28 Aralık 2016 01:54

Rüzgar ters yelken yırtık

Ekonomist Mustafa Sönmez, AKP'nin yükselişinin altında yatan nedenleri ve bundan sonraki süreçteki olası ihtimalleri yazdı.

Paylaş

SUNU 

Türkiye, islamo-faşist inşa sürecinin ya da maratonunun son 100 metresini koşmaya hazırlanan AKP tarafından sandığa gitmeye zorlanıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın “yetkileri genişletilmiş Cumhurbaşkanı” yaftası altında diktatörlüğünü hedefleyen anayasa değişiklikleri, Mecliste 330 oyla geçerse, referandum sandığının yolu görünecek ve AKP döneminde 11’nci sandık kurulmuş olacak.
Erbakan’ın “Milli Görüş”ünden güya ayrılarak neoliberalizmle barışık, F. Gülen ile koalisyon ortağı halinde 2002 seçimlerine giren AKP ise krizden armağan olarak iktidarı kaptı. Yüzde 34 dolayında oy ile 363 milletvekili çıkardı ve tek parti iktidarı oldu. AKP, sonraki yerel ve genel seçimler ile anayasa referandumu ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu oy oranının altına gerilemediği gibi, yüzde 40’lar, sonra da yüzde 50’ye yaklaşan oranlara ulaştı.

Yazıda bu yükselişin altında ne yatıyor bundan sonraki süreçte olası ihtimaller ele alınacak. 

Mustafa SÖNMEZ

AKP’nin 2000’li yıllarda yüzde 30’larla başlayan seçmen desteğinin kısa sürede yüzde 40’lar, derken yaklaşık yüzde 50’ye sıçramasında, Türkiye merkez sağındaki çöküntü kadar merkez solun düşük siyasi performansının da rolü oldu. Ama, AKP’ye en çok yarayan şey, iç ve dış ekonomik rüzgarlar oldu. Bu rüzgarları iyi değerlendiren AKP’nin, yelkenini şişirip hedefine doğru yol aldığını belirtmek gerekir. 

Şimdi ise AKP’yi, Lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı, rejimin inşasının finaline taşıyacak bu ekonomik konjonktür sonlanmak üzere. Bu rüzgarla şişen yelkenlerin inmeye hatta yırtılmaya başladığı bir krizin eşiğindeyiz. Bu tırmanışın ve tırmanışın sonundaki tıkanışın “birikim modeli”ne ve hikayesine yakından bakmak, geleceği okumak açısından da gereklidir. 

NASIL ARTTI?

AKP, yenilenme ihtiyacı duyan  çekirdek radikal İslam’ın yüzde 20’lik oyunun üstüne, 2000 sonrası  merkez sağda hayal kırıklığı yaşayan “muhafazakar”ları kattı. Böylece, 2002 seçimlerinde yüzde 34’e ulaştı. Ama bu kadarla kalmadı; AKP’ye “demokratlık vehmeden” kullanışlı alık demokratların ve paralelindeki bir kısım Kürt oyların yanında, son dönemlerde Kürt düşmanı milliyetçiler, ama en önemlisi, pragmatik-ekonomik gerekçelerle oy kullanan kitleler AKP oylarını yüzde 50’nin eşiğine taşıdı. 

AKP’nin 2002’den 2011’e kadar  satmayı başardığı bu “muhafazakar demokrat, kalkınmacı” parti algısı, dışarıdan sağlanan sermaye girişi ve  politik destek olmasaydı gerçekleşmezdi. 

AKP, bir kere, 2001 krizinin ardından delik deşik olmuş ekonominin IMF ve Kemal Derviş iş birliğinde rektifiye edilmiş, kamu maliyesi, finans sistemini onarılmış halini altın tepsi içinde teslim aldı. iktidara geçtiklerinde. özelleştirmelerin bütün altyapısı hazırdı. AKP, daha iktidarının ilk döneminde  neoliberal amentüye iman bildirerek IMF ve AB’nin  desteğini alırken Türkiye tarihinde görülmemiş bir sermaye girişini -likidite bolluğu yaşayan bir dünya konjonktürünün de etkisiyle- sağladı. Bu dış kaynak girişi ile istikrarlı bir büyüme dönemi yakalandı. Ekonomi 2003-2007 döneminde yılda ortalama yüzde 7 dolayında büyürken istihdam da arttı. 

EKONOMİ ARTI ‘DEMOKRASİ GAZI’

2000 öncesi, büyüme için ihtiyaç duyduğu dış kaynak girişini sağlayamayan Türkiye kapitalizminin cari açığı da, finansman ihtiyacı da düşük kalıyor, açık finanse edilemeyince IMF kredileri imdada çağrılıyordu. 2002 sonrası ise IMF patentli reçetelerle düzelen göstergeler, dış sermayeyi hızla çekti. Bir yandan özelleştirmeler, AB ile tam üyelik yakınlaşması, hem doğrudan yabancı sermaye hem de sıcak para, kredi girişlerini hızlandırdı ve 2007’ye kadar olan dönemde yılda 30 milyar dolara varan dış kaynak girişinin etkisiyle, ekonomi ortalama yıllık yüzde 7 büyüdü. 

