30 Ocak 2017 00:42

ODS işçileri öfkeli: Zulüm değil de ne bu!

Ücretleri sürekli geç ödenen ODS işçileri, yaşadıkları zorulukları anlatarak “Zulüm değil de ne bu!” diyor.

Paylaş

Veli ŞAHİN
Kayseri

80 darbesinden sonra DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasının Kayseri’de ilk örgütlendiği fabrika oldu Ortadoğu Döküm Sanayi (ODS). Ödenmeyen ücretler, önlem alınmadığı için yaşanan iş kazaları, yaralı olduğu halde çalıştırılan işçiler, faturalarını ödeyemediği için doğalgazı elektriği kesik işçiler, bir yaşındaki çocuğuna “Çok yeme oğlum” demek zorunda bırakılan baba, 300 lira bulamadığı için evlenemeyen genç... “Zulüm değil de ne bu?” diyen ODS işçileri, patronun ise 600 bin liralık arabayla gezdiğini, facebook’tan yeni aldığı yatını tanıttığını öfkeyle anlatıyor. Sendikacıların tutumuna da tepkili olan işçiler, “Sendikalaşmak kötü değil yanlış anlaşılmasın. Birlik olmak iyidir. Ancak sendikacılar mücadeleci çizgiye işçilerin zorlamasıyla kazanılacak” diyor. 
Mercedes, Valeo gibi büyük fabrikalara parça üretimi yapan fabrikanın işçileri; iş bırakmaya varan eylemlerle gazetemizde yerlerini almıştı. Ödenmeyen ücretlerinin verilmesi için yaptıkları 10 günlük iş bırakma eyleminin ardından, işten atılan arkadaşlarına sahip çıkmak için yeniden iş bırakan işçiler, son olarak da toplu işten çıkış kararı almıştı. ODS’nin en genç işçileri olan İsmet ve Ufuk’la yaşanan süreci konuştuk. 

‘İŞÇİYE NEFES ALMAK ZOR!’

Sohbetimize boyunca “can sıkıcı” şeyler anlatsa da sürekli gülmesiyle aklımızda kalan İsmet Yıldırım ile başlıyoruz. İsmet 22 yaşında, 6 yılını ODS fabrikasında geçirmiş. “ODS’de çalıştığım yıllar boyunca hangi dersleri çıkardım biliyor musun?” diyerek sözlerine başlayan İsmet, devam etti: “İlk başladığımda asgari ücret 730 liraydı ama bizi 800’den başlattılar. Bura daha yüksek veriyor diyerek işe başladım ve ona güvenerek, köydeki evimi Kayseri’ye taşımak için kredi çektim. Düzenli para ödeniyor diye çektim ama hep aksattılar. ‘Üç gün sonra dört gün sonra’ dediler. Kredileri geç ödemeye başladık. Köyden falan borç isteyerek yaşıyorduk ama oda bir yere kadar. Her şey işçiye karşı sanki işçiysen nefes almak zor.”

‘BİZİM TERİMİZ KURUDU’

“İşçinin hakkını alın teri kurumadan ödeyin” sözünü hatırlatan İsmet, “Bizim fabrika adamın teri soğuyor, aylar geçiyor öyle veriyor. Geç verince ne anlamı kalıyor? Gençliğimi yaşayamadım bu fabrikada. Evlilik hayalleriyle geldim ama para bile alamadık. Nasıl evlenelim. 48 saat çalıştığımız oluyordu” diye konuştu. Ağır sanayi olduğu için birçok iş kazası yaşayan ve şahit olmuş: “İdrarında kömür tozu çıkan arkadaşlarımız oluyordu. İş önlüğü getirdiler, kolluk var ama maden değer değmez yakıyor, kolundan çıkartana kadar ete yapışıyor, deriyle yolup alıyorduk. ‘Daha sağlam kıyafet yok mu?’ diye sorduğumuzda ‘İdare edin uygun bunlar’ dediler. Halbuki hiç uygun değil. Ocakçıyım bana pota döktürdüler. ‘Bak yanarım’ dedim ve öyle de oldu ayaklarımı yaktım. Yakmama rağmen çalışmaya devam ettirdiler sabaha kadar. Acılar içinde çalıştım.” Başka bir arkadaşının ise ayaklarının tamamen yandığını anlatan İsmet, “Çorapları ayağına yapışmıştı. Soyup aldık ama ona rağmen fabrika da beklettiler. Bu zulüm değil de ne?” diye sordu. 

‘300 TL BULAMADIĞIM İÇİN EVLENEMEDİM!’

“Sağdan soldan borç alarak, küpe aldık, yüzük taktık” diyerek söz kesildiğini ifade eden İsmet, sonra yaşadıklarını şöyle anlattı: “Her yere borç var. Düğün için para lazım yok, ben bunalımdayım. Fabrikada işçi arkadaşlarıma çatıyordum. İşin ucuzunu bulup önce imam nikahı kıydık. Resmi nikah için başvurduk. Ama para yok, düğün yapmasak mı diye düşündük, şimdi o kızı evden düğünle çıkartmak var birde kuru kuru çıkartmak var zoruma gidiyor. Neyse başvuru yaptık. Beş fotoğraf istediler. Fotoğrafçı bana, ‘En aşağı sekiz tane basarız’ dedi oda 20 lira. Çay içsek beşer lira. Yol parası falan yemek yedik para kalmadı. Verdik fotoğrafı, önce müdüre imzalatmamı istediler. Sonra, ‘Sağlık ocağına git rapor çıkart, şunu yap 80 lira, 160 TL şuraya’ dediler. İstedikleri toplam 300 TL tuttu. 3 ayda 300 lira bulamadık. Nikahı kıyamadım.” Kendisi evlenemezken patronun 600 bin liralık arabayla gezdiğini söyleyen İsmet, “Bu hak mı? İşçisi ne durumda bakan yok. Bu sömürü değil de ne?” diye sordu. ,

