25 Mayıs 2012 11:52

Savaş yetkisiyle ‘dönüşüm’

6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” 16.05.2012 gününde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek Cumhurbaşkanının onayına sunuldu. Diğer kanunlarda oluğu gibi 6306 sayılı Kanun da Cumhurbaşkanı tarafından kısa sürede onaylanarak Resmi Gazetede yayınlanarak yürür

Savaş yetkisiyle ‘dönüşüm’
Paylaş

Ziya Çelik

6306 sayılı Kanun’a ilişkin yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda, bu Kanun’la birlikte kentsel dönüşümün temel yasasının hazırlandığı özellikle vurgulanmıştır.  
Kanunun 3. ve 5. maddelerindeki düzenlemelere göre; riskli yapıların tespit edilmesi halinde bu yapıların; malikler idareyle anlaşmışlarsa kendileri tarafından, anlaşmamışlarsa bu durumda da süre verilerek idare tarafından yıkılacağı öngörülmüştür. Yıkım ve enkaz taşınma bedeli de yine maliklerin sorumluluğunda olacaktır.
Yıkım bedelinin vatandaştan alınacak olması aslında yeni bir deprem vergisi anlamına gelmektedir. Oysa 1999 Kocaeli depremi sonrası getirilen “deprem vergileri” vasıtasıyla toplanan vergilerin 40 milyar TL’yi aştığı söylenmektedir ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, toplanan vergilerin duble yolların yapımında kullanıldığını söyleme cüreti gösterebilmiştir. Bakan Şimşek’in bu açıklaması deprem riskine karşı şu ana kadar toplanan vergilerin bir kandırmacadan ibaret olduğunu, başka amaçlar için toplandığını da göstermektedir.
6306 sayılı Kanun kapsamında yürütülecek faaliyetlerin finansmanı yalnızca yıktırma maliyetlerinin vatandaşlardan alınmasıyla sınırlı değildir. 2/B kanunu olarak da adlandırılan 6292 sayılı Kanun’la toplanan paraların da Bakanlığa aktarılacağı, belediye gelirlerinin belli bir kısmının da bu işler için ayrılacağı, Bakanlığa tahsis veya devredilen taşınmazlardan (Ki bunların içerisinde kamu kurum ve kuruluşlarına ait arsalarla yine vatandaşlara ait arsalar da girmektedir) imar uygulamasına tabi tutulması sonucu hazine adına tescil edilenlerin satışından elde edilen gelirler vb. birçok gelir bu kanunla bakanlığın emrine verilmiştir.

RİSK OLMASA DA YIKILACAK

Kanun’un 5. maddesinde “Uygulamanın gerektirmesi halinde” riskli olmayan yapıların da yıkılabileceği ve bu tür yapı sahiplerine de ancak enkaz bedeli ödeneceği belirtilmiştir. Böylece artık ruhsatlı ve depreme karşı dayanıklı olsa dahi her şekilde yorumlanabilecek “uygulamanın gerektirmesi halinde” ölçütüyle Kanunun 2. maddesine bir bakıma yeni bir tanım daha eklenmiştir. O tanım da şudur; depreme karşı dayanıklı olsa dahi yıkılacak yapılar.
Bu düzenlemeyle birlikte barınma sorunu yalnızca gecekonduda yaşayanların değil ruhsatlı binalarda yaşayanların da sorunu haline getirilmiştir.
Kentsel dönüşüm uygulamaları şu ana kadar çoğunlukla tapusuz yerleşim bölgelerinde yürütülmekteydi ve bu uygulamalara karşı gösterilen tepkiler de bu bölgelerde yaşayanlarla sınırlı kalmaktaydı. Çünkü yetkililer gecekondu mahallelerindeki uygulamalar için; tapusuz ve imarsız yerlerle sınırlı olacağı, imarlı bölgelerde bu uygulamaların kesinlikle gerçekleştirilmeyeceğini sık sık söylemekteydiler.

