08 Ocak 2017 00:55

Özgürlük nöbeti ya da umut dayanışması

Ayşegül Tözeren, Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay ve Zana Kaya’nın tahliye edildiği duruşma gününden izlenimlerini yazdı.

Paylaş

Ayşegül TÖZEREN

Sabah daha yeni yediyi vurmuş, yağmur dinmemişti. Çağlayan Adliyesine doğru yola düşmüştük. Aslı’nın (Erdoğan) annesi, Mine Teyzeyle… Adliyeye vardığımızda rüzgâr, yağmurla birlikte insanları savuruyordu. İçimdeki ses, bu fırtınalı kış gününde, kimse gelmemiştir, galiba biz açacağız binayı, demedi. Aksine biz geldik, ama daha erkenciler vardır, Adliyenin karşısındaki kırık dökük çay bahçelerinin hepsi doludur, içeri girenler de olmuştur, koridorlarda insanlar vardır. Belki çoğu kişi sabahın ilk çayını Adliyenin kafeteryasında içiyordur. Duruşmayı izlemek için gelen siyasetçilerin araçları ana kapıdan şimdi giriş yapıyordur. Uluslararası dayanışmanın sembolü olan dünyanın dört bir yanından gelen gazeteciler, yazarlar ve konsolosluk temsilcileri yabancı delegasyonu oluşturuyordur ve onlar da erkencidir bizim gibi dedim.

DAYANIŞMA BÜYÜRKEN KİM UYUYABİLİR Kİ?

Yanılmadım.
Adliyenin karşısındaki kırık dökük çay bahçesine daha yönelmeden, omzumda bir el hissettim. Bu davanın baştan beri takipçilerinden, gazetecilik günlerini hiç unutmayan bir milletvekili, Barış Yarkadaş’tı. Çay bahçelerinde sobalar yanmış, insanlar sobaların etrafında ısınmaya ve kurumaya çalışıyordu. Uluslararası heyet Adliyenin içinde bekliyordu. Basın açıklaması için C Kapısının önündeki meydana çıktığımızda, ne kadar dirençli bir kalabalığın gün boyu duruşmayı izleyeceğini anlamıştık. Rüzgâr pankartları savuruyor, yağmur hiç hızını kesmiyor, saçlarımızdan sular damlıyordu. Ancak yine coşkuyla Adliyenin kapısına hep beraber yöneldik. Arkadaşlarımızı alacaktık, ötesi var mı?

Duruşmanın görüleceği 23. Ağır Ceza Mahkemesinin koridoru doluydu, çoğu izleyici giremediği gibi, basından da çoğu kişi giremiyordu. Konsolosluk yetkililerinden sadece temsilciler içeri alınabiliyordu. İngiltere, Almanya, Fransa, İsviçre, İsveç, İtalya Konsolosluklarından yetkililerin bir kısmı koridorda beklemek zorunda kalmıştı. Mahkeme salonu 50 kişilikti, müdahil olmak isteyen avukatlarla birlikte yaklaşık 150 kişi salondaydı. Avukatlar ayaktaydı. Hâkim hiçbir izleyiciyi ayakta görmek istemediğini söylemişti, bu yüzden 6 kişilik sıralarda 10 kişi oturuyorduk ve mahkeme başkanı görmüyordu ama gazeteciler yerlerde bağdaş kurmuştu. Adım atacak yer yok ifadesinin karşılığı mahkeme salonuydu. Büyük duruşma salonu onca dilekçeye, konuşmaya rağmen uygun görülmemişti.

AYNANIN DİBİNDEN KONUŞANLAR

Aslı Erdoğan’ın tarihi edebiyat savunması, “Hukuk varmış gibi konuşacağım,” diyerek başlamıştı. Sanki bir mahkeme salonunda değildik… Aslı Erdoğan, çıkmış, halimizi ortaya seren cesur bir konuşma yapıyordu… Aslı, aynanın dibinden konuşuyordu: “Türkçe edebiyatı uluslararası düzlemde temsil eden birkaç edebiyatçıdan birinin jandarmalar arasında edebiyatını savunmasından bu ülke utanç duymuyor, neden utanç duyması gerektiğini bile anlamıyorsa en temel şeyi öğrenememiş demektir. Aynaya bakmak.”

