yüzde 8 oranındaki ÖTV herhangi bir süre sınırlaması olmaksızın sıfıra indirildi. 

Maliye Bakanı Naci Ağbal vergi indirimlerinin bütçeye yaklaşık 1 milyar lira maliyeti olacağını söyledi. Ağbal, “Yapmış olduğumuz indirimler özellikle içinde bulunduğumuz süreçte vatandaşlarımızın alışverişlerini artıracak, ekonomiye ciddi anlamda canlılık getirecek” diye konuştu. Bütçeyi zarara uğratmasına rağmen uygulamaya konan bu indirimin kriz ortamını referandum sonrasına ötelemek için yapıldığı anlaşılıyor. “Ekonomiye can vermek” isteyen hükümetin temel ihtiyaç maddeleri ya da asgari ücretten alınan vergide indirim yapmak yerine yatlara, katlara vergi indirimi uygulaması da dikkat çekici. 

Konuya ilişkin Evrensel'e konuşan Doç. Dr. Nilgün Ongan, bütçeyi zarara uğratmasına rağmen uygulamaya konan bu indirimin kriz ortamını referandum sonrasına erteleme girişimi olduğuna dikkat çekti.

İndirimlerin gelir düzeyi yüksek kesimler için uygulandığına dikkat çeken Ongan, “İşçilerin, emekçilerin kullandığı mallarda uygulanan vergi indirimi ya yok ya da çok sınırlı. Ama yat, kotra, elmas gibi mallarda vergi indirimi yapılması vergilendirmenin de amacına aykırı. Çünkü devlet topladığı vergiyle gelir dağılımındaki adaletsizliği düzeltici çeşitli harcamalar yapar. Ama bu amacı ortadan kaldıran, var olan gelir dağılımını düzeltmediği gibi daha da bozan bir nitelik taşıyor vergi indirimi.” diye konuştu.

İNDİRİMİN/YATIN YÜKÜ DE VATANDAŞIN SIRTINDA

Maliye Bakanı’nın indirimin bütçeye yükünü açıkladığı sözlerini hatırlatan Ongan, “Bu zararı göze alabiliyorlar çünkü bu açığı onlar karşılamıyor. Sonuçta bu memleketin çalışanları, emekçileri çalışıp vergi ödüyor. Bu yük de onların sırtına yıkılmış oluyor” dedi.

“ÖTV, KDV indirimleri kriz görüntüsünün referandum sonrasına erteleme girişimi olarak da değerlendirilebilir” diyen Ongan, “Ama olabilecek mi bilmiyorum. Böyle bir amacı olduğu kuşkusuz, aynı amaç varlık fonunun apar topar kabul edilip hayata geçirilmesinde de var. Ama öteleme olup olmayacağını göreceğiz. Pek çok iktisatçı, krizin derinleşmesine engel olunamayacağı için referandumun ertelenmesi bile söz konusu olabilir yorumları yapıyor” dedi.

PATRONLARA ‘CAZİBELİ’ PROJE

‘Cazibe merkezleri projesi’ de diğerleri gibi referandum öncesi hızla hayata geçirilen projelerden. 1 yılı aşkın süredir çatışmalarla yıkılmış, talan edilmiş kentleri kapsayan projenin basın lansmanında konuşan Başbakan Binali Yıldırım’ın “Bugün itibarıyla daha fazla toplantı moplantı yok, program başlıyor” şeklindeki açıklaması “Ne bu acele” diye düşündürüyor. Ancak yanıtı çok zor değil, hükümetin kaybedecek zamanı yok. Hedef referandumdan önce yol almak!

Çatışmalar ve savaş ortamı nedeniyle evinden, yurdundan edilmiş, yakınlarını kaybetmiş binlerce insanı yeniden ‘ikna’ etmeye çalışan Hükümet, sermaye çevrelerine verdiği teşviklerle de patronları ‘ikna’ ederek kendisinin sermaye açısından güçlü bir seçenek olduğunu bir kez daha açıkça ilan ediyor.

