14 Şubat 2017 00:30

'Onlar yatta sefa sürüyor, biz kayıkta açlıkla boğuşuyoruz'

Emek Partisi GYK Üyesi Sabri Topçu: Aynı gemide falan değiliz. Birileri yatlarda saltanat sürüyor, birileriyse kayıklarda açlıkla pençeleşiyor.

Paylaş

Fırat TURGUT
İstanbul

Patronlar, liranın dolar karşısında değer kaybetmesi, işlerin iyi gitmemesi ve ekonomik kriz gibi gerekçeler öne sürerek işçilere yükleniyor. Kimi zaman toplu işten atmalar yaşanıyor, kimi zaman ise işçilerden ‘fedakarlık’ bekleniyor. Bu ortamda işten atılmayı göze alamayan işçiler, sendikaların söylemi de hükümet ve sermayeyle aynı olunca, patronların dayattığı ‘fedakarlığa’ sessiz kalıyor.
Ne memleketin güvensiz ortamının ne de ekonomideki tablonun sorumlusunun işçiler olmadığını belirten Emek Partisi (EMEP) Genel Yönetim Kurulu Üyesi Sabri Topçu, “Aynı gemide falan değiliz. Birileri yatlarda saltanat sürüyor, birileriyse kayıklarda açlıkla pençeleşiyor” diyerek, işçileri fedakarlık masallarına kanmamaya çağırdı. Asgari ücrete yapılan zammı, EMİS grevini ve sonuçlarını da değerlendiren Topçu, referandum konusunda da işçileri uyardı. Uzun yıllar TÜMTİS Sendikasında genel başkanlık görevi yürüten Topçu, ‘89 Bahar Eylemleri’nde sınıfın öncülerinden biri olarak, “OHAL dönemi, artan baskı ve yasaklar, fiili ve meşru mücadelenin gerekliliğini işçi sınıfına daha çok gösterecektir” diyor.

‘İşlerimiz iyi gitmiyor, dolar yükseliyor, krizdeyiz’ gibi gerekçeler öne süren patronlar çalışanlara ‘ya işsizlik ya fedakarlık’ dayatmasında bulunuyor. Bunun en son örneğini THY’de gördük. THY yönetimi krizde olduğunu belirterek Hava-İş’in karşısına işten çıkarma ya da sıfır zam seçenekleriyle geldi. Krizin aşılması, işlerin iyi gitmesi için çalışanların bu ‘fedakarlığı’ yapması gerekiyor mu?

89 Bahar Eylemleri sürecinde kamu işyerlerinde toplu sözleşmeler vardı. O dönem iktidarda olan ANAP, “Ekonomik kriz var” diye yüzde 20 dayatıyordu, Türk-İş ise yüzde 42 istiyordu. Maliye Bakanı “Yüzde 21 verirsek maliye çöker” diyordu. İşçi sınıfı sokağa çıktı, mücadele genişledi, Türkiye’nin dört bir yanına yayıldı. Yüzde 142 ile biten toplusözleşmeler oldu. Niye böyle oldu? Çünkü işçiler mücadele içerisinde giderek politikleşiyordu; daha demokratik, daha yaşanabilir bir ülke istiyorlardı. İşçilerin taleplerinin daha da politikleşmesini engellemenin yolu, yüksek zam verip ve mücadeleyi yatıştırmaktan geçiyordu.

Şimdi dolar yükseliyor, ekonomik kriz değilse bile bir ekonomik sıkıntı var. Ama şirketlerin kriz dedikleri kârlarından kaybetmeleri. Kârdan zararı göstererek işçileri ucuz, zamsız çalışmaya, işten atmalara mahkum etmek istiyorlar. Daha düne kadar yüz yılın kârını yaptıklarını ilan ediyorlardı. Bugün Koç’un, Sabancı’nın büyük fabrikaları, Renault, TOFAŞ yine kâr ediyor. Yaşanan ekonomik sıkıntı gerekçesiyle kârları biraz düşse, yani 10’dan 8’e düşse bütün faturayı işçilere çıkarmaya çalışıyorlar. Geçmişte de kamu sözleşmelerinde bunlar çok gündeme gelirdi. “Kriz var, aynı gemideyiz” diyorlar. Aynı gemide falan değiliz biz. Hangi aynı gemi? Birileri yatlarda saltanat sürüyor, birileriyse kayıklarda açlıkla pençeleşiyor. Krizi işçiler yaratmadı, kim yarattıysa bedelini de onlar ödemeli... 

HAVA-İŞ THY’NİN İSTEDİĞİ GİBİ OLDU

Ancak sendikalar patronların karşısına bu söylediklerinizle çıkmıyor. Hava-İş Sendikası’nın yönetimi “Elimizi taşın altına koyacağız” diyerek sıfır zammı kabul etti...

Hava-İş yönetimi, THY’nin isteği gibi bir yönetim oldu. THY’de 2016 Temmuzunda bir sürü insan işten atıldı. Hava-İş bildiğim kadarıyla işçilerin mahkeme masraflarını bile karşılamadı, işçiler tek başlarına kaldı. 

Sıfır zamma gelince; her sendika işyerinin gelirini bir şekilde hesaplar. Üyelerinin üretimden hak ettiği payı almasını, işçilerin daha iyi yaşamasını, daha rahat geçinmesini sağlayan bir ücret ve haklar elde etmektir görevi. Şimdi THY işçisi niye elini taşın altına koyacakmış? THY büyüdü, dünyanın her yerine seferler yapıyor, kazançları alabildiğine yüksek... Bu durumda taşın altına elini sokmak, işverenin taleplerini kabul etmek anlamına geliyor. İşçilerin ve sendikaların bu anlayışı reddetmesi lazım. Sınıf sendikacılığını ve mücadeleyi savunan sendikacıların, işçilerin, emekçilerin bu anlayışa karşı mücadeleyi yükseltmesi lazım.

SENDİKALARIN VEBALİ BÜYÜK

Bu söylediğinizden sendikaların görevlerini yerine getirmediği sonucu çıkıyor. Bunun sebepleri nelerdir?

Ben işçiliğe başladığım dönemlerde, 69 yılında, hemen sendikalı oldum. Hiçbir baskı olmadan, temsilci tarafından sendikaya üyeliğim yapıldı. Sendikalı olunca da hakların daha ileriye götürülmesi konusunda mücadele içerisinde olduk. Sendikaların siyasal iktidarlar üzerinde bir baskısı vardı. Türk-İş Başkanlar Kurulunda olduğum dönemde Demirel’inden Çiller’ine, Ecevit’inden Mesut Yılmaz’ına kadar Başbakan olan siyasi parti liderleri işçilerin, sendikaların taleplerini dinleyip, özellikle seçim öncesi ona göre davranacaklarının sözlerini veriyorlardı. Özal dönemiyle birlikte başlayan özelleştirmeler, taşeronlaştırmalar kamuyu tasfiye ederken sendikaları da güçsüzleştiriyordu. Sendikal bürokrasi, işbirlikçi sendikacılar, 12 Eylül darbesinin getirdiği antidemokratik yasaları işçilerin ve sendikacıların mücadelesini engellemek için bahane ediyorlardı. Özelleştirme ve taşeronlaştırmaya karşı mücadele yetersiz kalıyordu. Hatta özelleştirmeyi savunan sendikacılar bile vardı. İşçiler giderek daha fazla örgütsüz hale gelirken, işçiler daha uzun saatler çalıştırılmaya, sigortasız, sendikasız bırakılmaya, daha az ücret ödenmeye başlandı. Sendikal bürokrasi her seferinde işçilerin mücadeleye geçmesini engelleme görevini başarıyla yerine getirdi. Bu halen böyle... DİSK’in biraz çabası var ama Türk-İş ve Hak-İş siyasi iktidarın arka bahçesi haline geldi. Siyasal iktidarın bu hale gelmesinde sendikaların büyük vebali var.

BU BÖYLE GİTMEZ

Şimdi bir de olağanüstü hal (OHAL) söz konusu. Bu koşullarda işçi hakkını nasıl arayacak? İşçi sınıfının sermaye, yasa ve sendika kuşatması altında mücadele vermesi olanaklı mıdır?

12 Eylül’de KHK’lerle öncü işçilerin işten atıldığı, işçilerin öncüsüz bırakıldığı bir dönem yaşandı. 12 Eylül’den sonra 7-8 yıl boyunca işçi sınıfı, tek tük yapılan grevler, eylemler olsa da sessizdi. Ama içten içe kaynıyordu işyerleri, fabrikalar... Ve o sessizlik içinden 89 Bahar Eylemleri gibi ileri bir hak alma mücadelesi gelişti. Bugün de siyasal iktidar işçi haklarını alabildiğine geriye götürüyor. Emek hareketi açısından zor bir süreç yaşıyoruz ama bu süreç de  aşılacaktır. 

