05 Şubat 2017 00:15

Soloviev’in Taiga’sı, Türkiye’nin Survivor’ı

Bekir Avcı, Gennady Soloviev'in 'Happy People: A Year in the Taiga' belgeselinde söylediği sözlerden yola çıkarak Survivor yarışmasını değerlendirdi.

Paylaş

Bekir AVCI

“20 yaşındaydık, bir helikoptere bindik. Bize bölgemizi gösterdiler ve sonra bırakıp gittiler. Radyomuz bile yoktu. Hiçbir şeyimiz yoktu. Yılbaşına kadar soba, yiyecek ve başka şeyler getireceklerini söylediler. Hiçbir şeyimiz yoktu. Ortağım zor koşullara dayanamadı. Tek başıma kaldım. Söz verdikleri zamanda bir şey getiremediler. Sorun çıkmış, havacılık zor iş. Uzun hikaye, ama nasıl olduysa hayatta kalmayı başardım. O adada geçen programdaki gibi değil. Orada herkes kahraman. Yengeç, akrep falan yakalayıp paylaşıyorlar. Ben hayatta kalmak için çırpındım. Çünkü kar yağıyordu ve üstümde kışlık giysi yoktu. Kulübede soba yoktu. Peksimetten başka yiyecek yoktu. Neyse ki iyi bir köpeğim vardı, beni çok iyi besledi.”

Gennady Soloviev, bir Werner Herzog belgeseli olan “Happy People: A Year in the Taiga”da yaşam hikayesini böyle anlatıyor. Sibirya’nın tayga bölgesinde 1970’ten itibaren doğayla yalnız başına kalan Soloviev, bunları anlatırken doğayla ‘mücadeleyi’ anlattığı iddiasında olan bir kurguya ise (Survivor) yüzündeki tebessüm ile göndermede bulunuyor. Ona gülünç gelen şey kuşkusuz ki, dünyada milyonlarca kişinin izlediği Survivor’ın ‘vahşi doğa’ anlatısı.

  • Gennady Soloviev

MODERN DÜNYANIN MİTİ OLARAK SURVİVOR

Survivor olarak bilinen reality showun ilk adı Expedition Robinson’dur. Program bu ismi ise Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe adlı romanından devralmıştır.

Robinson Crusoe’daki “doğa” tasviri ve insanın doğayla ilişkisi bu eseri “modern dünyanın başlıca mitlerinden biri” haline getirmiştir. Çünkü I. Watt’a göre “Robinson Crusoe, bireyciliği en arzu edilen insan niteliği olarak sunmaktadır.” Robinson Crusoe’nun “ıssız ada” hikayesinden esinlenen ve onu referans alan Survivor için de bu geçerlidir. Romanın başlıca kurucu unsurlarına bakıldığında ve ana karakter Robinson’un doğayla olan ilişkisine göz atıldığında da koşutluklar kendini ele vermektedir.

Survivor’da yoğun bir “emek” öğretisi söz konusudur. Yarışmacılar her ne kadar bir “birliği” ya da “komün”ü temsil ediyor gibi görünse de özünde tektirler; çünkü bir yarış içerisindedirler. Bu, her birinin kendi çıkarını gözetmesine yol açmaktadır. Çakışan çıkarlar beraberinde Robinson’unkine benzer bir “onurlu emek” fikrini de doğurmaktadır: En çok çalışan kazanır, en çetin mücadeleyi veren büyük ödüle doğru yol alır; nihayetinde adada sadece bir kişi bu ödülü kazanacaktır ve bu da ancak ve ancak “onurlu emek” ile yani ödül oyunlarındaki mutlak başarıyla mümkündür.

REKABET, AMA KİMİNLE?

Survivor’da yarışmacılar arasında ‘vahşi doğaya karşı yarış ve mücadele’ doğayla değil esas olarak insanların (yarışmacıları) birbirlerine karşı amansız mücadelesi ve yarışından ibaretti. Buradaki yarış, gözden ırak bir adada inşa edilmiş bir takım yapay mekanlar, parkurlar üzerinde düzenlenmektedir. Ancak programda mekansal olarak mücadele alanı sanki doğanın kendisiymiş gibi gösterilmektedir. Oysa bu yarışmada doğa, beraberinde belli başlı “ödülleri” getiren yarışların dışında yarışmacıların ikamet ettiği bir mekandan başka bir şey değildir.

Yani Survivor’da daha çok insanın doğayla rekabeti sergilenmeye çalışılırken temelde insanın insanla rekabetidir söz konusu olan. Bu programda rekabet doğallaştırılmaktadır. İnsanın insanla kurabileceği farklı ilişki biçimleri yadsınarak, rekabet dışı farklı ilişki biçimleri dışlanmaktadır. Topluluk hayatına sadece yararlanmak, kontrol ve kullanım ile ilgili bir ilişkiler dizgesini bırakan, paylaşımın kırıntısını dahi barındırmayan Survivor isimli realty showun içine, doğal olmayan “doğal” ilişki biçimleri yerleştirilmektedir. İnsan-doğa ilişkisi ya da insanın doğayla olan ilişkisi ise “rekabet” ile anılmaktadır.

SOLOVİEV’İN TEBESSÜMÜ

Televizyon “modern mitler” yaratmada önemli bir güce sahiptir ve “modern bireyciliğin mitleri” arasında sayılan Robinson Crusoe’nun hikayesi tam da bu ‘modern mit yaratıcısı’ televizyonda Survivor ile vuku bulmaktadır. 

Dünyanın bir ucunda (Sibirya) “gerçek” doğa ile baş başa kalan Soloviev’in tebessümü bu nedenle yerindedir. Çünkü o, doğanın bir mücadele alanı olarak kurgulandığı Survivor’da esasen doğa ile bir ‘mücadele’ olmadığını kendi gerçekliğinden ötürü bilmektedir.

Öyle ki Werner Herzog’un belgeseli izlendiğinde fark edilecektir ki Soloviev doğayı bir ‘mücadele’ alanı, karşıya alınacak bir düşman olarak değil yanında yol alınacak bir dost bellemiştir. Doğayla ilişkisini böyle kuran Soloviev’in gülüşü bu yüzden anlamlıdır.

Doğayla ilişkinin balık tutmaya, yampiri yampiri yürüyen yengeç ve örümceklerin görüntülenmesine ve kumsaldaki parkurlardaki oyunlara indirgendiği Survivor, Türkiye’de medyanın muhafazakar ve baskıcı bir iktidarın denetiminde olduğu dönemde filizlenerek bugünlere geldi. Hali hazırda bu program dünyadaki örnekleriyle paralel yanlar taşısa da tıpkı Burger King ya da McDonalds gibi ‘yerelleşmiş’ durumdadır da. Misal bu muhafazakarlık etkisi, ilk sezonlarından bugüne doğru gelindiğinde belki de en çok kendini kadın bedeni üzerinde göstermektedir. Bu ise ayrı bir yazının konusudur.

Özetle Survivor’da ‘doğallaştırılan’ rekabet bir reality show’un ‘rekabet’ üzerine kurulu kurgusu ve işleyişinden fazlasına işarettir; mevcut iktidarın bir tezahürü gibidir: Doğanın talanı, komüne karşı rekabet, barışa karşı savaş.

NOT: Bu makalede 2015 yılında yazılan “Medyada İnsan-Doğa İlişkisi: Survivor Örneğinde ‘Vahşi Doğa’ Tasviri” başlıklı yüksek lisans tez çalışmasından yararlanılmıştır. 

ÖNCEKİ HABER

Marx hep burada

SONRAKİ HABER

Referanduma giderken: İktidar kurban istiyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...