13 Ocak 2017 01:11

'Türkiye, kendisini felç eden bir siyaset izliyor'

Siyaset Bilimci Prof. Dr. Hamit Bozarslan Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde gelinen noktayı Evrensel’e değerlendirdi.

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Ortadoğu üzerine çalışmaları bulunan Tarihçi, Siyasal Bilimci ve Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan, Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Erdoğan yönetimini, “İttihat ve Terakki gibi realite prensibini reddeden, dünyayı kendi intikam dramatiğinden yola çıkarak okuyan, ama başlattığı düşmanlıklarla baş edemeyen bir iktidar tarzı” olarak nitelendiren Bozarslan, “Eğer Diyarbakır ya da Ankara ‘tehlikeye girerse’, bu her şeyden önce bu maceracı siyasetin sonucu olacaktır” yorumu yaptı.

Türkiye’nin Rusya ve İran ile yeni ittifakını da değerlendiren Bozarslan, “Hem Rusya hem de İran kendilerini güçlendiren kinik bir siyaset izlerken, Türkiye kendisini son derece zayıflatan, hatta felç eden, devletin iç rasyonalitesini imha eden kinik bir siyaset izlemekte, o yüzden de diz çöken bir ülke haline gelmektedir. Bu diz çökme, şu an itibariyle, Batı’ya meydan okumanın koşulu ve bedeli olarak görülmektedir. Sorun, bu diz çökmenin nereye kadar devam edebileceği sorunudur” dedi.

Fırat Kalkanı harekatında TSK’nin, ÖSO’ya lojistik vermekle sınırlı bir rol üstlenmeyi geçerek doğrudan “sahada” IŞİD güçleriyle savaşa katılmasıyla, “Suriye’de bizim ne işimiz var?” sorusu da sorulmaya başlandı. Muhalefettin önemli bir kesimin dillendirdiği bu soruya ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Olup biteni Türkiye’nin kendi kendisini mahkum ettiği bir tuzak olarak değerlendirebiliriz. İktidar, daha baştan, en önemli hedefin, son hedefin Suriye’deki Kürt hareketini ezmek olduğunu gizlemedi. IŞİD’le karşı karşıya geliş bu hedef için kerhen ödenen bir bedel olarak değerlendirildi. Oysa ki, ilk başta direnmese de, IŞİD kendine has hedefler geliştirebiliyor. IŞİD gibi, Türkiye’de gördüğü müsamaha sayesinde ciddi bir ağ oluşturmuş olan bir örgütün, Türkiye Cumhuriyeti’nin “egemenliğini” tanıyıp atıl Türkiye’de atıl kalması beklenemez. Kaldı ki, el Bab’da da ciddi bir askeri varlığa sahip oldukları kesin.

IŞİD’in yükselişi aynı zamanda Suriye’nin teritoriyal fragmentasyonu sayesinde kolaylaştırılmıştı. 2013’te Suriye’de birbirleriyle ihtilaflı yüzlerce milis bulunmaktaydı. El Bab’ın ele geçirilmesi bu milisleşme olgusunun önüne geçmeye yetmeyeceği açık.

‘İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN MACERACI GEREKÇELERİNE BENZEMEKTE’

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “El Bab’da işimiz bitti, bitecek. Şimdi sırada Menbic var. Menbic’den sonra Amerika ile yeni dönemde ele ele verebilirsek, Rakka var” açıklaması yaptı. Öncesinde el Bab’la ilgili “Sevr koşullarına düşeriz” açıklaması geldi. Ardından da MHP Lideri Bahçeli, “El Bab’ı almazsak Diyarbakır ve Ankara riske girer” dedi.. Gerek Cumhurbaşkanı gerekse de Bahçeli’nin öne attığı gerekçelere ilişkin neler diyeceksiniz?

Bu gerekçeler İttihat ve Terakki’nin maceracı gerekçelerine benzemekte. İttihat ve Terakki savaşı her zaman tarihten bir intikam alma fırsatı olarak gördü. I. Balkan Savaşı öncesinde savaşa girme kampanyası düzenledi; Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu imha etmeyi hedeflediğini iddia eden resmi tarih yazımının aksine, İttihat ve Terakki savaşa en ufak bir provokasyon olmadan, kendi isteğiyle girdi. Her iki savaşın da nasıl sonuçlandığını biliyoruz. Erdoğanizm de İttihat ve Terakki gibi realite prensibini reddeden, dünyayı kendi intikam dramatiğinden yola çıkarak okuyan, ama başlattığı düşmanlıklarla baş edemeyen bir iktidar tarzı olarak ortaya çıkmakta. Eğer Diyarbakır ya da Ankara “tehlikeye girerse”, bu her şeyden önce bu maceracı siyasetin sonucu olacaktır.