Necmiye Alpay, savunmasına geçtiği sırada, salondaki bir diğer milletvekiline gözüm takıldı. Selina Doğan, Fransızca tercüman ihtiyacını fark etmiş, çeviri yapıyordu, dayanışma sıcacıktı… Edebiyat eleştirmeni, dilbilimci Alpay, iddianameyi bir metin olarak ele almış, çözümlemişti. Metnin parçalı olduğunu anlatarak söze başladı, üç parçalı dedi… “Gazete, silahlı örgüt ve sanıklar” Ancak bu parçalar arasında bağlantı yok, diye devam etti. Bu yüzden metin olarak tutarlılığını kaybettiğinden söz etti. İzleyiciler olarak, bir kez daha duruşmada olduğumuzu unutmuş, bir edebiyat eleştirmeninin analizini hayranlıkla dinliyorduk.

Zana Kaya ve İnan Kızılkaya savunmalarını yapamayacaklardı. Çünkü Silivri Hapishanesinde unutulmuşlardı! Unutulmuşlardı! Buna rağmen Zana Kaya için, Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan’la birlikte savcı mütalaasında “tahliye” demişti. İşte, o an duruşma salonundan koşar adım çıktım, koridorda bekleyenlere doğru yürümeye başladım. Sessiz çığlıklar atıyordum ve sessiz çığlıklarımı koridorda bekleyenler duyamasa da, anlıyorlardı. Biraz sonra duruşmaya ara verilecekti. Hâkim, dış koridorda bekleyenleri de, mahkeme salonunun önündeki iç koridora alacak, ama salona avukatlar dışında kimseyi almayacaktı.

ÜÇ ÖZGÜRLÜK NÖBETÇİSİ DAHA

Sanki mutlu sona çok yaklaştığımız bir sinema filminin en coşkulu sahnesindeydik. Allegro bir parçanın notalarında çarpıyordu kalplerimiz… Avukatları Erdal Doğan’ı, Adil Demirci’yi kutlarken… Salonun kapısı açıldı.

Deneyimli bir hukuk insanı, milletvekili, Sezgin Tanrıkulu çıktı, Necmiye Alpay, Aslı Erdoğan, Zana Kaya tahliye dedi. Sonraki on dakikayı hatırlayan aramızda yok. Sadece Adliye binasından halay çekerek çıktığımızı söyleyenler var! 19 Ağustosta Aslı’nın tutuklanmasına hükmedildiğinde, nasıl “Aslı Erdoğan yalnız değildir” diye bir ağızdan bağırıyorsak, şimdi onun halayını çekiyorduk. 19 Ağustosta nasıl Seray Şahiner, Sezgin Tanrıkulu yan yana basına konuşuyorsak, yine konuşuyorduk. O günden tek farkı, Necmiye Alpay yanımızda değildi… Aslı’dan sonra o da tutuklanmıştı. Ama birazdan hep birlikte olacak, barış açısına yeni tanımlar arayacaktık.

Özgürlük nöbetini tutanlar nasıl duruşmada sabahtan beri beklediyse, cezaevinin de bahçesindelerdi. Nilay, Saniye, Zale, Oya, Yavuz, Adil, Ziya, Hakan, Mehmet, Ümran, Şengül, Güler, Hülya, Cemile… Hem şimdi üç özgürlük nöbetçisi daha katılıyordu aralarına… Aslı, Necmiye ve Zana!

ÖNCEKİ HABER

Bayburt’ta zincirleme kaza: 3 ölü, 5 yaralı

SONRAKİ HABER

‘Ne zaman bitecek bu azap, yarını olmayan günlere kaldık’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...