28 Mayıs 2012 10:05

Kaybetme bir devlet politikasıydı

1990’lı yıllar...‘Devlet’ için silah sıkanlardan, işkence yapanlardan, insan öldürenlerden hesap sorulmayan bir dönemdi. Evlerinden, sokaklarından, mahallelerinden yaka paça gözaltına alınanların bir daha geri dönemediği yıllar.  Kayıplarını arayanların çaldığı tüm kapıların yüzlerine kapandığı,

Kaybetme bir devlet politikasıydı
Paylaş
Ercan Karakaya / Vural Nasuhbeyoğlu

O dönem gözaltında kaybedilen binlerce kişiden biri de Kenan Bilgin’di. 12 Eylül 1994’te Ankara’da Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ne (TDKP) yönelik operasyonda gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamadı. Bilgin'le birlikte gözaltına alınan 11 kişinin ve o dönem gözaltına alınan bir avukatın tanıklığına rağmen gözaltına alındığı hiçbir zaman kabul edilmedi. İrfan Bilgin ve ailesi, 1994 yılından bu yana Kenan Bilgin ve gözaltında kaybedilenlerin bulunması, sorumlularının cezalandırılması için mücadele ediyor. Gözaltında kayıpların bulunması için başlattıkları mücadelelerini şimdi, ‘yakınlarının kemiklerinin ve karanlık yılların hesabının verilmesi’ talebiyle sürdürüyorlar. Gözaltında Kayıplar Haftası nedeniyle bir araya geldiğimiz kardeşi İrfan Bilgin’le mücadelelerini ve Kenan Bilgin’i konuştuk.

ÖYLE BİR YER VAR AMA YOK

Kenan Bilgin’in kaybedildiği, 90’lı yılların en belirgin özelliği neydi?

90’lı yıllarda bir yok etme politikası vardı. Bulduğun yerde öldür. Binlerce insan kaybedildi. İnsanlar cezaevlerinde işkencelerde katledildi. Bizim de kaygılarımız vardı acaba nerede gözaltına alınacak diye. En son 12 Eylül 1994’te Ankara’da gözaltına aldılar. O süreçte bu kayıplar münferit bir olay değil devlet politikasıydı. Dönem dönem devlet politikası değişiyor. Bir dönem idam, bir dönem işkence, bir dönem de gözaltında kaybetme... Bunların hepsi devlet politikası.

Gözaltına alınma sürecini anlatır mısınız?

Kenan, tek başına değildi, mücadele ettiği arkadaşlarıyla gözaltına alındı. Arkadaşları savcıya, ‘Biz 12 kişi alındık diğer arkadaşımız nerede’ diye sordu. Savcının cevabı ise ‘Sizi ilgilendirmez. Nereden biliyorsunuz 12 kişi alındığınızı’ diyor. O dönem gözaltına alınan Av. Murat Demir ile mazgalda konuşmuş Kenan ve ona;  ‘Ben 20 gündür buradayım kayıt altına almadılar beni. Bana işkence yapıyorlar. Çıkarsanız aileme haber verin’ demiş. Bana o zaman telefonlar geliyordu. Arayan kişi adını da verdi. ‘Ben Coşkun Gönen’ dedi. ‘Abin Gölbaşı’nda, çok yoğun  işkence görmüş. Ayağa kalkamıyor. Sürekli serum yiyor eğer tedavisi yanıt verirse cezaevine gönderirler. Ama kurtulamaz durumu çok ağır’ dedi. Nasıl ulaşabilirim dedim; ‘Ulaşamazsın, kimse öyle bir yerin varlığını bilmez bekleyeceksin’ dedi. Bunlara rağmen devlet biz almadık dedi. Herkes biliyor orada öldürüldüğünü ama inkar ediyorlar.

BAKAN BİLE ULAŞAMADI

Siz o dönem neler yaptınız, gözaltına alındığının kabul edilmesi için neler yaptınız?