Bir kere işçiler bilir; hak verilmez alınır. Bunun başkaca şansı yoktur. Geçmişten bugüne kadar işçi sınıfı, ancak birlikte bir mücadele ortaya koyduğu zaman hakkını almıştır. Herkesin insanca çalışıp, insanca yaşayabilmesi için birlikte mücadele edilmesi gerekiyor. Bugün sendikalar açısından bu gözükmüyor ama işçi sınıfı bu karanlığı da yırtacaktır. Bu böyle gitmez! Hiç kimse kendini sultan görmesin. Milli gelirin bu kadar adaletsiz dağıldığı bir ülkede işçi sınıfının ayaklanmasını ne siyasal yapılar ne sendikal bürokrasi durdurabilir. 

HÜKÜMETİN SERMAYEYE EN İYİ HİZMETİ: ASGARİ ÜCRET 

Milyonlarca işçiyi ilgilendiren bir konu da asgari ücret. Patronlar sıfır zam dayatırken, görüşmelere katılan Türk-İş 1600 lira rakamını dillendirdi. Nihayetinde ise Hükümetin baştan beri sinyalini verdiği düşük zam kabul edildi. Asgari ücrette 100 liralık artış ne ifade ediyor?

En büyük toplusözleşme asgari ücrettir. Açlık sınırı, yoksulluk sınırı kaç lira? Buna bakılması lazım. Açlık sınırının altındaki bir asgari ücret hiçbir koşulda yeterli sayılamaz. DİSK 2 bin lira, Türk-İş 1600 lira istedi. Bunu istemek mesele değil. İşçileri emekçileri bu hakkın alınması için sevk etmek önemli. Yapılan zam da yeterli değil ve zaten gitti. Doların, enflasyonun yükselmesiyle işçilerin yaşamını etkileyen, mutfağına giren her türlü giderin pahalılaşmasıyla 100 lira 15 günde gitti. Bir de bireysel emeklilik sistemi için de kesinti olacak. Verilenden daha çok alınmış olacak. Ama işçiler bunun farkına varacaklar çünkü bunun sonuçlarını onlar yaşayacak. Milletvekillerinin maaşı ne kadar ve kaç lira zam alıyor, buradan bakılması lazım. Şirket yöneticileri ne kadar maaş ve zam alıyorlar, buradan bakılması lazım. Bu koşullarda işçilere asgari ücreti reva görmek siyasal iktidarın sermayeye yaptığı en iyi hizmettir.
Sendikacılar da böyle. Kendileri bir işçi ücretiyle yaşamıyorlar. İşçilerin çok çok üzerinde ücretler alıyorlar. Sonra işçi adına ‘taşın altına elimizi sokacağız’ diyorlar. Bu ahlaksızlıktır. Senin temsil ettiğin bir kitle var, onların talepleri var. Ücretlerini, sosyal haklarını, iş güvencelerini sağlamakla mükellefsin.

İŞÇİLER REFERANDUMDA NEYİN OYLANACAĞINI BİLMELİ VE HERKESİ UYARMALI

Nisanda yapılacak referandumda oylayacağımız anayasa değişikliği, özellikle tüm yetkilerin tek kişide toplanması bakımından tartışılıyor. Ülke geleceği açısından oldukça önemli bir sürece işçi sınıfının çok dahil olmadığını görüyoruz... Neden sizce? 

Anayasa değişikliği tartışmalarına işçiler dahil olmalı, olmak zorunda, başka şansı yok. Çünkü bu anayasa değişikliği çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini de karartıyor. Demokratikleşme, laiklik, sosyal hukuk devleti gibi mücadele edilerek alınan hakların hepsini ortadan kaldırıyor. Sermayenin çıkarı ve siyasal iktidarın kendini kurtarmasına yönelik hazırlanmış maddeler hepsi, içinde işçi ve emekçilerin faydasına hiçbir şey yok. 

