27 Mayıs 2012 09:32

Kadınların sağlığı dönüşümün ilk kurbanı

Kadınlar tüm politikalardan paylarına düşeni mutlaka alıyorlar. Sağlık politikaları ise bu payın en ağırını dayatıyor yoksul kadınlara. Sonuçta “Hastalansak bile doktora gidemiyoruz” diyen, “Çocuklarımız ateşlendiğinde, onları sirkeyle yıkıyoruz” diyen, “Ben hiç gitmem hastaneye, çocuk hasta olursa ancak on

Kadınların sağlığı dönüşümün ilk kurbanı
Paylaş
Özge Ayaz

Tüm politikalar kadınları etkilerken, belki de sağlık alanında yapılan değişiklikler daha büyük bir ortaklaştırma getiriyor. Hastane koridorlarına şöyle bir göz attığımızda çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Yaşlısına, çocuğuna, ailedeki herhangi bir bireye refakat eden, hep kadınlar oluyor. Politikaların pratikte uygulamalarıyla da böylece en çok karşılaşan yine onlar oluyorlar. Peki, neler götürdü bu politikalar kadınlardan?  Aile ve Sağlık politikalarının kadını görmeyen yönleri neler? Bu sorunun cevabını vermek üzere yola çıkan Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimler kolu, bu yıl üçüncüsünü gerçekleştirdikleri Kadın Sağlığı kongresini yalnızca tıp alanında çalışan kadınların değil, sosyal bilimler alanında da kadınlara ilişkin çalışmalar yapan araştırmacıların da  katılımıyla 18-20 Mayısta İstanbul’da gerçekleştirdi.
Kongrede ilk konuşmayı yapan Şahika Yüksel konu başlığı açıklarken “Mevcut koşullar da, eksik olmasınlar (!) bize konu seçmekte çok yardımcı oluyorlar” deyip devam etti; “Bizi kuvvetlendirecek, geliştirmeye yönelik çalışmalar yapmak zorundayız. Ayrımcılığın bu kadar hakim olduğu bir dünyada bazı şeylerin yapılması gerekiyor. Aile ve sağlık politikaları ile cinsiyetçiliğin daha da fazla dayatıldığı, kadının yerinin ve konumunun daha da daraltıldığı ortamda bu bir zorunluluk.” İşte bu zorunluluk içerisinde günümüzün aile ve sosyal politikalarını, aile güçlendirilirken kadının nasıl konumlandırıldığını ve sürekli dillerde dolaşan eşitlik kelimesinin soyut değil, somut hal alınabilmesi için neler yapılabileceği konuşuldu.
Eşitsizlik demişken, sunumlardaki araştırma raporları oldukça düşündürücüydü. Mesela Avrupa’da toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ölçmeye yarayan üreme sağlığı, erk gücünün kullanımı, çalışma yaşamına katılım endeksleri üzerinden Türkiye 173 ülke arasında 92. sırada. İş gücüne katılım, ücret eşitliği, tahmini kazanç, yasa yapıcı ve yönetici olma, profesyonel ve teknik işler arasında da kadınların eşitsizlikle karşı karşıya olduğu net biçimde karşımıza çıkıyor. Bu eşitsizlik düzeni içerisinde kadınlar ikinci bir ezilmişlikle karşı karşıya kalıyorlar. Bu ikinci ezilmişlik Feride Aksu Tanık’ın yaptığı sunumda şu sözlerde kendini gösteriyor; “Çocuk doğurma ve yetiştirme yetisi, ertesi günkü üretime hane halkını hazırlamak, hane halkının maruz kaldığı yoksulluk koşullarında yaşamı kolaylaştırma kadınların yaşamsal rolü haline geliyor.”. Bütün bu “yaşamsal sorumluluklarının” altında ezilen kadın üretim süreçlerine katıldıklarında eşit işe eşit ücret alamıyorlar, hem de ‘değersiz kadın işi’ olarak görülen işlere mahkum ediliyorlar. Buna bir de sağlıkta dönüşüm ve kadınların güvencesizliği eklendiğinde karşımıza neler çıkıyor sorusunu farklı alanlardan örneklerle anlatan kongreden dikkatimizi çeken noktaları paylaşıyoruz sizlerle.


AİLE HEKİMLİĞİ GELDİ, KADIN SAĞLIĞI GİTTİ

Son dönemde ulusal istihdam stratejisi ile kadınlara güvenceli işler yerine kısmi zamanlı çalışma, belirli süreli çalışma, özel istihdam büroları üzerinden geçici çalışma, evden çalışma gibi işler sunuluyor. Bahane de “İşle aile yaşamını uzlaştırmaları ihtiyacı”. Kadınlar tam da bu “uzlaştırma” ihtiyacı nedeniyle esnek, güvencesiz ve düşük ücretli işlere mahkum ediliyor. 2008 verilerine göre sosyal güvencesi olmayan kadın oranı  yüzde 70’e yakın, sağlık güvencesi olmayanlar da kadınların 5’te 1’ine yakın. Sosyal güvenlik ve sağlık güvencesi, hizmete ulaşım için çok önemli. Sosyal güvencesi olmadığı için çocuklarına evde bakım yapan, kendi tedavisini kulaktan dolma bilgilerle, kendi kendine uygulayan birçok kadın var. Hatta kadınların çoğu kendi hastalıklarını önemsemiyor. Kadınlar doktorların kapısından bile geçmediklerini şöyle ifade ediyorlar: “5 çocuğum var, her birini 1 kez doktora götürsem, her seferinde 8 lira, biz ne yeriz, ne içeriz bir de ben mi gideceğim doktora.”  
Sağlıkta dönüşüm de kadın sağlığını olumsuz etkileyen faktörlerden biri durumunda. Feride Aksu Tanık sağlığın ticarileşmesinin kadın sağlığına etkilerini şöyle anlatıyor: “Birinci basamağın bütünlüklü ve ekip hizmetleri sunan yapısı değişmiştir. Bu da hizmete erişimi olumsuz etkilemiştir. Sağlık ocakları kadın ocaklarıydı. Kadın merkezliydi, evde herhangi bir biçimde talebe dönüşmeyen gereksinimleri olan insanların yerinde, o gereksinimi dost insanlarla hizmete dönüştürülmesi vardı. Neoliberal politikalar bu hizmetleri karşılamıyor. Sağlık ocaklarının kalkması da aile planlamasının 2. basamağa kaymasına, daha talep odaklı olmasına neden oluyor.” Oysa biliyoruz ki çoğu zaman kadınlar sağlık hizmeti talep edemeyebiliyor.
Kadın merkezli sağlık ocaklarının kapatılıp yerine aile hekimliğinin gelmesini anlatan Dr. Selma Okkaoğlu sunumunda “Aile Hekimliği” sisteminin  toplumsal gereksinimler ya da bilimsel gelişmeler sonucu ortaya çıkmadığını, sağlıktan daha fazla kazanç elde etmek için oluşturulmuş bir sistem olduğunu ifade etti. Birinci basamak sağlık hizmetinin esasında kadının yaşamını bir bütün olarak gören, kadını yaşadığı çevre ile birlikte değerlendiren, kadının sağlığını korumayı önceleyen, eşit, ulaşabilir, nitelikli olması gerekirken şimdiki durum bunun çok uzağında. Aile hekimliği yapan doktorların anlattıkları çok çarpıcı: “Hastalara katkı payı getirilmeli, poliklinik sayısı böylece azalır. Ben bana kayıt olmaya gelen vatandaşın sağlık karnesini alıyorum. Şöyle bir bakıyorum kaç kez doktora gitmiş? Neden? Çünkü çok gittiyse benden sürekli sevk ister. Küçük çocuğu var mı? Neden? Çünkü küçük çocuklar çok hizmet demek, aşı, izlem, muayene demek buna göre ‘Kusura bakma seni kayıt etmek isterdim ama benim kontenjanım dolu’ diyorum. İş bitiyor”.
Bir başka doktor anlatısı ise iş yükünün ne anlama geldiğini gösteriyor: “İş yükümüz arttı, hizmet kalitesi azaldı. Gezici hizmetler merkezde verilmiyor, bebek ve gebe tespiti yapılmıyor. Başvuru olursa bakılıyor, zaten buna da zaman yok. ortalama 100 hasta bakılan yerler var.” Bu durumun kadınlara yansıması ise gebelik süreçlerinin izlenmemesi, koruyucu sağlık hizmetlerine ulaşamama, aile planlamasının uzağında kalma, hijyen eğitimlerini alamama, aşı gibi bağışıklama sistemlerine ulaşamama gibi çok can yakıcı sonuçları da beraberinde getiriyor.


