05 Haziran 2012 09:57

Kürtaj ve Şiddet

Başbakan, Uludere katliamını kürtajla eşdeğer göstererek, bilinçaltımızı talan edip, bilincimizi çarpıtma gayretinde.Böylece Uludere katliamının vahşet boyutunu kürtaja yönlendirmek gibi zor bir işin (!) üstesinden gelmesi, çalıdan alıp çardağa asmak konusundaki becerisi takdire şayan!Türkiye’nin tarihse

Kürtaj ve Şiddet
Paylaş
Cevriye Aydın

Böylece Uludere katliamının vahşet boyutunu kürtaja yönlendirmek gibi zor bir işin (!) üstesinden gelmesi, çalıdan alıp çardağa asmak konusundaki becerisi takdire şayan!
Türkiye’nin tarihsel olarak ilerleme kaydettiği bütün alanları tek tek Osmanlı dönemindeki modeline geri döndürmeyi kendisine ilkesel bir görev edinmiş başbakan..

Tarihteki düzenlemeler
Aykut Arslan’ın  aktardığına göre kürtaj konusundaki ilk düzenleme Kasım 1838’de 2. Mahmud fermanıyla yapılmış. “….Tuba Demirci ve Selçuk Akşin Somel’in yaptığı arşiv çalışması kürtajla ilgili biyopolitikanın ilk rasyonel biçimlenişinin Kasım 1838’deki 2. Mahmud fermanına kadar götürülebileceğini ortaya koyuyor. Bu fermanla, kadın bedeni üzerindeki üreme ilintili disiplin, mikro-alanda şeriat hukukuna tâbi olmaktan çıkıp ilk kez seküler devlet politikasının bir parçası haline geliyor.
Demirci ve Somel’in aktardıklarına göre ferman, ülke refahının, içinde yaşayanların sayısına  bağlı olduğunu bildiriyor. Fermanda, insanların kendi soylarını zarardan korumasının dini bir ödev olduğu; kürtajın Allah’ın takdirine aykırı olduğu vurgulanıyor. Kürtajın bir ruhun öldürülmesi gibi olduğu, bu eylemi yapanların ahrette cezalandırılacağı söyleniyor. Özetle bu ‘sapkın alışkanlık’  yasaklanıyor...”
Başbakan’ın kürtaj konusunda söylediklerinin, 2. Mahmut Fermanı’ndan tek bir farkı var: “Kürtaj Uludere’dir.” İkinci bir fark da yaptırım konusunda ortaya çıkacak. Kürtaj yasağının çiğnenmesi 2. Mahmut Fermanı’nda “ahrette” cezalandırılıyordu; korkarız ki, başbakanın emriyle çıkacak yasada bu yasağı çiğneyenler, ahrete bırakılmadan bu dünyada halledilecektir!
Yine aynı kaynaktan öğreniyoruz ki, 1965 yılında çıkarılan Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ile kürtaj tıbbi zorunluluk halinde yapılabiliyorken, tam olarak 1983 yılında 12 Eylül iktidarı tarafından serbest bırakılmış ve “üç yılda 250 bin kadının kürtaj yaptığı rapor edilmiş”. Bu kadınlardan “.. % 26.5′i, iki kez doğum yapmış olanlar, üçüncü doğumdan vazgeçmek üzere geliyorlar,  % 30.6’sının okuma-yazması yok, % 50.6’sı ilkokul mezunu….” Yani, kürtajın serbest kaldığı ilk üç yılda kürtaj yaptıranların tamamının, bakamayacakları bir çocuğu dünyaya getirmemek amacında olduğunu görüyoruz.

Memleketteki gerçek
Şimdi, başbakanın, kadınlara bakamayacakları kadar çok sayıda çocuğu doğurtturmakta ısrar etmesinde amaç nedir, onu anlamaya çalışalım.  
Acaba, başbakan doğan her çocuğun, beslenme, barınma, eğitim, sağlık, güvenceli bir gelecek ihtiyacını karşılayacak bir rejim mi yaratmış?
Çocuklu her kadının her yaştaki çocuğunu gönül rahatlığıyla bırakabileceği, ucuz, kolayca erişebileceği yerlerde yeterli donanıma sahip ve yeterli sayıda kreş ve bakım evleri ağı mı kurmuş?
Her çocuğun, ezilmeden, incinmeden parasız, nitelikli, bilimsel ve kolay ulaşabileceği ve okumak istediği ve okuyabildiği aşamaya kadar gidebildiği bir eğitim sistemi mi kurmuş? (Yoksa bu 4+4+4 böyle bir mucize formül de biz mi anlayamıyoruz?)
Kadınların bütün iş alanlarında, sosyal hayatta, politikada, devletin her kademedeki yönetim mekanizmalarında yer almasının önündeki engelleri mi kaldırmış?
Kadınlara ve herkese her yerde ve her yaşta, eğitim, mesleki eğitim, meslek kursu mu sağlamış?
Acaba, ülkede yaşayan her yetişkine iş mi sağlamış?
Her ailenin ve kadın-erkek her yurttaşın insan onuruna yakışır şekilde çalışabileceği ve yaşayabileceği koşulları mı sağlamış?
Herkese parasız, nitelikli eşit sağlık hakkı ve güvencesi mi sağlamış?
Bu soruların hiç birine “evet” diyemediğimiz gayet açık.  
Geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu’nda (AP) kabul edilen “2020 Perspektifinde Türkiye’de Kadınlar” başlıklı raporda, “Türkiye’de kadınların yüzde 39’unun hayatlarında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldıkları, namus gerekçesiyle işlenen cinayetler ve zorla evlendirmelerde artış gözlemlendiği, bu durumun yetersiz çözümler ve resmi makamların ‘gevşekliğinden’ kaynaklandığı...” saptanmış.