O dönem abim, dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu’yla görüştü. Köylüoğlu, ‘Yerin dibine de girse onu bulur çıkarırım’ demişti. 3 gün sonra gittiğinde ‘Kardeşine işkence yapmışlardır, öldürmüşlerdir. Atmışlardır bir yere. Ben de bulamam, haberim yok’ demişti. İnsan haklarından sorumlu bir bakan bunu söyleyebiliyor. Demek ki ona da ‘Sen bu işe karışma’ dediler. Örgütlü yapılan şeyler bunlar, hâlâ da öyle. Mehmet Ağar’ın dediği gibi ‘bir tuğla çekersek herkes altında kalır’ durumu var. Kenan, Antep’te gözaltına alındığı zaman polisler, ‘Bir daha elimize düşersen sağ çıkamazsın’ demişlerdi. O yüzden tekrar alındığı zaman bende de açıkçası bırakılmayacağı hissiyatı vardı. Her gün insanlar infaz ediliyordu.

EŞYA DEĞİL, İNSAN KAYBETTİĞİNİZ

Peki insanın bir yakınının gözaltında kaybedilmesi nasıl bir duygu? Siz bu süreçten sonra neler yaşadınız?

Kaybetmek çok farklı bir duygu. Bu cüzdan değil, para değil, eşya değil, insan kaybettiğiniz. Bir kişi de değil onlarca binlerce insan kaybediliyor. Ve kimse ses çıkaramıyor. Hâlâ kabul edemiyorsun acaba diyorsun. Hasan Ocak’ın kaybedilmesiyle İHD’de bir araya geldik ve bir şeyler yapalım istedik. Sonra Cumartesi günleri Galatasaray’da oturmaya başladık. Ben, Hasan Ocak’ın ailesi ve birkaç İHD’li arkadaş vardı. Ama o zaman böyle gözaltında kaybedilenler için bile tepki vermek çok zordu. Sayımız artmaya başlayınca haberlerimiz basında çıkmaya başlayınca, saldırmaya, gözaltına almaya başladılar. Her hafta gözaltımız vardı mesela 80 yaşındaki annelerimizin  saçlarından sürüklüyorlardı... İlk olarak “Gözaltında kayıplara son” diye oturmuştuk. O dönem yeni kaybedilen insanlar vardı. Hâlâ umudumuz vardı. Ve biz gözaltında kayıpları gerçekten durdurduk. Ama biz oturmaya devam ediyoruz. Şimdi kayıplarımızın kemiklerini istiyoruz. Onları infaz edilenlerin yargılanmasını istiyoruz.

‘ANNEM HİÇ KABULLENMEDİ’

Kenan Bilgin’in kaybedilmesi ailenizi nasıl etkiledi?

Kenan kaybedildiği zaman annem köyde yaşıyordu. Babam ölünce yanımıza getirdik. Annem abimin öldürüldüğünü hiç kabul etmedi. Hep; “Ben köydeyken devrimciler bana gelip söylediler, o yaşıyor dışarı gitmiştir. Bize siz bilmiyorsunuz” derdi. Ama tek başına kaldığında ağıtlar yakıyordu. Benim iki çocuğum var. Oğlum en son üç yaşındayken amcasını görmüştü ama hâlâ hatırlıyor amcasını. Kenan, İstanbul’a geldiğinde onu trene bindirmiş, hayvanat bahçesine götürmüş. Çocuğun sorduğu tüm sorulara cevap vermiş ve oğlum aradan yıllar geçmesine rağmen bunları unutmuyor anlatıyor.

AĞAR’A KAYIPLAR SORULMADI

AKP Hükümeti karanlıkta hiçbir şeyin kalmayacağını söylüyor. Faili meçhulleri, darbecileri, işkencecileri yargıladığını anlatıyor. Ergenekon Davası, 12 Eylülcülerin yargılanması, Mehmet Ağar’ın ceza alması... Kayıp yakınları olarak AKP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ergenekon Davası ve tutuklamalar başladığında bir şeyler çıkabilir diye düşündük. Ama sonra iddianameler açıklandığında anladık ki bu sadece AKP’ye yönelik tehditler için başlatılmış bir dava. Başbakanın, Cumartesi Anneleriyle görüşmesi de sadece seçim öncesi bir yatırımdı. Mehmet Ağar, cezaevinde ama sadece Susurluk davasından yargılandı. Faili meçhullerle ilgili ceza almadı. Mehmet Ağar’ın kendi itirafları var. Ama bakarsanız bunlarla ilgili hiçbir şey sorulmamış. Bizim kayıplarımızın hesabını sormuyorlar. 5 yıl ceza verdiler, onun 2 yılını yatması için de haldır haldır yer aradılar. Bu mudur ceza? Bir öğrenci parasız eğitim istiyor diye 2 yıl 3 yıl yargılanmadan cezaevinde yatıyor. Mehmet Ağar tatil yapar gibi kalıyor cezaevinde. Biz bu adaleti kabul etmiyoruz. Belki, sivilleşme söz konusu oldu. Ama şuan AKP’nin vesayeti var. AKP, tüm kurumları kendine göre ayarladı. Askeri de, adaleti de kendine benzetti. Ergenekon’a müdahil olmak istedik ama kabul edilmedi. Ergenekon davasındakiler iktidara karşı komplo düzenlemekle yargılanıyorlar. Ama yaptıkları katliamlarla ilgili hiçbir şey yok. Veli Küçük mesela. Kürt iş adamlarını Körfez’de nasıl katlettiğini biliyoruz. (İstanbul/EVRENSEL)