Anayasa değişikliği tartışmaları ve Meclisten geçirilmesi işçi ve emekçilerden uzakta yaşandı. Oysa başta işçi ve emekçiler olmak üzere tüm halk kesimlerinin katılımıyla hazırlanır demokratik bir anayasa. Örgütlü kesimler bile tartışamadı, zaten büyük çoğunluk maddelerin ne olduğunu bilmiyor. Sendikalar da tartıştırmıyor. Sendikaların seminerler, toplantılar yapması lazım, emekten yana uzmanları, akademisyenleri işçilerle buluşturması lazım; yapmıyorlar. İşçiler de bundan şikayetçi. Ama yine de şikayet etmeyi bırakıp işyerlerinde tartışmak, tartıştırmak lazım bu anayasa değişikliğini. İşçilerin ‘Zaten seçimden seçime katıldığımız bir rejimde halimiz böyleyken, bir de tek adam yönetimi gelirse nasıl olur’ diye sorması lazım. Bakanlar Kurulu’nun karar alıp cumhurbaşkanını onayıyla ertelenen grevlerin, tek bir imzayla yasaklanacağını, Meclisin bile denetleyemediği bütçeden emekçilere bugünkünden daha az pay düşeceğini görmeleri gerek. Görmeleri de yetmez çevrelerindeki herkesi uyarmaları gerek. 

İŞÇİ SINIFI FİİLİ MEŞRU MÜCADELENİN GEREKLİLİĞİNİ GİDEREK DAHA İYİ ANLIYOR

Bir süre önce Birleşik Metal-İş’in EMİS kapsamında bulunan işyerlerinde sürdürdüğü sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamayınca 2 bin 200 işçi greve çıktı, ancak grevleri yasaklandı. İşçiler yasağa rağmen grevi sürdürünce kazanımla sonuçlandı. Metal işçilerinin yasağa rağmen greve gitmesini ve sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu aslında, 2015’te yasaklanan metal grevi, hatta daha öncesinde cam grevleri yasaklandığında alınması gereken bir tavırdı. Yani daha önceki metal grevi yasaklandığında sendikacıların grev pankartlarını kaldırdığını biliyoruz. Bu tutum değişikliğinin işçinin baskısıyla olduğunu, geçen dönem grevin yasaklanmasından sonra yaşanan tartışmaların, işçinin tepkisinin sendikayı tutumunu değiştirmeye zorladığını düşünüyorum.

12 Eylül yasalarına ve OHAL’e dayanarak işçilerin her türlü hak alma mücadelesi, grevleri yasaklanıyor. Bu yasalar sermayenin, siyasal iktidarın koyduğu yasalardır. İşçiler kendi yasalarını yapana kadar mücadele devam etmeli. Yani işçi, tüm sonuçlarını göze alarak bir grevi fiili olarak sürdürmeye karar vermişse, sendikanın da buna uygun tutum alması gerekir.

Burada, yani EMİS grevinde, işçi greve devam etmeye karar verince bakanlık hemen devreye girdi. Sözleşmenin ayrıntılarına çok hakim olmamakla beraber bunun önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Ama Birleşik Metal-İş Sendikasıyla metal işçileri biraz yalnız kaldı. Konfederasyon ayrımı yapılmaksızın bütün sendikalara üye işçilerin destek vermesi gerekirdi. Birleşik Metal-İş üyelerinin fabrikalara giriş çıkışlarda eylem yapması, bütün iş kollarında yapılması gerekirdi, çünkü bu herkesi ilgilendiriyor. Metal işçilerinin kazanımı bütün işçilerin, asgari ücretle çalışan sendikasız işçilerin de kazanımı olarak görülmeli. Burada sendikalar sınıfta kalmıştır.

Önümüzdeki dönemde hem metalde hem de kamuda geniş bir işçi kesimini ilgilendiren toplu sözleşmeler var. Metal işçilerinin grevi ve kazanımının, bu sürece bir etkisi olabilir mi sizce? 

OHAL dönemi, artan baskı ve yasaklar, fiili ve meşru mücadelenin gerekliliğini işçi sınıfına daha çok gösterecektir diye düşünüyorum. Zaten bir süredir çeşitli işyerlerinde hakların ancak fiili mücadelelerle alınabildiğini görüyoruz. İşçiler de görüyor. 2015 mayısında Renault fabrikasıyla başlayan metal direnişi olsun, en son EMİS grevinde yaşanan fiili meşru mücadele deneyimi olsun, elbette diğer işçilere gidilmesi gereken yolu gösterecektir. Önümüzdeki süreçte yürütülen TİS görüşmelerinde bu örnekleri dikkate alacaktır işçiler ve sendikalar üzerinde de bir baskı oluşturacaklardır. 

ÖNCEKİ HABER

Akşener'in karanlıkta toplantı yaptığı otelden özür geldi

SONRAKİ HABER

Taksim'de Perşembe gününe kadar araç trafiği kısıtlanacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...