Güvenli bir kucak ve yuva...?
Bırakalım, insanca yaşamaya uygun sosyo-ekonomik koşulları, her gün üç kadının öldürüldüğü günümüzde, “Nüfusu 70 milyonun üstünde olan Türkiye’de şiddet mağduru kadınlar için sadece 65 sığınak bulunduğu” ifade edilmiş aynı raporda.
Kadınlar dayak yiyor, öldürülüyor, günde üçünün cenazesi kaldırılıyor; sağ kalanları şiddetten korumak için yeterli barınak bile ayrılmamış!..
Nerede kalmış ki, doğacak her çocuğun güvenli bir kucakta, güvenli bir yuvada, karnı tok, sırtı pek yaşaması?!
TTB’nin Kadın Sağlığı Kongresi’nde verilen bilgilere göre “Türkiye’de 15–49 yaşlarındaki halen evli kadınların yüzde 6’sının aile planlaması ihtiyacı karşılanmamıştır, anne ölümlerinin yüzde 5’i bu nedenle olmaktadır.”
Dünya verileri de benzer bir gerçeğe işaret ediyor: “Dünyada her bir dakikada 380 kadın gebe kalmakta, 190 kadın planlanmamış ya da istenmeyen gebelikle karşılaşmakta, 110 kadında gebeliğe bağlı komplikasyon gelişmekte, 40 kadın sağlıksız düşük yapmaktadır… Her 1 dakikada 1 kadın ölmektedir.. Anne ölümlerinin yüzde 99’u gelişmekte olan ülkelerde meydana gelmektedir.” (27.05.212-Evrensel / Kadınların Sağlığı Dönüşümün İlk Kurbanı-Haber: Özge Ayaz)
Bu gerçeklere gözümüzü kapatarak, hiçbir şeyi sorgulamadan kuzu kuzu başbakanı dinlersek,  3-5 çocuk doğurmakla, kürtajı yasaklamakla bütün sorunlarımızın çözüleceğini zannedebiliriz. Oysa kürtajı yasaklamak, politik, sosyal, tıbbi sakıncalarının yanında,  sağlıksız düşüklere, anne ve bebek ölümlerine de davetiye çıkarmak demek.

Kadınlara yönelik öldürücü şiddet konusunda bir şey söylemeyen başbakanın, önlenebilir iki nedenden, açlıktan ve hastalıktan bebekler öldüğünde susmasına karşın, “kürtaj cinayettir”, “Her kürtaj bir Uludere’dir” nidalarıyla ortalığı birbirine katması, köleleştirme yolunda yeni bir adımın eşiğinde olduğumuzu işaret ediyor.
Savaşın ve siyasal gericiliğin önündeki en büyük engellerden biri aydınlanmış bir halk ise bunun ilk koşulu aydınlanmış bir kadın nüfusu demektir. Kadınları köleleştirmeden siyasal gericiliği kalıcı kılmak mümkün olamadığı için, başbakan kadınları kendi zihniyetine uygun bir siyasal cendereye sokmaya uğraşmaktadır. Ama, bilmelidir ki, 2. Mahmut Fermanı’nı güncellemek, bugünü 1838’e geri götüremez. Yine bilmelidir ki, çocuk doğurmak veya doğurmamak tercihi ciddi bir iştir; patolojik yayılma heves ve politikalarının deneme alanı olamaz.
Devletin ve onun yürütücüsü olarak hükümetin görevi ve uluslararası taahhütlerinin gereği; hamile olsun olmasın, tüm kadınların, doğmuş çocukların,  tüm yurttaşlarının yaşamına ve haklarına saygı göstermek, bunları korumak, yurttaşlarına karşı anayasal, yasal ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerini yerine getirmektir.
Kaç çocuk doğurup, büyüteceği her kadının kendisini, ya da eşiyle/erkek arkadaşıyla birlikte ikisini ilgilendiren bir konudur. İlgili devlet kurumları sadece daha çok ya da daha az çocuk doğurmayı özendirme konusunda kararlar alabilir. Doğurma ya da doğurmama kararının kendisini değil!  
Yurttaşlarını bombalayıp öldürme kararını veren bir hükümetin başbakanı, bu vahşeti “kürtaj Uludere’dir” diye demagoji konusu yapıyorsa, hakka, hukuka, insana, kadına ve haklarına saygılı davranmaya niyeti olmadığını göstermektedir.
Demek ki, kadınlara yönelik şiddetin kaynağı  “...yetersiz çözümler ve resmi makamların “gevşekliği...”  boyutlarını aşmış, AKP iktidarının kadın nüfusu köleleştirme amacına genişlemiştir!  
AKP’nin hem Uludere hem de kadınlar hakkındaki “samimi” görüşleri, başbakanın kürtaj hakkındaki bu açıklamalarıyla daha da anlaşılır olmuştur.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in başbakanın sözlerine açıklık getirmek için kendisini yormasına gerek yok!
Başbakanı gayet iyi anladık!