GÜVENCESİZ, YOKSUL VE DEPRESYONDA!

Kongrenin en dikkat çekici sunumlarından biri de yoksulluk ile kadın sağlığı arasındaki bağı anlatan Leyla Gülseren’in sunumu oldu. Gelir dağılımındaki eşitsizlikten en çok etkilenen kadınlar ve kız çocukları. Dünyada yoksulluk içinde yaşayan 1.5 milyar insanın yüzde 70’ini oluşturuyorlar. Özellikle de dul, boşanmış, tek ebeveyn olarak çocuklarıyla yaşayan kadınlar yoksullukla baş başa. Peki bu kadınlar nasıl geçiniyorlar? Leyla Gülseren yapılan bir araştırmadan şöyle örnek veriyor “Az miktarda yiyorlar, günün çoğunu uyuyarak geçiriyorlar, bir kısmı ev işlerinde çalışıyor, sosyal destek sistemlerine başvuruyorlar, sosyal destek kurumlarını kullanıyorlar”. Peki ya bunun kadın ruh sağlığı ile bağlantısı ne olabilir? Normalde de kadınların erkeklere göre depresyona girme olasılıkları 2 kat daha fazla, bir de buna yoksulluk eklenince bu risk çok daha fazla kendini gösteriyor. Sunumda şöyle anlatılıyor “Akut ve kronik stres etmenleriyle çok daha fazla karşılaşıyor yoksul kadınlar. Beslenme, barınma sorununu halletmek, geçimi sağlayabilmek için birden fazla işte çalışmak zorunda kalıyor ya da sosyal yardım kuruluşlarından yardım aramak zorunda kalıyor.” İşte tüm bunlar da depresyonu tetikleyici unsurlar oluveriyor. Bugün ülkemizde yoksul her 5 kadından biri majör depresyon ölçütlerini taşıyor, yarısında da ciddi depresyon belirtileri bulunmakta. Sonuçları ise oldukça ağır. Motivasyon azlığı ve ümitsizliğin yanında, beden sağlığını olumsuz etkiliyor, bu da çalışmayı ve bununla bağlantılı olarak özerklik kazanmasını engelliyor kadının. “Sosyal destek yetersiz, aile desteği yetersiz, ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Sosyal yalıtım, yoksulluk, Türkiye’de sosyal dışlanma nedenleri arasında ilk sırada yer alıyor. Sosyal hareketliliğin sınırlılığı, kamusal olanaklardan yararlanamama, sosyal dışlanmışlıkla alakalı olarak hepsi etkili depresyona girme sebebi.” Tedavi olanağı bulabiliyorlar mı peki? Gülseren, şu şekilde açıklıyor durumu “Pratik engeller; maliyet, sosyal güvencesizlik, çalışan kadın için zaman kısıtlığı, izin alamama durumu ya da çocuklarına bakacak kimseyi bulamama, ulaşım sorunu. Ruhsal etmenler damgalanma korkusu, ‘Çevre ne der’ kaygısı. Depresyona bağlı etmenler, enerjisizlik, yorgunluk ve bitkinlik. Kültürel etmenler var bir de; her kadının depresyonu tarif etme biçimi aynı değil. Mesela bedensel yakınmalar ön planda olabiliyor kimi kadınlarda, bu yüzden başka branşlara başvurabiliyor.” Kadın yoksulluğu ile mücadelede kadın erkek eşitliğinin sağlanmasının yanı sıra, cinsiyetler arası güç ve iktidar ilişkisini, sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldıracak politikalara da ihtiyacımız var. Yani yoksul kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık, yoksullukla mücadelede etkin devlet politikaları gerekiyor.