El Bab’ın ÖSO’nun kontrolüne geçmesi durumunda Suriye için hem de Rojava için ne ifade eder?

En ufak askeri bir değere sahip olmayan ÖSO’nun kendi başına el Bab’ı alamayacağı kesin. Türkiye, şehrin ele geçirilmesi için gereken bedeli ödeyebilir mi? Bunu bilemiyorum. Bundan sonraki senaryoları da kestirebilmek şu an için zor. Türkiye’nin Menbic’e Afrin’e ya da Kobanê’ye yönelmesi durumunda müstakbel ABD başkanlığı nasıl bir tavır izleyecek? Rusya’nın ve İran’ın tavrı ne olacak? Bu konularda bir öngörüde bulunabilmek oldukça zor.

RUSYA, TÜRKİYE’NİN TAMAMEN DİZ ÇÖKMESİNİ İSTİYOR

2016 yılında Rusya Büyükelçisi Karlov suikastı önemli gelişmelerden biriydi. Bu suikastın Rusya’nın bölgedeki politikalarına nasıl bir etkisi olur? Özellikle Suriye başta olmak üzere Türkiye’ye yönelik politikasında bu suikastın etkisini nasıl göreceğiz?

Bence suikastın ötesine gitmek gerekiyor. Rusya’nın Türkiye’den istediği hem Suriye hem sıcak dosyalarda tam anlamıyla diz çökmesi. Putin’in başa gelmesinden sonraki Rus siyasetlerine baktığınız zaman hem iç hem de dış siyasette bir “restorasyon” (ihya) projesinin olduğunu görebiliyoruz. Avrupa ülkeleri kendilerini intiharın eşiğine getirmiş olan 19. yüzyıl tutanak ve tahayyüllerini, ABD ise soğuk savaş modelini hayata geçiremezken, Rusya kolaylıkla kendi imparatorluk referanslarını canlandırabilmektedir. Bunu aynı şekilde İran için de söyleyebilmek mümkündür. Gerçi İran’ın kendi geçmişinden yola çıkarak geliştirebileceği bir bölgesel siyaset bulunmamaktadır, ama 1979’dan sonra oluşturulan milis diplomasisinin son derece başarılı bir şekilde hayata geçirildiğini de görmekteyiz.

Hem Rusya hem de İran kendilerini güçlendiren kinik bir siyaset izlerken, Türkiye kendisini son derece zayıflatan, hatta felç eden, devletin iç rasyonalitesini imha eden kinik bir siyaset izlemekte, o yüzden de diz çöken bir ülke haline gelmektedir. Bu diz çökme, şu an itibariyle, Batı’ya meydan okumanın koşulu ve bedeli olarak görülmektedir. Sorun, bu diz çökmenin nereye kadar devam edebileceği sorunudur.

‘ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ KIYAMET ALAMETİ’

Mecliste görüşülen ve muhalefettin “Tek adam sultasına dayalı tekçi bir yönetim” eleştirilerini yaptığı anayasa değişikliğinin hem Türkiye’nin iç siyasetine hem de bölge siyasetine etkisi ne olur?

Anayasa değişikliğinin uzun bir süredir devam eden bir süreci, kurumların, sistemin devamlılığının olmazsa olmaz koşulunu oluşturan kontrol ve denge mekanizmalarının, otoriter devletler dahil her devletin ihtiyaç duyduğu iç rasyonalitenin imha edilmesi sürecini daha da radikalleştireceği, tam anlamıyla sorumsuz, ama sorumsuz olduğu kadar da öngörülemez, kıyamete gidebilecek bir “alametin” oluşmasına yol açacağı kesin. Ayrıca, iktidarın düşündüğünün aksine, kuvvetlerin birleştirilmesi, 15 Temmuz’da da görülen devlet içi fragmentasyon ve devletin paralize olması süreçlerini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacak.

ÖNCEKİ HABER

Kanada’dan Irak’a 9.5 milyon dolarlık silah

SONRAKİ HABER

‘Yaşananlar geleceğimizin turnusolü’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...