15 Ocak 2017 01:36

Kent Savaşları

'Askerileştirmenin sağladığı düzen ancak şiddetin içselleştirilmesi, kurumsallaştırılması anlamına gelir, ortadan kaldırılması değil.'

Paylaş

Sinan BİRDAL

Kentlerin muharebe meydanına döndüğü zamanlardayız. Kentte yaşayan herkesin bir silahlı saldırının hedefine dönüştüğü bir andayız. Coğrafyacı Stephen Graham Muhasara Altındaki Kentler adlı çalışmasında yeni askeri kentçiliğin ayırıcı özelliğinin yüksek teknolojinin askeri ve sivil uygulamaları arasındaki geçişkenlik olduğunu iddia ediyor. Somut olarak Graham Batı kentlerindeki gündelik hayatın kontrol ve gözetimiyle Batı’nın saldırgan sömürgeci ve kaynak savaşlarına girişmesi arasında bir geçişkenlik olduğu öne sürüyor. Fransız düşünce tarihçisi Michel Foucault’nun boomerang etkisi dediği bir olgudan bahsediyor: Yani sömürgeci ve kaynak savaşlarını sürdürebilmek için geliştirilen teknolojinin metropolün idaresinde kullanılmaya başlanması. İnsanlık tarihinde ilk defa insanlığın çoğunluğunun kentlerde yaşadığı bir çağda ciddiye alınması gereken iddialar.

Ancak Graham’ın kent ve savaş arasında kurduğu ilişkinin ne kadar yeni olduğu konusunda kuşkuluyum. Galya’daki orduları olmasa Julius Caesar Roma’nın hakimi olabilir miydi? İtalya’daki orduları olmasa Napoleon Paris’e hükmedebilir miydi? General Cavignac’ın Cezayir’den getirdiği topları olmasa 1848 Paris devrimi bastırılabilir miydi? Veya donanmasındaki kürekçiler olmasa Atina’da demokrasi olabilir miydi? Kentin barışı “yurttaş” olmayan için ya sömürü ya şiddet oldu çoğu zaman. Kentlerin muharebe alınan dönüşmesi ise büyük tarihsel kırılmaların işaretiydi çoğu zaman. Atina’nın, Roma’nın, Bağdat’ın çöküşü gibi. Böyle uzun vadeli bir tarihsel perspektiften bakıldığında kentsel çöküşlerin askeri üstünlüğe dayanan idarelerin çöküşüne denk düştüğünü gözlemleyebiliriz.

Bu tespitlerden çıkan sonuç şudur: Askerileştirmenin (militarizasyon) sağladığı düzen ancak şiddetin içselleştirilmesi, kurumsallaştırılması anlamına gelir, ortadan kaldırılması değil. Eğer insan güvenliğinin en önemli unsuru yaşama hakkıysa askerileşme güvenliksizleştirme anlamına geliyor. Hepimizin bildiği birşey ifade ediyorum aslında: ABD’den Rusya’ya terör saldırılarının hükümetlere medeni ve siyasi hakları kısıtlamak, kaynak ve sömürge savaşları açmak için bir vesile oluşturduğu sır değil.

Kent her zaman sömürüyle varoldu. Hem kentin içinde kullandığı emek gücüyle hem de onu besleyen kırla kurduğu ilişkide kent kendi düzenini zorla dayattı. Dolayısıyla hem içiyle hem dışıyla kent çatışmalarla varolageldi. Bir ideal olarak hep düzen vaad etti. Bu düzen inanışının temelinde insanın toplumsal bir varlık olması vardı. İnsanların birbirleriyle karşılıklı davranışlarını düzenleyen medeni hukuk (kent hukuku) kentsel düzenin ideolojisiydi. Bu hukukun dışındakiler en içte köle oldular, en dışta barbar. Bu bakımdan ayaklanma ve savaşın – yani çatışmanın – kent tarihinin başından beri varolduğunu söyleyebiliriz.

Bu açıdan kent savaşlarının yeni bir olgu olduğu söylenemez. Antik çağda demokrasisiyle meşhur olmuş kentlerin diğer kentlere karşı yürüttükleri savaşlarda uyguladıkları soykırımları hatırlamak yeterli. Antik Atinalılar Peleponez Savaşı’nda Melos kentine “ya bize boyun eğersiniz ya da sizi yok ederiz” diye ültimatom verdiklerinde Meloslular adalet fikrine sığınarak bağımsızlıklarından vazgeçmeyi reddetmişlerdi. Atinalıların cevabı “Güçlüler dilediklerini yaparlar ve zayıflar bunu kabullenirler” olmuştu. Askeri olarak çok daha üstün olan Atinalılar Melos’u ele geçirdikten sonra kentin tüm erkeklerini öldürmüş, geri kalanını köle olarak satmış, ahalinin yerine de yeni yerleşimciler getirmişlerdi. Yine Roma’nın Kartaca’ya karşı savaşında Senatör Yaşlı Cato’nun zikrettiği “Kartaca yeryüzünden silinmeli” lafı hitabet sanatı örneği olarak tarihe geçmişti. Öyle ki aşağı yukarı 1800 yıl sonra Fransa kralı XIV. Louis Heidelberg’te soykırım yaptığında Cato’nun bu özlü sözünü hatıra olarak bir madeni paraya basacaktı. Tarihi örnekleri çoğaltmak mümkün. Uzun lafı kısası: Graham’ın bahsettiği kent savaşlarının kentin varolduğu günden bu yana sürdüğünü söylemek yanlış olmaz.

Savaşın kent tarihindeki yeri içinden geçtiğimiz dönemde yeni bir savaş biçimiyle karşı karşıya olduğumuz tespitini değillemiyor. Sur’da, Halep’te, Musul’da Ortadoğu’daki askeri çatışmalar kent sokaklarında, mahallelerinde yürütülüyor. Bunun çeşitli nedenleri var ancak son kertede nükleer silahlar döneminde savaşlar esas olarak kent muharebeleri üzerinden süldürülüyor. Buna büyük kentlerdeki terör eylemlerini de dahil edebiliriz. Kentlerin muharebe alanına dönüşmesi ise kent hayatını ve siyasetini kökten etkileyecek bir olgu. Kentlilerin muhasaradan ve muharebeden kurtulmasının yolu kentin sömürü ilişkilerinin barındırdığı çatışmaları çözecek bir siyaset geliştirme yeteneklerine bakıyor. Bu perspektife dayanmayan güvenlik politikaları ise sadece savaşı şiddetlendirmekten başka birşeye yaramıyor.

ÖNCEKİ HABER

Suriye ateşkesi neden başarısız olacak?

SONRAKİ HABER

Karadeniz ve Körfez turisti ilişkisine dair

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa