29 Kasım 2016 00:42

60’lı yılların belgeseli: Sevgi Müzikali

Sevgi Müzikali’ni Müjdat Gezen, Ayşen Gruda, İlker Ayrık ve Kıvanç Tiner’le konuştuk.

Paylaş

Eylem AYDOĞDU
İstanbul

Geçmişe duyulan özlemleri ve gençliğe yapılan sitemleri dinleyerek büyüyen bir nesildir bizim neslimiz… Kimimiz vefasız olmakla suçlanır, kimimiz ananevilerini unutmakla… Suçlayan ve gücenen benliklerin, nasıl bir zamanda yaşadığını hep onların ağzından dinlemişizdir. Şimdi o dinlediklerimiz, bir masal sükunetinde hayal ettiğimiz her şey, yazar Kandemir Konduk’un kaleminden Müjdat Gezen Tiyatrosunda Sevgi Müzikali’nde hayat buluyor. 

Bir nevi  “Görsel  belge” niteliği taşıyan oyun, kırk sekiz kişinin emeğinin geçtiği ve sahnede toplam otuz yedi kişinin rol aldığı Türkiye’nin yerli müzikali…  Öğrencilerin, öğretmenlerin, ustaların, profesyonelliğe adım atan oyuncuların ve müzikale hem oyunculuğuyla hem de sesiyle renk katan Betül Demir’in rol aldığı bir oyun Sevgi Müzikali. Müjdat Gezen Tiyatrosunun kemikleşmiş seyircisi de Kadıköy’de koltukları boş bırakmayarak bu kalabalık kadronun emeğine destek oluyor.  Kadro şimdiden İzmir’de sahne aldığı gibi, daha sonraki zamanlarda Edirne, Biga, Çanakkale, Gelibolu,  Eskişehir, Adana, Mersin, yazın Altınoluk’tan başlayarak Bodrum, Marmaris, Kuşadası, yine İzmir ve Fethiye şehirlerinde oynamaya devam edecek. Konusu, müzikleri, enerjisi, amacı, içinde barındırdığı sürprizleriyle güçlü bir kadroyu hak eden Sevgi Müzikali’ni Müjdat Gezen, Ayşen Gruda, İlker Ayrık ve Kıvanç Tiner’le konuştuk.

Sezonun en yeni oyunlarından biri olan Sevgili Müzikali’nden bahsedebilir misiniz?
Müjdat Gezen: Oyunumuz tam hakiki gerçek bir yerli müzikal ve şu an Türkiye’deki tek yerli müzikal olma özelliğini taşıyor. Kandemir Konduk’un yazdığı, eski mahalleleri hatırlatan bir oyun… Şarkı düzenlemelerine ve günümüze göndermelerini Kandemir’le birlikte karar verdiğimiz müzikalin, şarkıları da oyuna özel olarak hazırlandı.

Sevgi Müzikali,  ’60’lı yıllardaki hayatı anlatıyor. Sizin için ’60’lı yıllar ne demekti?
Ayşen Gruda: ’60’lı yıllarda da Türkiye’de çok sorunlar oldu; ihtilaller, anayasa değişikliği gibi… Ama tabii ki o zamanlardaki sorunlarla bu zamandaki sorunlar kıyaslanamaz! Mesela o zamanlarda bu kadar araba yoktu, kahve kıtlığı, gaz kıtlığı vardı ama; çocuklara bu denli seri bir şekilde “tecavüz!” yoktu. Türkiye’nin her dönem sorunları çok büyük oldu ama, geçmişte mahalle vardı. Birbirinin derdine koşan, birbirleriyle yardımlaşan insanların, yaşadığı mahallelerdi bunlar, tıpkı oyunumuzdaki gibi…
M.G: Kitap okumaya başladığımız, Nâzım Hikmet’i daha yakın  tanıyabildiğimiz bir dönemdi ’60’lı yıllar… Bütün “hatalarına” rağmen benim için çok güzeldi; gençtik bir kere…
Kıvanç Tiner: Ben ’60’lı yılları yaşamadım. Fakat o dönemin Türkiye demokrasisini çok araştırdım;  bir nevi yaşamışım bile diyebilirim. O dönemde meselelere şimdi baktığımız gibi bakamıyorduk. Şimdi her şey çok süratli! ’60’lı yıllara dönüp baktığımız zaman ritim çok yavaş… Ama bu yavaşlığın olduğu hayatın “değer” anlayışı çok daha farklı oluyor. Günümüzde bunu kaybetmememize imkan yoktu. Bazı değerlerin yok olması, insanı yıpratıyor, dünyanın gidişatı böyle… Sokrates döneminden beri  bu yozlaşmadan hep bahsedilmiş. Gidişattan memnuniyetsizlik hep varmış. Ona rağmen çözüm odaklı bir sonuca varılmamış ve varılamıyor. 

Sevgi Müzikali’ne baktığımız zaman ’60’lı yıllarda da işsizlik, kadın erkek eşitsizliği, farklı kültürlerin bir arada yaşaması gibi şimdi de olan her şey varmış.  Fakat bu kadar keskin ve can acıtıcı bir şekilde değilmiş; şimdimizdeki bu yozlaşmanın sebebi nedir? 
M.G: En başta “yobazlıktan” bu hale geldik. Bunu topluma enjekte edip, cahil bir halka sahip olunması en büyük nedendir. Çünkü cahil halkı yönetmek kolaydır!
İlker Ayrık: Sevgiyi kaybettik. Sevmenin içinde tahammül var, anlayış var, dostluk, arkadaşlık ve saygı var. Sevginin içinde insan tarifi var, sevgiyi kaybedince de bu şekilde yozlaştık. Umarım bu dönemsel bir hezeyandır! Bu topraklarda hoşgörünün kaybolması çok zor, sadece sevginin ve hoşgörünün hatırlanmaya ihtiyacı var. Bizim oyunumuz da bunu hatırlatmaya çalışıyor.

‘KADIN DOLMA DA YAPAR ÜLKE DE YÖNETİR’

Oyun günümüze de göndermeler yapıyor. Özellikle de kadın üzerinden yaşanan birçok konuya… Neden sizce bu ülkede kadın bir “Örtbas etme” aracı olarak kullanılıyor?
M.G: İçinde bulunduğumuz mevcut sistemin kadınla olan ilişkisi belli zaten. Dört kadına kadar imam nikahıyla eş alınabilir düşüncesi var zihniyetlerde. Nâzım’ın dediği gibi “Analardır adam eden adamı…” Ama sen kadını eve koy, çocuk doğurt, üretkenliğini al elinden… Bu bir sistem sloganı! 
İ.A: Problemli erkeklerin yapacak başka bir şeyi yok!..  Kadından korkuyorlar, birçok şairin ve birçok bilim adamının yazılarında ve şiirlerinde olduğu gibi toplumu eğiten ve büyüten anneler… Dolayısıyla gelişmişliğin, ferahlığın ve medeniyetin kaynağına sekte vurmak isteniyor. Kadına yapılan bir engel barışa vurulan bir sekte demektir. 
A. G: Kadınlar korkuyor, en çok da “mahalle baskısından” Bir kadın isterse bir ülkeyi batırabilirler de, çıkarabilirler de, erkekler ise sadece çocuktur. Ben erkeklere değil de kadınlara “akıl” tavsiye ediyorum. Kendi kız çocuklarının geleceğini kendilerinin düşünmesi gerektiğini anlamalılar. Kadın isterse hem biber dolmasını yapar,  hem de ülkesindeki olanı biteni görür ve müdahale eder. 

BİR YERDE BİR ŞEYLERİ UNUTTUK VEYA UNUTTURULDU! 

Sizler bu kadar üretkenken, gazetelerde, televizyonlarda Mecliste uyuyan insanların fotoğraflarını görüyoruz. Nedir bu aradaki uçurumun sebebi?
M.G: Bizim görevimiz üretmek, onlarınki de uyumak! İşleri bu, yalnız uyusalar iyi, halkı da uyutuyorlar!..
İ.A: İyi uykular diliyorum ben onlara… Belki benim çalışıyor ve üretiyor olmam da  uyuyanlara aynı “rahatsızlığı” veriyordur. 
Oyunun sonunda  mahallenin Kürt bakkalının yanına gidip, “Biz renklerimizle güzeliz” diyorsunuz. Günümüzde de  yeni yeni renkler ülkeye giriyor, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İ.A: Sapla saman birbirine karışmış durumda!.. İnsanları dilini, dinini, ırkını, cinsiyetini umursamadan bir araya getiren şeyler var. Biz bu umursamadığımız zamanları hatırlatmak için Sevgili Müzikali’ni oynuyoruz. Çünkü, bu anlayış kültürel kodlarımızda mevcut, iş sadece hatırlamakta bitiyor. Yani aynı sokakta her türlü dini bayramın kutlandığı, bir ülkeydi burası… Ramazan Bayramı’nda gayrimüslimlerin dışarıda yemek yemediği ama, bir Hristiyan bayramında bütün Müslümanların katıldığı bir coğrafyaydı burası… Bir yerde bir şeyleri unuttuk veya unutturuldu! 

ÖNCEKİ HABER

Türkiye Kupası mesaisi başlıyor

SONRAKİ HABER

‘Telekom’u kamulaştırın, borcu Oger’e bırakın’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...