2008-2009 dünya krizi, bu akışı bir süreliğine aksatsa da 2010 sonrasında sermaye girişi, devamında da ekonomik büyüme, istihdam ve iç tüketim hızlandı. 2007’ye kadar kendisine manevra alan açan AKP, bu tarihten itibaren Gülen Cemaatinin  emniyet ve yargıdaki kadrolarının marifetiyle, tehdit olarak gördükleri  sivil-asker üst bürokrasiyi “darbeci ayıklamak, demokratlaşmak” savı altında Ergenekon, Balyoz, odatv gibi operasyon başlıkları altında tasfiyeye yöneldi. 2007 seçimlerine ekonomik büyümenin yanında bu “demokrasi” gazıyla giren AKP-Gülen koalisyonu, oy oranını yüzde 47’ye kadar çıkardı. 

KRİZ TÜRBÜLANSI

2008-2009 dünya krizinde ekonominin uğradığı sarsıntıyı, güçlü maliye imkanları sayesinde iyi dümen tutarak yönetebilen AKP, 2009 yerel seçimlerinde biraz kan kaybetse de (yüzde 38), yılın sonuna doğru, çıkmış yabancı yatırımcının geri dönüşü ile yeniden büyüme ivmesi yakaladı. 2010-2013 yıllarında büyüme temposu çok yükseldi. İstihdam arttı, tüketici kredisi, kredi kartı harcamaları hızlandı, yabancı kaynak girişi yıllık 60 milyar doların üzerine çıktı. Bu, söz konusu dönemde, olağandışı borçlanmalara gitme anlamına da geliyordu aynı zamanda. Çünkü giren yabancı kaynak ağırlıkla dış borç olarak girmişti. 

TÜKETTİRME VE KAYIRMA!

2008-2009 krizi ile belli bir kopukluk yaşasa da 2003’ten 2014 sonlarına kadar, daha önceki yıllarla karşılaştırılmayacak ölçüde giriş yapan dış kaynak, AKP rejiminde büyümenin dinamosu oldu. 

Yüksek girişler, dövizin, özellikle doların fiyatını da ucuzlattı ve ithalat, ithalata dayalı mal ve hizmet üretimi hızla  arttı. Ancak, bu ucuz döviz kuru, hep iç pazarı çekici kıldı. 

Dışarıdan bulunan kaynakların önemli bir kısmı (kredilerin dörtte biri)  tüketici kredisi, kredi kartı borçlanması olarak hane halkına kullandırıldı. Böylece, iç pazara dönük birikim modeli, AKP’nin de modeli oldu. 

Konut ağırlıklı İstanbul rantı odaklı yatırımlar, dış kaynağın kullanıldığı temel alanlar oldu. İnşaat, özellikle seçildi. Çünkü AKP, rejimini, geleneksel burjuvaziye dayanarak değil, kendi organik burjuvazisini inşatta palazlandırdı, bunun için, güçlendikçe kayırmacı politikalara yöneldi. Özellikle de 2011 sonrasının “mega projeleri”nin firma seçiminde, bu tercih kendisini iyice gösterdi.

SEÇMEN ODAKLI MODEL

İç pazara dönük popülist birikim modeli, 2013 ortalarına kadar tıkır tıkır işledi. 2007’ye kadar dünyadaki likidite bolluğu şartları, 2009 krizi sonrası da dünyada krize karşı izlenen genişlemeci para politikaları, Türkiye’ye hayal edilemeyecek ölçüde dış kaynak girişi sağlamıştı. Bu kaynaklarla döviz kuru baskılandı, ucuzlatıldı. Ucuzlatılan döviz, ithalatı patlattı ve üretimde iç pazara dönük inşaat ile tüketim malları sektörleri, dış rekabete konu olmayan hizmet alanları özendirildi. 
İç tüketime odaklı  büyümenin sağladığı dolaylı vergi+SGK prim gelirleri ile sağlıktan sosyal yardıma, altyapıdan çeşitli kamu hizmetlerine bol kepçe para harcayan AKP, hem istihdam yaratan hem kamu hizmeti üreten “cevval, çalışkan, iş bitirici” bir rejim imajı çizdi. Böylece, bu “seçmen odaklı birikim modeli” ile oylarını her sandığa gidişte biraz daha yükseltti. 


TIKANMAYA MAHKUMİYET

AKP’nin seçmen kazanma odaklı iç pazara dönük popülist birikim modeli, tıkanmaya mahkumdu. Çünkü döviz üreten, dış rekabet gücü edinmeye yanaşmayan, kolaycı iç pazara, iç kaynakların tahribatına, İstanbul’un doğal, kültürel ve tarihi varlığını yağmalamaya dayanan bu modelin teklemesi kaçınılmazdı. 

Akan sermaye, akmaz olduğunda, önce dolar fiyatı fırlayacak, ardından borç yükümlülüklerini yerine getirmede zorluklar yaşanacak ve borcu kullanan reel sektörden başlayan banka sistemine sıçrayan bir yangın kaçınılmazlaşacak, yangına itfaiye misali yetişmeye çalışan kamu maliyesinin de bu büyük yangınla baş etmesi zorlaşacağı gibi, kendisinin de alev alması riski büyüyecekti.

(Yarın: Kriz, AKP’de tıkanma ve ihtimaller)

ÖNCEKİ HABER

Rusya’da mesele ekonomi değil, aptal!

SONRAKİ HABER

Akıncı: Cenevre görüşmeleri barış için son fırsat

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...