KİRACILAR DA MAĞDUR OLACAK

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ Başkanı iken söylediği “Kentsel dönüşüm projeleri gecekondulardan beslenen çeteler tarafından engellenmeye çalışılmaktadır, esrar ve kadın ticareti gibi kirli işlerle uğraşanlar ile terör grupları masum insanları kullanarak gecekondularda dönüşüme engel olmaya çalışıyorlar” yönlü demeci bu yöndeki en önemli göstergeydi. Tüm bu ve benzeri açıklamaların sonucu olarak da gecekondu mahallelerindeki mücadeleler yalnızlaştırılmış ve kentsel donüşüm uygulamalarının yalnızca gecekondu mahallelerinde gerçekleştirildiği imajı yaratılmıştı.
Ama gelinen aşama, bu uygulamaların asıl amacının tapulu veya tapusuz bölge ayrımı gözetmediğini, kentsel dönüşüm uygulamalarının her yerde ve herkese karşı gerçekleştirilebileceğini göstermektedir.
Kanunla birlikte kiracıların mevcut zorluklarının daha da artacağını ayrıca belirtmek gerekir. Çünkü şu ana kadarki kentsel dönüşüm alanlarında uygulama öncesi bu bölgelerde barınan kiracılar, uygulama sonrası kiraların fahiş oranlarda yükselmesi nedeniyle başka bölgelere göç etmek zorunda kalmışlardır ve seslerini duyurma imkanları da bulunmamaktadır. Bu mağduriyetin boyutları her geçen gün artmaktadır. Çünkü hane halkı gelirinin neredeyse yarıya yakını kira gideri olarak harcanmaktadır ve bu uygulamalarda kiracıların durumu hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır.  

YÜRÜTME ‘DURMAZ’

Kanun’un 6. maddesinde arsa haline gelen taşınmazların maliklerine 30 gün süre verilerek en az 2/3 oranında bir çoğunlukla anlaşmaları, anlaşamamaları halinde de acele kamulaştırma yoluna gidilecegi düzenlenmiştir. Acele kamulaştırmada ise tespit edilen arsa bedelinin 1/5’i hemen, kalan bedeli ise 5 yıl içerisinde ödeneceği öngörülmüştür.
Bu düzenlemeyle taşınmazının yok pahasına elden çıkmaması için her şartı kabul etmek isteyenlerle hakkını almak isteyenler arasında tartışmaların/çatışmaların da yolu açılmıştır.
Kanun’un 6. maddesinde, Kanun kapsamında gerçekleştirilecek işlemler hakkında açılacak idari davalarda dava açma süresi 30 gün olarak belirlenmiş ve yürütmenin durdurulması kararının verilemeyeceği de ayrıca belirtilmiştir. Bunun anlamı şudur; yıkım kararı alınan bir binanın malikleri tarafından dava açıldığı takdirde dava sonunda alınan kararın bir anlamı olmayacaktır. Çünkü davanın sonuçlanması uzun bir zaman alacaktır ve bu süre içerisinde bina çoktan yıkılmış olacaktır.
Kanun kapsamında yalnızca yıkıma dair idari işlemler bulunmamaktadır. Kanun kapsamında enkaz bedelinin tespiti, arsa paylarının değerlemesi, arsaların satışı, imar planı yapımı ve tadili vb. birçok idari işlem vardır ve bu işlemlere karşı da etkili yargı denetimi bu şekilde ortadan kaldırılmıştır.

KAMU HİZMETİ DE KALDIRILACAK

Kanunla riskli yapı ve alanlara kamu hizmetlerinin (elektrik, su, doğal gaz, ulaşım hizmetleri, vb.) verilmemesi, verilen kamu hizmetlerinin de durdurulması öngörülmüş, ayrıca Kanunun uygulanmasını engelleyenler hakkında TCK kapsamında suç duyurusunda bulunulacağı belirtilmiştir.
Bu düzenlemeler AKP hükümetinin halkla savaş hazırlığına girdiğini de göstermektedir. Bu Kanunla birlikte, savaş halinde dahi halka bir şekilde ulaştırılan kamu hizmetleri, kentsel dönüşüm projeleri nedeniyle ortadan kaldırılmak istenmektedir.
2/B yasası olarak bilinen 6292 sayılı Kanun, bir bakıma 6306 sayılı Kanun’un uzantısı şeklindedir. Çünkü 2/B arazilerinin yüzde 2’si kadarı yoğun yerleşim bölgelerinde bulunmaktadır ve buralarda yaşanlar tarafından 6292 sayılı Kanun kapsamında kullandıkları arsaların tapularının alınmasıyla sorun çözülmüş olmamaktadır. Çünkü 6292 sayılı Kanun’da proje alanı olarak bir tanımlama yapılmış ve gerekli görülmesi halinde bu bölgelerde TOKİ aracılığıyla kentsel dönüşüm uygulaması yapılacağı öngörülmüştür. Buralardaki uygulamaların nasıl olacağı da Ayazma ve Tarlabaşı’nda yapılan uygulamalarla ortadadır.
Sonuç olarak; ‘Kentsel Dönüşüm’ Yasası’yla birlikte hükümet normal bir hükümetin sahip olamayağı ‘savaş yetkilerine’ bu yasayla sahip olmuştur.


2005 YILINDA DA GÜNDEME GELMİŞTİ

Kentsel dönüşüme ilişkin “temel yasal düzenleme” gayretleri 2005 yılında başlamıştır. Bu yöndeki çabalardan ilki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla 08 Mart 2005 gününde TBMM’ye sunulan  “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanun Tasarısı”yla denenmiştir. Mevcut hükümet 2005 yılında kendisini halka karşı bugünkü kadar güçlü hissetmemiş olacak ki, bu tasarıyı gündeminde tutmakla birlikte kanunlaştırmadı. Bu nedenle de kentsel dönüşüm uygulamaları çeşitli kanunlara yapılan ekler ve değişikliklerle veya tek bir uygulamayı hedef alan kanunlarla bu güne kadar yürütüldü.
Son yasayla birlikte kentsel dönüşümün ‘anayasa’sı oluşturulmuş oldu. Bu Kanun ile 2005 tarihli tasarı karşılaştırıldığında 2005 tarihindeki AKP hükümetinin hayal bile edemeyeceği yetki ve hakların 2012 yılında neredeyse tek bakanlığa bağlı olarak kullanılmaya başlanacağı görülecektir.  
Çünkü 2005 tarihli Kanun Tasarısı’yla yerel yönetimlere ve bakanlar kuruluna verilmesi tasarlanan yetkilerin çok daha fazlası 6306 sayılı Kanun’la birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmiştir. Bu durum AKP hükümetinin ustalık olarak adlandırdığı döneminin ne olduğunu da göstermektedir.


TARLABAŞI VE AYAZMA’DA YAPILAN SOYGUN

Kanun’un 6. maddesinde yapı maliklerinin hakları olarak, binaların yıktırılmasıyla arsa haline gelen taşınmazlarda önceki vasfı ile değerlemede bulunularak tapudaki paylarının tespit edileceği, malikin anlaşmaya varmış olması halinde de anlaşma şartlarına göre tapudaki payın tespit edileceği belirtilmiştir. Ayrıca aynı maddede Bakanlık kamu ve özel sektör iş birliğine dayanan usuller uygulamaya, gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri ile özel hukuka tabi anlaşmalar yapmaya yetkili kılınmıştır.
Bu düzenlemede yer alan ‘anlaşmaya göre’, “önceki vasfı ile değerlemede bulunularak” ve “özel hukuka tabi anlaşmalar yapmak” ifadeleri ister istemez İstanbul’da gerçekleştirilen kentsel dönüşüm uygulamalarını akla getirmektedir. Bu uygulamalardan bazılarıni hatırlamak yararlı olacaktır.  
İstanbul-Tarlabaşı’nda yapılan uygulamada, Mahalledeki yapılar ruhsatlı ve üstelik birinci derecede korunması gerekli tescilli binalardan oluşmaktaydı ve buradaki yapı maliklerinin taşınmazlarına da “önceki vasfı ile değerlemede” bulunularak neredeyse tamamı 60-70 metre oturum tabanlı olan yapıların metre karesine 1.000 ila 1.500 TL arası değer biçilmiş, maliklerin mahalledeki uygulama sonrası yapılacak binalardan yararlanmak istemesi halinde de yeni yapılacak konutların (üstelik uygulamada en arkada kalan bölgedeki) metre karesi 4 bin TL ile 5 bin TL arasındaki fiyatlarla satılmak istenmiştir.
Ayazma Mahallesi’nde yapılan uygulamada da arsa tapusu olanların arsalarının yaklaşık dört metre karesi TOKİ tarafından yapılan konutların (rezerv konut alanındaki konutların) bir metrekaresine eşit kılınmış ve 400 metre kare arsası olan tapu sahipleri 100 metre kare daire sahibi olabilmişlerdir. Tapusu olmayanlara tahsis edilen konutların bedeli ise taksitler halinde tahsil edilmiştir. Bu taksitleri ödeyemeyenlerin konutlarına ise bankalar tarafından el konulmuştur.
Bu uygulamalarda da görüldüğü gibi, bir şekilde konutu olanların konutları ellerinden alınarak TOKİ’nin düşük kaliteli sosyal konutlarına tahliye edilmisler ve TOKİ’nin müşterisi haline getirilmişlerdir.
Tarlabaşı ve Ayazma’daki yapılar yıkılarak arsa haline gelen taşınmazların TOKİ tarafından gelir paylaşımlı vb. yöntemlerle büyük inşaat şirketlerine (Tarlabaşı’nda Çalık Holding, Ayazma’da Ağaoğlu İnşaat) verildiği de bilinmektedir.
Ayazma ve Tarlabaşı uygulamalarındaki düzen 6306 sayılı Kanun’la temel bir yasa kapsamında  kalıcı bir şekilde yürürlüğe konulmak istenmektedir.

HAZIRLAYANLAR: Eda Yıldırım / Arif Koşar

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

Fark etmeden 75 çek imzalanır mı?

SONRAKİ HABER

Yasayla tapu da geçersiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...