 

·    Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre dünyada her yıl uygulanan 46 milyon kürtajın 20 milyon kadarı güvenli olmayan koşullarda uygulanıyor ve bunun sonucunda senede yaklaşık 80.000 kadın yaşamını yitiriyor. Bu ölümlerin tamamına yakın kısmı yasaların gebeliğin sonlandırılmasına izin vermediği veya aile planlaması hizmetleri sunumunun yetersiz olduğu ülkelerde meydana geliyor.
·    2012 yılı itibariyle 73 ülkede kürtaj serbest; çoğunluğu Güney Amerika, Afrika ve Güneydoğu Asya'da olmak üzere 68 ülkede kürtaj yasak.Aralarında Brezilya, Meksika, İran, Suriye ve Endonezya'nın da bulunduğu bazı ülkelerde kürtaj yasağı hiçbir istisna olmaksızın uygulanıyor. Avrupa Birliği üyesi İrlanda ve Malta'da da kürtaj yasağı dikkat çekiyor.
·    Kürtaja yalnızca belirli durumlarda izin veren, aralarında Suudi Arabistan, İsrail, Arjantin, ve Tayland gibi 58 ülke var.Bu ülkelerin yasalarına göre kürtaj, anne veya fetüsün sağlığının tehlikede olduğu durumlarda, tecavüz ve ensest sonucu oluşan hamileliklerde veya annenin ruhsal sağlığının korunması için uygulanabiliyor.
·    Küresel kürtaj oranı 1000 gebelikte 28. Kürtajla ilgili tartışmaların olduğu dönemlerde ve kürtaj hakkının yasaklandığı ülkelerde uzman olmayan kişilerin yaptığı kürtaj oranı da yükseliyor. Bu da gebe ölümlerinin yükselmesine neden oluyor. Özellikle sıkı kürtaj yasaları olan gelişmekte olan ülkelerde yapılan kürtajların tehlikeli olduğu, Afrika'daki kürtajların yüzde 97'sinin bu türden olduğu kaydediliyor. Latin Amerika ülkelerindeki kürtajların yüzde 95'inin de bu kategoriye girdiği, Asya'da bu oranın yüzde 40'a, Okyanusya bölgesinde yüzde 15'e, Avrupa'da da yüzde 9'a düştüğü belirtildi. Gelişmiş ülkelerde kürtaj oranınsa 1995'teki yüzde 36 seviyesinden 2008'de yüzde 26'ya düştüğü ifade ediliyor
·    Kürtajla ilgili kısıtlamaların olduğu bazı ülkelerde kadınlar, evlerinde düşük yapmak için internetten ilaç satın alıyor. İngiliz Doğumbilim ve Jinekoloji dergisi, internetten bu amaçla alışveriş eden 400’den fazla kadının yaklaşık yüzde 11’inin, bu ilaçları aldıktan sonra ilaçların düşüğü tam anlamıyla yapamaması veya aşırı kanama yüzünden cerrahi müdahaleye ihtiyaç duymuş olduğunun görüldüğünü açıkladı.
·    Dünya Değerler Araştırmaları’nda 1990 yılında bulgular Türkiye halkının (en azından önemli bir çoğunluğun) kürtaja bir itirazının olmadığını gösteriyordu.  Özellikle annenin hayatı tehlikedeyse veya bebeğin sakat doğması sözkonusu ise, kürtaja olan kamuoyu desteği ciddi boyutlara çıkıyordu. 2001 yılında, kürtaj konusundaki tutumların olumsuza doğru değiştiği görüldü.  O araştırmada, annenin evli olmaması durumunda kürtajı uygun bulanların oranı yüzde 65’ten yüzde 44’e; daha fazla çocuk istememe hâlinde ise yüzde 61’den yüzde 41’e düşmüştü.
·    Birleşmiş Milletler'in istatistiklerine göre Türkiye'de 2008 yılında 1000 kadından 14.8'inin kürtaj yaptırmış ve aslında bu dünya (28) ve Avrupa (27) ortalamalarının altında.

ÖNCEKİ HABER

Çay toplamadayız biz kızlar

SONRAKİ HABER

'Gazeteciliklerine tanığız'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...