Kayıp yakınları olarak AKP Hükümeti’nin ne yapmasını istiyor?

İsterse Erdoğan herşeyi ortaya çıkarabilir. Biz isim isim veriyoruz. Hangi örgütü hangi TİM’in kimlerin sorguladığı bellidir. Mesela Ankara’da abimden 6 ay sonra, gözaltında aynı TİM tarafından işkence gören biri var. O dava açtı, AİHM’e başvurdu ve kazandı. Ona işkence yapanlarla Kenan Bilgin’in katilleri aynı kişiler. Biz isim isim veriyoruz, hükümetin eline ama buna rağmen  bir şey yapılmıyor. AKP’nin verdiği cevap şu: “Benim zamanımda yapılmadı bu işler.” Bir Başbakanın sorumluluğu bu kadar demek ki.

SAVCI İŞKENCE SESLERİNİ DUYDUĞUNU SÖYLEDİ

AİHM’e açtığınız davayı kazandınız. Davada tanık olarak konuşan dönemin savcısının verdiği ifade her şeyin itirafı gibiydi, buna rağmen bir şey yapılmadı mı?

Ankara Cumhuriyet Savcısı Selahattin Kemaloğlu, AİHM’de devletin tanığı olarak ifade verdi. Savcı Kemaloğlu, ‘Ben, Kenan Bilgin’in gözaltında kaybedildiğine eminim’ dedi. Savcı, ‘Emniyete defalarca yazı yazdım gözaltına aldığına dair ama hiçbir yazıma cevap gelmedi. Ben işkence yapılan yere de gittim. İşkence sesleri geliyordu. Bu sesler nedir diye sorduğumda. ‘Kasetten sesleri duysunlar da rahatsız olsunlar diye dinletiyoruz’ diye cevap verildiğini söyledi. Bu zaten işkencenin kanıtıydı. Ama o savcı Kürt kökenli olduğu için olayın çok üstüne gidemediğini söyledi. Sonra o savcıyı Elmadağ’a sürgün ettiler daha sonra emekli oldu.

BERFO ANA YILLARCA KAPISINI KİLİTLEMEDİ

Diğer kayıp yakınlarının hikayeleri de pek farklı değil galiba...

Aslında bütün kayıpların hikayeleri aynı birimiz anlatsak zaten hepimiz anlatmış oluyoruz. Çünkü hepsinin kaybediliş hikayesini aynı. Biz yıllardır hep aynı şeyleri söylüyoruz. İnsan canından bir şey kaybediyor ve ne olursa olsun insan ikna olamıyor. Yani bir kemiğini bile görsem tamam ölmüş o burada yatıyor diyeceksin. Konuşurken bu insan kaybedildi diyorsun ama kendi başına kaldığında belki diyorsun yine de. Mesela Berfo Ana, yıllar yılı evinin kapısını kilitlememiş, oğlum gelirse kapıda kalmasın diye. Evinin dışını boyatmamış, oğlum geldiğinde evini tanımaz diye. O da bilmiyor mu? Biliyor ama kabullenemiyor. Galatasaray Meydanı’nda biz oturmaya başladığımız zaman çocuk olanlar şimdi büyüdü. O zaman dedesi, babası, amcası, annesi için oturma eylemlerimize katılan çocuklar şimdi 20 yaşlarını geçtiler açıklamaları onlar yapıyorlar. Orada ömrünün sonuna gelen orada yaşlanan ölen insanlar oldu. Ama hala kayıplarımızı kaybedenler ortada yok.

ÖNCEKİ HABER

Depreme ilişkin samimi bir yaklaşım yok

SONRAKİ HABER

Katliamın hesabını sormak istismarcılıkmış

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...