‘SENDİKADAN ÖNCE, SENDİKADAN SONRA’

DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasında örgütlenmeden önce ve sonra fabrikanın ne durumda olduğunu, ne gibi değişiklikler olduğunu soruyoruz İsmet’e. Küçük bir gülümsemenin ardından sözlerine başlayan İsmet, “Sendikalaşmadan önce maaşlar yatmadığı zaman birkaç defa iş bıraktık toplu olarak ve hakkımızı kazandık. Tazminat yok, kıdem yok ihbar yok, imza bile atmıyorduk. Ustadan izin almama rağmen üç gün kesiyorlar. Maaş vermiyor bir de para kesiyor. Senelik izin yok, muhasebecinin yanına gide gele yorulup, ‘Allah belasını versin istemiyorum yıllık izin’ diyorduk. Haklarımızı alacaksak varız dedik. Sendika diye bir şeyi ilk defa duymuştum. Hakkımızı rahatça alacağımızı söylenince sendikalaşma kararı verdik ve alttan alta örgütlemeye başladık fabrikayı” dedi. Yanındaki iş arkadaşı Halil’e bakıp güldükten sonra, “Elebaşıydım” ben diyerek devam etti: “Sendika geldikten sonra düzenli yatmaya başladı. Çok sürmeden yeniden aksayınca iş bırakmak istedik ama sendika yöneticileri, ‘anayasanın bilmem kaçıncı maddesi’ gibi sözlerle başlayarak iş bırakmamızı zorlaştırdılar. Sendika gelince iş bırakmak, grev yapmak zorlaştı böyle iş mi olur?” DİSK’in Kayseri’de “patronun imanını gevreden” sendika olarak anıldığını hatırlatan İsmet, “Ama ben bugün Birleşik Metal-İş yöneticilerini görünce nevrim dönüyor. Öfke doluyum inanın. Sendikacı müdüre bizim sözümüzü, müdürün sözünü bize getirdi başka da bir şey yaptığına şahit olmadım. Üstüne üstlük bazen de işçiye azar çekti” dedi. İşçilerin zorlamasıyla sendikacıların mücadeleci çizgiye kazanılacağını ifade eden İsmet, şunları dile getirdi: “Sendikalaşmak kötü demiyorum yanlış anlaşılmasın, birlik olmak iyidir. Ama Birleşik Metal-İş’in yönetimi biran önce değişmeli.” 

’PATRON YAT ALIR, İŞÇİ EKMEK BULAMIYOR!’

İsmet'le birlikte görüştüğümüz Ufuk’la konuşuyoruz. Bir yaşında çocuğu var. Ufuk, “Benim elektriğim, suyum, doğalgazım kesik. Eksi on derecede bir yaşında küçük çocuğumu evde tutuyorum” diye konuştu. Maraş’tan Kayseri’ye bir umutla geldiklerini ifade eden Ufuk, devam etti: “Hiç öyle olmadı. Kayınbabamdan para aldım, geri veremedim. Aile içerisinde de huzursuzluk başladı. Ben üç dört gün dayanırım, ama çocuk dayanamıyor. Bir yaşındaki çocuğuma sanki beni anlayacak gibi, ‘Oğlum çok yeme’ diyorum kafasını sallıyor, anlamıyor. Ne anlasın çocuk, zoruma gidiyor” diyerek çok öfkeli olduğunu anlattı. Patronlarının yeni yat aldıklarını facebook üzerinden gördüklerini ifade eden Ufuk, işçilerle patronlar arasındaku uçurumu şu sözlerle dile getirdi: “Sekizinci ayda yeni yat almış, gemisini tanıtıyor. Amerika turu yapıyor. Biz yeri geliyor 48 saat çalışıyorduk neden fedakarlık olsun anladık ki o iş öyle değilmiş. Patron yat alıyor, işçi ekmek bulamıyor. Fedakarlık falan hikaye” diyerek patronlarla işçiler arasındaki uçurumu ifade ettiğini söylüyor. 

“Nasıl bir ülkede yaşamak isterdin” diye sorduğumuzda ise, “MHP’li bir insanım. Hep MHP’ye oy verdim. Ama şimdi bir Başkanlık tutturdu gidiyorlar. Tüm işçilerin yaşamı az çok benim gibi başkanlık olursa daha kötü olacak. Ben o yüzden Hayır diyeceğim. İşçilerin haklarının sağlandığı bir ülke olsun istiyorum” dedi. Grev yasaklarından örnek veren Ufuk, “Başkanlık bu işte, işçinin hakkının üstüne gidilmesi” diye konuştu.

ÖNCEKİ HABER

Desa’da işten atılanların tazminatları ödenmedi

SONRAKİ HABER

Kardeşçe, barış içinde, hürce yaşamak için ‘Hayır’ diyelim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...