12 Şubat 2017 02:10

Akademisyen kıyımı üzerine birkaç söz

'Son zamanlarda, “memlekette üniversite kalmadı, içi boşaldı hepsinin” derken buluyoruz kendimizi.'

Paylaş

Prof. Dr. Leyla Işıl ÜNAL

Son zamanlarda, “memlekette üniversite kalmadı, içi boşaldı hepsinin” derken buluyoruz kendimizi. İster istemez bu diyalog, “ne zaman üniversiteler gerçekten üniversite oldu ki bizde” cümlesiyle devam ediyor. Gerçekten de, Coşkun San’ın ileri sürdüğü gibi, Türkiye’de üniversite tarihi bir “müdahaleler tarihi”dir ve siyasî iktidarlar  “üniversiteler”i sık sık yeniden biçimlendirme hevesinden vazgeçmemiştir. Onlar bunu sürdürdükçe söz konusu kurumlar kendi özerk işleyişlerini inşa edememiş, bu onları müdahalelere daha da açık (dolayısıyla kendisini geliştirebilecek reflekslerden yoksun) bir halde bırakmıştır. Müdahaleler ise, sıklıkla “akademisyenlerin tasfiyesi” biçimini almış ve mevcut kurumların akademik bir kültür oluşturabilmesini engellemiştir. Kuşkusuz bunun nedeni toplumdaki bilgi-iktidar ilişkisi  ile açıklanabilir ve modern bilim zaten bu ilişkiler içinde doğmuş ve gelişmiştir. Bugüne uzanan tarihsel süreçte, Batı’da düşünce özgürlüğünün ve akademik özgürlüğün önü açılırken bizde baskı dönemleri daha yoğun yaşanmıştır. Fakat yine de, “üniversiteler”, daha önce hiç bugünkü kadar ağır bir saldırıya, onu yok etmeye yönelen bir baskıya, hem dışarıdan hem içerden yöneltilen ve bilim insanının fiziksel varlığını da yok etmeyi hedefleyen müdahalelere maruz kalmamıştı.

Ne demek üniversiteyi yok etmek? Üniversitelerin “modernleştirildiği” ve yaygınlaştırıldığı görünümü altında gerçekleşen şey, mevcut üniversiter yapının, doğrudan bilimsel faaliyetin özneleri hedef alınarak, içerden çürütülmesidir. Bilimin bilim insanlarıyla var olduğunu ve var olabileceğini düşünürsek, bugün yapılanın, bilimsel faaliyeti ortadan kaldırmanın en etkili yolu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü iktidar toplumu ve doğayı anlama, anlamlandırma faaliyetini, giderek daha büyük ölçüde kontrol altında tutmak istiyor. İktidarın kendisini, yani onun varlığını ve temel değerlerini doğrulayan, yeniden üreten, meşrulaştıran bilginin üretilmesi garanti altına alınmak isteniyor. Bugün Türkiye’de iktidar, kendisini doğrulayan bilgi üretimini “teşvik etmekle”, aykırı davrananı “cezalandırmakla” yetinmiyor. İstediği meşrulaştırıcı bilgiyi üretmeyen ve üretemeyecek olan özneleri doğrudan “imha etmeye” girişiyor. Son zamanlarda solcuların, demokratların tasfiyesine yönelik “KHK’lerle ihraç” stratejisi bu anlama geliyor. Barış bildirisine imza atan bilim insanları buna örnek oluşturuyor. Yasalar önünde suç olmadığı tüm hukukçularca ifade edilen bildirinin imzacıları, başka bir nedenle (bir darbe girişimi nedeniyle) ilân edilen OHAL kararnameleriyle görevlerinden çıkartılıyor, geri dönmemek üzere sistemden çıkartılıyorlar. Bu yok etme operasyonu, salt OHAL hukuku açısından bile bir “hukuksuzluk” oluşturduğu halde, hızla bu uygulama sürdürülüyor.

Kendilerinin üniversiter yapı içindeki varlığını her şeyin üstünde tutan ve bu nedenle “kurumlardan atılmayanlarla yetinmeye” razı olan (hatta belki tercih eden), bunu  “kurumu” (yani “üniversiteyi”) savunmak olarak adlandıran yöneticiler ise, ne yazık ki artık bir üniversitede çalışmadıklarını dahi fark edemiyorlar ve iktidara hizmet etmeye devam ediyorlar. Bu aymazlığın nedeni, on yıllardır devam eden YÖK zihniyeti, “içselleştirilmiş YÖK sistemi”dir. O nedenle bugün YÖK’ün, kurumları içerden kemiren bir “iç dinamik”  yarattığını söylemek yanlış olmayacaktır.

 “İktidara hizmet etmeyen”, onu doğrulamayan bilgiyi meşru saymayan zihniyet, bilimi ret eden zihniyettir. Çünkü bilim, P. Bourdieu’nün ifadesiyle söylersek, “iktidarı rahatsız eden bilgiyi” üretir. Yani ezberi bozar, düşünmeye ve doğal olarak da araştırmaya yönlendirir. Bugün OHAL kararnameleri bilim insanlarını “itaate” zorlamak için kullanılmaktadır. Mevcut iktidarın görüşlerine aykırı bir düşüncenin ifade edilmesi ya “hakaret” ya da “ihanet” olarak değerlendirilerek, bunu ifade eden bilim insanları imha edilmeye çalışılıyor. Sonunda ne kadar sürdürülebilir ve ne kadar başarılı olur bilinmez ama dünyadaki gelişmeler dikkate alındığında bugün yaşanılanlar, yeni kuşaklara pek parlak  bir gelecek vaad etmemektedir.

ÖNCEKİ HABER

Üniversiteler Ne Durumda? Ne Yapmalı?

SONRAKİ HABER

Hareket halindeki bir trende tarafsız olamazsınız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...