KONGRE’DEN NOTLAR

* Türkiye’de kadınlar istihdam edilen sektörlerin tümünde yüzde 28, sağlık sektöründe de yüzde 55 oranında yer almaktadır.
* Türkiye’de ve Güney’de 15–49 yaşlarındaki halen evli kadınların yüzde 6’sının aile planlaması ihtiyacı karşılanmamıştır, anne ölümlerinin yüzde 5’i bu nedenle olmaktadır.
*  Kırsal da her 5 kadından 1’i kırsalda ebe kadınlar aracılığıyla herhangi bir sağlık eğitimi almamış kadınlar tarafından doğurtuluyorlar, sağlık hizmeti alamıyorlar.
* Dünya Sağlık Örgütüne göre depresyon, 2020 yılında en acil sağlık sorunları arasında 2. sırada yer alacak. Majör depresyon içinde en büyük öngörücülerden biri de yoksulluk.
*  Depresyonu olan annelerin çocuklarının depresif bozukluk, anksiyete bozukluk ve yıkıcı davranış bozukluğu riski 2-3 kat daha yüksek. Annenin depresyonu tedavi ile geçse bile çocuğun psiko-sosyal işlev bozukluğu sürebiliyor.
*  Yoksulluk hem gebelik hem de lohusalık döneminde depresyon riskini arttırarak da çocukların ruh sağlığını olumsuz etkileyebiliyor.
*  Dünyada her bir dakikada 380 kadın gebe kalmakta, 190 kadın planlanmamış ya da istenmeyen gebelikle karşılaşmakta, 110 kadında gebeliğe bağlı komplikasyon gelişmekte, 40 kadın sağlıksız düşük yapmaktadır.
*  Her 1 dakikada 1 kadın ölmektedir.. Anne ölümlerinin yüzde 99’u gelişmekte olan ülkelerde meydana gelmektedir.
*  Anne ve bebek ölümlerinde yıllar içinde azalma olduğu görülse de halen coğrafi eşitsizlik artan düzeydedir
*  Aile hekimlerinin nüfusları Adrese Dayalı Nüfus Kayıt sistemine göre nüfusa kayıtlı olanlar üzerinden belirlenmiştir. Ancak ülkemizde nüfusun yüzde 6’sının T.C. kimliği yoktur ve sağlık hizmetinden yararlanamıyorlar.
*  Göç alan büyük şehirlerde yaşanan bir diğer sorun ise nüfusun ikametini aldırmamasıdır. Bu durumda kişi aile hekimlerine kayıt olmak için başvurmazsa tespit etmek mümkün olmamaktadır. Sonuç olarak bu kadın ve çocuklar birinci basamak sağlık hizmetini alamamaktadır.
*  Aile Hekimliği uygulanmaya başladığı dönemden itibaren, aile planlaması hizmetlerinde düşüşler yaşandığı özellikle Rahim İçi Araçların sayılarında azalma olduğu görülmektedir
*  Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kadınların eşleri ya da partnerleri tarafından şiddete uğrama oranının yüzde10-69 arasında olduğunu bildirmektedir. Türkiye’de Aile İçi Şiddet Araştırması 2009 verilerine göre evlenmiş kadınların yüzde 39’u fiziksel şiddete, yüzde 15’i cinsel şiddete, yüzde 44’ü duygusal şiddet/istismara uğradıkları saptanmıştır.

ÖNCEKİ HABER

Proje baştan çökmüş durumda

SONRAKİ HABER

Herkes kendi Godot'sunu özgürce beklemeli

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...