17 Şubat 2011 20:06

Kendimiz için bir adım...

Kahraman Maraş’ın bir Alevi köyünde doğdum. Köy yerinde kız olarak dünyaya geldiğim için aileyi mutsuz, anemi de değersiz, itibarsız ettim. Fakat daha sonra iki erkek kardeşimin olmasıyla, azınlıkta kalmam ve okulda başarılı olmam nedeniyle ailenin sevilen kızı olarak konumum değişti.Küçük bir ilçede yaşadım. Babam

Kendimiz için bir adım...
Paylaş

Kahraman Maraş’ın bir Alevi köyünde doğdum. Köy yerinde kız olarak dünyaya geldiğim için aileyi mutsuz, anemi de değersiz, itibarsız ettim. Fakat daha sonra iki erkek kardeşimin olmasıyla, azınlıkta kalmam ve okulda başarılı olmam nedeniyle ailenin sevilen kızı olarak konumum değişti.
Küçük bir ilçede yaşadım. Babam küçük esnaftı ve maddi durumu iyiydi. Tüm gelenek göreneklere en iyi şekilde uyardım. Çünkü annem beni öyle yetiştiriyordu. Büyüklerin yanında konuşulmaz, gülünmez, yemek yenilmez, gezilmez, bir erkekle arkadaş olunmaz...
Üniversiteyi kazanarak dış dünyaya çıktım. Çıktım ama sudan çıkmış balık gibiydim. Kör ve dilsizdim. Akrabalarımın yanında kalıyordum. Okula gidiş ve geliş saatlerim belliydi. Hem evlerinde kalmış olduğum akrabalarımın anlayışına ters düşecek hem de benim yetiştirilme tarzıma ters düşecek herhangi bir davranışım olmadı. Çünkü beni annem yetiştirmişti. Onu da annesi yetiştirmişti. Ama ben annem gibi olmayacaktım. Evde oturup eşimin getireceği ekmeği beklemeyecektim. Kızımı da kendim gibi yetiştirmeyecektim. Kendi ayaklarının üzerinde durmasını kendisi öğrenecek, sorumluluklarını bilecek ve en önemlisi hep birilerine hesap vermek zorunda kalmayacaktı.
Üniversite biter bitmez hemen özel bir şirkette işe başladım. Hayata atılmak, iş öğrenmek ve para kazanmak istiyordum. Bu arada, okumuş, anlayış olarak birbirimize denk olduğumuzu düşündüğüm eşimle hayatlarımızı birleştirdik.
‘O halde sen de çalış anne’
Aynı işyerinde 13 yıl yönetici olarak çalıştım. İşyerim çok kuralları olan, insani değerlerin hiçe sayıldığı, her şeyin iş olduğu, çok stresli bir ortamdı. Sonraki yıllarda da “denkleştirme” denilen,  işçiyi daha çok çalıştıran ve yine de borçlu çıkartan bir sistemde çalıştırıldık. Çalıştığım süre içerisinde çok yıprandım. O kadar ki gülmeyi unuttum. İki çocuğumun doğumunu da direk işyerinden hastaneye giderek yaptım. Düşünebiliyor musunuz işyerinden direk doğuma gitmeyi? Ne kadar riskli! Kızım doğduktan sonra da işyerinde ihtiyaç olduğundan (çünkü senin işini yapacak kimse olmadığından) çocuğumu 21 günlükken bakıcıya bırakıp işe gittim. Çok uzun saatler çalıştığım için oğluma bakıcı bulmakta hep problem yaşadım. Her gün onun ağlamasını dinleyerek, gözlerimde yaşlarla işe gitmek zorunda kaldım. Çocuklarım anne sütü alamadılar. Kaynanamlar çocuklarla zor durumda kaldığımızı görünce bizde kalmaya başladılar ve kreş, bakıcı işbirliği ile iki çocuğumuzu büyüttüler. Kaynanama çok şey borçluyum. Hakkını hiçbir zaman ödeyemem. İlişkimiz kaynana-gelin değil her zaman bir anne-kız çemberinde geçti.
