Bir Gülnaz varmış yada yokmuş
Size anlatacağım öykü, hiç de yabancı olmadığınız, belki de en yakınınızda, komşunuzda, akrabanızda, ülkenizde, bölgenizde her yerde yaşanan, ama görmezden gelinen, hafife alınan, çoğu kez yaşamla ölüm arası bir karar olduğunun ayırdına varamadığımız öykülerden sadece biri.
Gülnaz, ana babasının ilk çocuğu, ilk göz ağrısı, nazlı, güzel, alımlı, sıcak ve insanlarla iletişimi harika bir kız. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi ilk yıl kazanamaz. Tekrar hazırlanmaya çalışırken, dershane yollarında o genci görür. Yüreği ona kadın olduğunu hatırlatır. Bir çırpınıştır başlar, doğa bütün baskılara karşın yürürlüktedir. Onun ilgisini çeken, sert bakışlı, uyuşturucudan birkaç kez içeri girmiş, alkole bağımlı, ilkokulu zar zor bitirebilmiş ve yaşama öfkeli bir gençtir. Görüşmeye başlarlar.
Kızı olan her babanın duyduğu kaygıyı, Gülnaz’ın babası da duyar. Ancak, baba da şiddet yanlısı biridir. Gülnaz’ı da annesini de sık sık döver. Bildiği tek koruma yolu baskı ve şiddettir. Kızını dershaneden alır ve üstündeki baskıyı artırır. Gülnaz, ilgi duyduğu gençle gizlice görüşmeyi sürdürür. Genç, okuması gerekmediğini, onu besleyeceğini, çok sevdiğini, karıncadan, uçan kuştan, esen yelden, anasından ve babasından kıskandığını söyler. Gülnaz bütün bunların sevgi olduğunu, ne denli kıskanırsa o denli çok sevdiğini düşünür. Sertliğini sorun etmez. Dedesi de babası da serttir. Yakın çevresinde, sevecen, anlayışlı, yumuşak davranışlı bir erkek yoktur. Gördüğü örneklerin hepsi “kazak” erkektir. Dedesi anneannesini döver, babası da annesini. Şiddet onun gündeminden eksik değildir. “Erkekler şiddet uygular” düşüncesi ona çok yakındır. Olabilir bir davranıştır, yadırgamaz.
Önemli olan namus!
Aileler aceleye getirerek evlendirirler. Önemli olan “namustur.” Bu arada anne, çok kaygılıdır, küçük çapta bir araştırma yapar, kızını vereceği erkek nasıl birisi diye... Herkes onun olumsuz davranışlarını bildiği halde, “pişmiş aşa su katmamak” için susar. Annenin kaygısı geçmez, öğrenemediği bir şeylerin olduğunu duyumsar, ama eli kolu bağlıdır. Babanın dediği dediktir. Kız da “Ben onu seviyorum” der de başka bir şey demez. Çünkü o genç ona dokunan, sevdiğini söyleyen, elini tutan, umut veren ilk erkektir. Bu her şeyden önemlidir; İlk olmak!
Erkek, ilk iş olarak bu açık saçık giyinen kızı türbana sokar. Evlendiği günden başlayarak üstüne kapıyı kilitler. Kimseyle görüştürmez. Komşuları gelip gidemez. Yalnız erkeğin annesi gelip gidebilir. Böylece on ay geçer. Bir gün nasıl olduysa, Gülnaz evden kaçıp ana babasına sığınır. Anlatır, anlatır... Boşanma davası açarlar. Ayrıca can güvenliğinin olmadığını, başına bir şey gelirse, kocasının sorumlu olduğunu dilekçe ile savcılığa bildirirler. Erkek Gülnaz’ı sürekli tehdit etmeye başlar. Öldürmekle ve ailesine zarar vermekle korkutur. Bu arada baba da, Gülnaz’a huzur vermez.
Onun önünde annesini döver, “senin yüzünden” diye. Gülnaz, baba evinde de güvende değildir. Kendinden vazgeçerek, kocasına döner. Şiddet kaldığı yerden sürer.
Üç hafta sonra, 21 Haziran 2010’da bir öğle vakti, Gülnaz, başından aşağıya yanıcı madde dökülerek yakılır. Olay yatak odasında olur ve kocası yanındadır. Burdur-Tefenni’den helikopterle Ankara’ya ulaştırılmaya çalışılsa da kurtarılamaz. Erkek eliyle yaşamı sona eren kadınların halkasına bir zincir daha eklenir. Şimdi aile, davacı olmak için otopsi raporunu beklemekte. Kim bilir belki kendilerini de sorguluyorlardır; “Acaba Gülnaz’ı kurtarabilir miydik?” diye.
Karanlık ne kadar koyuysa ışık o kadar yakındır
Yaşadıkları beldede ise olay “kader” diye yorumlanır. Hatta o denli ileri gidilir ki “Yapana değil, yaptırana bak. Tanrı böyle istemiş, onun da kaderi buymuş. Siz damadınıza kızgın mısınız? Dava etmeyi düşünüyor musunuz?” gibi saçma sorularla, ailenin elini kolunu bağlamaya çalışırlar. Ha! Bu arada damat dışarıda, elini kolunu sallayarak, bundan sonra yaşamını nasıl kuracağının düşlerine dalarak dolaşır. Çünkü o bir erkektir. Döver de sever de, gerekirse öldürür de!
Bu ülkede her gün en az üç Gülnaz salt kadın olduğu için canından oluyor. Ne yargı, ne de devlet rahatsız bundan. Sanki böylesi olaylar olmuyormuş gibi yok sayılıyor. Toplum erkek şiddetine alışık olduğundan mı, yoksa üstümüze serpilen ölü toprağı bunca rüzgâra karşın dağılamadığından mı bilinmez.
Ancak bilinen bir şey var ki, kapitalist sistem kadını eve kapatıyor, aklını, emeğini, bedenini yok sayıyor, gericilik de bunu besliyor. Kadınların derin uykulara dalması için, eğitim haklarını da ellerinden almaya, siyasetten de uzak tutmaya çalışıyorlar. Ancak “Karanlık ne denli koyuysa, ışık da o denli yakındır” sözü kadınlara çok uygun. Kadın bir kere ışığı görmeye görsün, kimse onu bir daha dört duvar arasına hapsedemez. Yeter ki kadınlar dayanışma içinde olsunlar. El ele, omuz omuza olunca, bu karanlığı kovabilir, gün yüzüne çıkabilirler. Bu günden başlayarak, her gördüğümüz kadına selam verelim, dayanışmanın ilk adımı ve ilk eylemimiz bu olsun.
Evrensel'i Takip Et