Cazibe Merkezleri projesiyle ‘belirlenen bölgelerin süratle kalkınması ve gelişmişlik faklılıklarının ortadan kaldırılması’ amaçlanıyor. Ancak hükümet, bu projenin hayata geçirileceği bölgelerde vatandaşın huzur ve güven içinde çalışabileceği, yatırımcıların ‘gönül rahatlığıyla’ yatırım yapabileceği koşulları sağlayacak politikaları tamamen terk ettiği için bu ortamı sağlamak için çuvalla para döküyor.

İSTİHDAM ARTMIYOR DÜŞÜYOR: İŞSİZLİK SON 7 YILIN ZİRVESİNDE

Daha önce olduğu gibi OHAL döneminde de ve referandum öncesinde de sermaye yanlısı, emek gücünü sermayeye nerdeyse bedavaya verdiği teşviklerle çalıştırma yoluna giden politikaların gündemde olduğunu dile getiren Doç. Dr. Nilgün Ongan, “Sınıfsal nitelik açısından referandum aşamasındaki tedbirler, teşvikler değişmedi. Ama var olanlar daha da sivrildi. Dolayısıyla aradaki eşitsizlik daha da perçinlendi” diye konuştu.

Asıl olarak sermayeyi güçlendirmek için yapılan bu tür projelerin işsizliği azaltmadığına dikkat çeken Ongan şöyle konuştu: “Ne zaman böyle janjanlı teşvik torbaları gündeme gelse orada emek gücünü daha kolay sömürmenin, daha güvencesiz çalıştırmanın ve bunun yol açtığı tüm eşitsizlik ve olumsuzlukların daha da perçinlendiği adımlar atılıyor. Bütün bu politikalar istihdamı artırmazken çalışma yaşamını esnekleştiriyor, hatta istihdamı daha da düşürüyor. Bu uygulama bir yandan istihdamı artırıyorum görünümü veriyor, öte yandan kendi siyasal tercihini ve kimden oy beklediğini ortaya koyuyor.”

Son 7 yıldır hükümet kadın istihdamını arttırma söylemiyle kadınların esnek ve güvencesiz çalışmasını, hem evde çocuk ve yaşlı bakımını yüklenmelerini getiren pek çok yasal düzenlemeye imza attı. Ancak görünen o ki kadınlara müjde olarak sunulan bu uygulamalar kadın istihdamını arttırmamış. Son açıklanan verilere göre işsizlik, son 7 yılın en yüksek rakamına ulaşarak yüzde 12.1’e yükseldi. Bu rakamlar kadınların güvenceli bir iş sorununun ciddi boyutlara vardığını gösteriyor.

MALİYETİ EN ÇOK KADINLAR ÖDÜYOR

Hayata geçirilmek istenen tüm bu ekonomik projelerin kadınları, özellikle de işçi ve emekçi kadınları doğrudan etkilediğine vurgu yapan Ongan, “Bu politikaların yol açtığı olumsuzluklar işçi sınıfını topyekün etkiliyor. Ama bu durum emek gücü piyasalarında ya da toplumda doğrudan ayrımcılık olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Topyekün işçi sınıfının bütününe ait bu maliyette kadın işçilerin payı daha fazla oluyor. Kadınların katlandığı maliyet kesinlikle daha fazla. Emek gücü piyasalarında doğrudan ayrımcılığa uğrayan kesimler olarak kadın emekçiler elbette esnekleşmenin ve olası bir krizin maliyetini çok daha fazla yaşıyorlar” değerlendirmesinde bulundu.

ÖNCEKİ HABER

HDP'li Encu'nun Kandıra Cezaevi'ne nakledildiği öğrenildi

SONRAKİ HABER

Temel Karamollaoğlu'ndan anayasa değişikliği eleştirisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...