29 Kasım 2016 00:57

'Muhalefet, demokratik siyasetin gerekliliğini anlatmalı'

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Somer ile Ahmet Türk'ün tutuklanmasını ve iktidarın Avrupa Birliği tutumunu konuştuk.

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul 

Koç Üniversitesi Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Somer ile Mardin Büyükşehir Eş Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün tutuklanması ve Avrupa Birliği (AB) tartışmalarına dair iktidarın tutumunu konuştuk. Batıyla ilişkilerimizin zayıflamasının, içeride otoriterliği arttıracağını belirten Somer, “Siyasal elit çok etkilenmez hatta daha da rahatlar. Ama halk çok sıkıntı çeker” dedi. Muhalefetin ideolojik ve kişisel farklıklarını bir kenara bırakıp asgari müşterekler temelinde ortak hareket etmesi gerektiğine vurgu yapan Somer, “Barışçı ve laik demokratik bir siyasetin neden milli çıkarlara daha uygun olduğunu halka anlatabilmeli. Gündelik hayatı için neden önemli olduğunu anlatabilmeli” diye konuştu. 

SEÇİLMİŞLER TUTUKLANIRSA, BARIŞ NASIL SAĞLANACAK? 

Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk diyalogu ve çözümü öneren bir siyasetçi olarak öne çıkan bir isimdi. Türk’ün tutuklanmasını bir siyaset bilimci olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Öncelikle bir vatandaş olarak “Peki, o zaman bu sorun kiminle konuşarak çözülecek, barış nasıl sağlanacak”, “Bu sorun askeri yöntemlerle çözülebilir mi?” soruları aklıma geliyor. “Bir suçu varsa, doğrudan teröre destek vermişse bağımsız ve şeffaf mahkemelerde yargılanmalı, ama eğer milli iradeye saygı duyacaksak seçilmiş siyasetçiler neden tutuksuz yargılanamıyor?” diye düşünüyorum. Bir siyaset bilimcisi olarak da şu kural aklıma geliyor. “Ilımlı” aktörleri, yani şiddeti savunmayan ve diyalogu, birlikte yaşamı savunan siyasal aktörleri cezalandıran politikalar kaçınılmaz olarak ılımlı aktörleri zayıflatır ve o zaman da radikal aktörlerin daha ön plana çıkması eğilimini ortaya çıkarır. Dolayısıyla bu politikaların şiddeti ve radikalizmi uzun vadede daha da tırmandırmasından endişeliyim. Kürt sorunu üzerine çalışmaları olan bir insan olarak da bu politikaların arkasında 1990’ların belli bir okumasının etkili olduğunu tahmin ediyorum. Bu okumaya göre, o dönemde PKK’nın askeri olarak yenilmesinde Kürt hareketlerinin üzerine topyekün gidilmesi ve bu kapsamda Kürt siyasetçilerinin tutuklanması gibi -bunun yanında PKK’nın Suriye’deki varlığının üstüne gidilmesi de başka bir benzerlik- politikalar da yardımcı olmuştu. Bu okumanın kendi içinde 1990’larla ilgili olarak ne kadar doğru olduğu bir yana, bugünkü Türkiye’nin çok farklı şartlarını göz ardı ettiğini düşünüyorum ve tahmin edilmesi güç riskler doğurmasından endişeliyim.

‘TÜRKİYE’NİN İMAJI 3. DÜNYA ÜLKESİNE DÖNÜŞÜYOR’

AKP, Avrupa Birliğine mülteciler üzerinden sert bir dille mesajlar veriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Şanghay Beşlisi'ne dahil olma seçeneğini sunuyor. İktidarın dış politikasına dair neler diyeceksiniz?
Bu söylemlerin sonucunda aslında Türkiye AB’den, Batıdan kopmak gibi çok radikal kararlar henüz almıyor. Dış politika bürokrasisi belli bir dengeyi ve gerçekçiliği gözetmek için azami gayret gösteriyor. Ama buna rağmen bu söylemlerin hem iç hem de dış politikada çok olumsuz ve tehlikeli sonuçları var. Bu söylemler ve çok kapsamlı olmasa da adımlar Türkiye’nin imajını hızla bir “3. dünya ülkesine” dönüştürüyor. Ortadoğu hanesinde bir otoriter rejim olarak değerlendirilmesine yol açıyor. Bunun dış yatırımlar, turizm, eğitim gibi alanlarda çok olumsuz ve kalıcı etkileri olması kaçınılmaz. Ve artan güvensizlik bir noktada Avrupa Konseyi, NATO gibi yerlerdeki konumumuzu da sarsabilir. AB adaylığı resmen düşebilir. Bu ise Rusya, Çin, Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerimizde de bizi zayıflatır, kullanılmamıza yol açar. Şangay vb. AB’ye ve NATO’ya alternatif değil. Ama Batı kulübüne üyeliklerimiz diğer ilişkilerimizde bize avantajlar sağlıyor. Bunlara dayanarak Doğu’yla ilişkilerimizi daha sağlıklı ve güvenli şekilde geliştirebiliyoruz veya geliştirebiliyorduk.

‘SİYASAL ELİT ÇOK ETKİLENMEZ, SIKINTIYI HALK ÇEKER’

Hem iç hem de dış politikada iktidarın kullandığı dilin birbiriyle bağlantısı nedir? Buna karşı muhalefet nasıl bir siyaset geliştirmeli?
Çok basit bir örnek vereyim, AB ülkelerindeki siyasetçiler bindikleri taksinin bile hesabını veriyor. Tabii AB’de de yolsuzluklar vs. var ama çok daha az. Sivil topluma yanıt vermek zorundalar ve hiçbir konuda muhalefete veya medyaya “Siz ne derseniz deyin, bu böyle” demek lüksleri yok. Saygı duymak en azından yanıt vermek zorundalar. Bizdeyse siyasetçiler özellikle de iktidardaysalar istedikleri gibi adeta hareket edebiliyor. Dolayısıyla Batı’yla ilişkilerimizin zayıflaması -üye olalım veya olmayalım- AB’nin ve AB değerlerinin bir referans olmaktan çıkması, içeride otoriterliği destekler ve derinleştirir. Siyasal elit çok etkilenmez hatta daha da rahatlar. Ama halk çok sıkıntı çeker. Öte yandan AB’de de popülist-milliyetçi siyaset yükselişte. Bunu istemeyenlerin yapması gereken üç şey var. İdeolojik ve kişisel farklıklarını bir kenara bırakıp asgari müşterekler temelinde ortak hareket edebilmeli. Barışçı ve laik demokratik bir siyasetin neden milli çıkarlara daha uygun olduğunu halka anlatabilmeli. Gündelik hayatı için neden önemli olduğunu anlatabilmeli. Karizmatik lider üretebilmeli.

ÖNCEKİ HABER

‘İşçilerin birliği karşısında hiçbir yasak duramaz’

SONRAKİ HABER

Sarmaşık'ı da mı kapattınız?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...