Şirketin şehir dışına taşınması nedeniyle bir türlü ayrılamadığım işyerinden sonunda ayrılma fırsatı buldum. Artık biraz evde dinlenecek çocuklarımla beraber olacak, onlara zaman ayıracaktım. Belki de yılların acısını çıkarmak için elime iyi bir fırsat geçmişti. Onlarla yapamadığım bir sürü şeyi yapma şansını elde etmiştim. Bunu düşünmek, çocuklarla hayalini kurmak bile bizi mutlu ediyordu. İki ay evde kaldım. Bu süre içerisinde, tüm planlarımızı yerine getiremesem de, çocuklarımla iyi zamanlar geçirdim, fakat bir süre sonra kendi dünyamda rahatsızlıklarım başladı. Çünkü evde yemek, bulaşık, ev işleri arasında geçen bir kısır döngü içerisindeydim. Zamanım hiç verimli geçmiyordu, üretmeyen bir insandım artık. Ev kadını olduğum için evdekilerin de benden beklentileri daha fazla olmaya başladı. Evde daha fazla çalışıyordum ama hiçbir şekilde kimseyi memnun edemiyordum. Eşim yarı ciddi yarı espriyle “artık ev reisi oldum (sanki daha önce değilmiş gibi) ayağıma kadar hizmet beklerim” diyordu. Beş yaşındaki oğlum bir gün oyuncak istedi, “ben çalışmıyorum, param da yok, sana bu oyuncağı alamam” dediğimde oğlum “o halde anne sen de çalış” dedi. Oğlumun bu talebi beni uyandırdı. Hem kendi içimdeki rahatsızlıklarım, hem de maddi sıkıntılarım nedeniyle çalışmam gerektiği yönünde karar verdim. Bu kararıma evdeki herkes sevindi. Sadece kızım ayrı kalacağımız için üzgündü.
Aynı şeyleri hissetmenin mutluluğu
Uzun zamandır kendileri ile çalışmamı isteyen özel bir şirketin teklifi üzerine tekrar işe başladım. Bu iş yerindeki çalışma şartlarım daha iyi. Bir aydır çalışıyorum, şu an için herhangi bir problem yaşamıyoruz.
Bu arada 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için kadın dostlarımızla bir çalışma içerisine girdik. Bir halk müziği korosu oluşturduk. Kendime ayırmış olduğum özel ve güzel bir iki saatlik zaman. Bu süre içerisinde çok mutlu oluyor ve dinleniyorum. Stres ve sıkıntılarımdan o ortamda, müzikle arınıyorum. Ekibimizin bir kısmını daha önceki 8 Mart etkinliğinde kurduğumuz koronun ekibi oluştursa da, yeni kadın arkadaşlarımızın katılımı beni çok mutlu etti. Türkü söylerken karşımdaki kadın arkadaşlarımızın gözlerinde, benim yaşadığım mutluluğu görüyorum. Ortak bir iş yapmanın, bir an için bile olsa çevremizdeki bir sürü sıkıntının askıya alınmasının mutluluğu... Aynı anda, aynı şeyleri hissetmenin mutluluğu... Bir de türküleri güzel söylemişsek başarmanın mutluluğu...
Bu etkinlikler bende inanılmaz bir değişim yarattı. Kendime daha güvenir oldum. Çevremdeki bir sürü soruna daha duyarlı hale geldim. Artık Ekmek ve Gül dergisini daha iyi okuyorum. Ekmek ve Gül dergisi merakla beklediğimiz, okuduğumuz ve kendimizden hep bir şeyler bulduğumuz dergimiz. Her zaman sahip çıkmamız ve yaşatmak zorunda olduğumuz dergimiz. Emeği geçen tüm kadınlarımızı kutluyor ve esenlikler diliyorum.
Saygılarımla.
Bir Ekmek ve Gül okuru / KAYSERİ

ÖNCEKİ HABER

Tek kusur o kalsın!

SONRAKİ HABER

Tuzlalı kadınların bir yılı ve talepleri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...