16 Kasım 2016 01:00

‘Kendimize karşı OHAL’den hepinize karşı OHAL’e...

20 Temmuz 2016’da Türkiye genelinde ilan edilen ve 20 Ekim itibariyle üç ay daha uzatılan olağanüstü hali çeşitli boyutları ile ele almayı amaçladık.

Paylaş

Olağanüstü hal (OHAL), olağanüstü yönetim usullerinin uygulanmasını gerektiren doğal afet, tehlikeli salgın hastalık, ağır ekonomik bunalım, kamu düzenini ciddi biçimde bozan yaygın şiddet olayları gibi halleri tanımlamak üzere kullanılıyor. OHAL ilanı, iktidarların, devleti yönetenlerin yetki alanını kimi zaman neredeyse sınırsız düzeyde genişletirken, yönetilenler için gündelik hayatı çekilmez hale getiren sonuçlar doğuruyor.
1982 Anayasası’nın 119-122 maddelerine göre Türkiye’de sıra dışı yönetim biçimleri dört farklı türde tanımlanıyor: Sıkıyönetim, olağanüstü hal, seferberlik ve savaş hali. Türkiye’de 1978-1983 arasında sıkıyönetim olağanüstü hal ile değiştirildi ve kasım 2002’ye kadar yürürlükte kaldı. 

Türkiye, olağanüstü halin en ağır sonuçlarını, Kürt sorunu etrafında süren savaş ile bağlantılı olarak 1990’lı yıllar boyunca yaşadı. Faili meçhul bırakılan cinayetler, yakılan köyler, yerinden yurdundan zorla göç ettirilen yüz binler... Bu ağır yıkımın etkisinin ise milyonları mağdur ettiği biliniyor.

“15 Temmuz darbe girişimiyle mücadele” ile gerekçelendirilerek 20 Temmuz 2016’da Türkiye genelinde ilan edilen ve 20 Ekim itibariyle üç ay daha uzatılan olağanüstü halin sonuçlarını da ağır bir biçimde yaşamaya devam ediyoruz. 

OHAL, OHAL’İN ÖTESİNE GEÇTİ

Olağanüstü hal denildiğinde genel olarak ilk akla gelen, hak ve özgürlüklerin rafa kaldırılması ile bunun doğurduğu sonuçlar oluyor. Oysa içinden geçtiğimiz dönemin gelişmeleri de gösteriyor ki OHAL bunun ötesine geçen ve gündelik hayatın doğal akışını değiştiren boyutları olan bir haldir. Örneğin İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) tarafından 26 Ekim 2016 günü açıklanan verilere göre, Türkiye’de OHAL döneminde en az 513 işçi can verirken, aynı dönemde  iş cinayetlerinin artış gösterdiği de ifade edildi. Raporda bu konuda şu ifadelere yer verildi: “İş cinayetlerinde sayısal anlamda bir artış meydana gelmiştir. OHAL ilanına kadar ayda ortalama 153 iş cinayeti tespit ediyorduk. Ancak OHAL’in 1. döneminde ayda ortalama 171 iş cinayeti tespit ettik.” 

Bu gözle görülür artışın sebebi de OHAL’in hakim kıldığı bir gerçek ile açıklanıyor; “İş cinayetlerinde artışın temel sebebi işçi örgütlenmelerine, direnişlerine olan baskıdır.”

OHAL HERKESİN HALİNİ DEĞİŞTİRDİ

Olağanüstü halin bir başka etkisi de çevre politikaları üzerinde oldu. OHAL ilanı kararından sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin “ÇED sürecini hızlandıracağız” açıklaması bunun resmi ilanıydı. Yine örneğin Aydın Valiliği, Aydın’da 12 jeotermal saha ihalesini protesto etmek için 17 Ağustos’ta AYÇEP’in Çevre Nöbeti adı altında yapacağını açıkladığı toplantıya ve basın açıklamasına OHAL’i gerekçe göstererek izin vermedi. OHAL döneminde çevre ile ilgili birçok başka gelişmenin yaşandığı da biliniyor.

Yani özetle olağanüstü hal dönemi cezaevinde gazeteci sayısını üç rakamlı sayılarla ifade edilecek boyutlara ulaştırırken, iktidarın aykırı ses olarak gördüğü basın kurumları, dergiler, dernekler bir bir mühürlenirken, on binlerce eğitimci, bilim insanı ihraç edilirken tüm bunlara ek olarak zorun görünür sonuçlarını aşan gelişmeler de yaşanmaktadır. İşçi cinayetlerindeki artış, çalışma yaşamı içinde sömürüyü daha da derinleştirecek pratiklerin gelişmesi ve çevre alanındaki uygulamalar bunlardan belli başlılarıdır. Buna başka alanlardan da örnekler eklenebilir. 

***

Bu dosya, olağanüstü hali çeşitli boyutları ile ele almayı amaçlıyor. 

Demokrasi İçin Birlik’in 23 Ekim 2016 günü İstanbul’da gerçekleşen demokrasi buluşmasında da, OHAL’e karşı mücadele vurgusu bir karar olarak öne çıktı. OHAL’i çeşitli boyutlarıyla ortaya koymaya çalışan bu dosya bu tür mücadele süreçlerine de umuyoruz ki biraz olsun katkı sunabilir.


OHAL PARLAMENTOSU

Üç partili Meclisle adım adım başkanlığa

Hakkı ÖZDAL

Olağanüstü hal rejimi, esasen bir “yönetememe” durumunun itirafıdır. İktidardaki burjuva partinin, son derece güdükleştirilmiş, tıkanmış demokratik kanallara bile tahammül edemediği, göstermelik bir parlamento sistemini dahi yürürlükten kaldırdığı koşullar, toplumun bir şekilde yönetilemez ya da iktidarın bir şekilde yönetemez olduğu, yahut bunun her ikisinin birden geçerli olduğu bir koşula işarettir. 

Bizde 15 Temmuz darbe girişiminden 5 gün sonra ilan edilen OHAL rejimi, esasen, toplumun yönetilemez bir dinamizm içinde olmasından kaynaklanmıyordu. Meclisteki sayısal çoğunluğuna, tüm devlet kurumlarında, üniversitelerde, medyada hegemonik örgütlenme ve etkisine rağmen, iktidar partisinin bir “kriz” içinde olduğu koşulların ürünüydü. Bu elbette, “Başkanlık” parolasıyla anılan bir tür mutlakiyet rejimini arzuladığı uzun süredir bilinen tek adam yönetiminin, o krizi “fırsata çevirme” hamlesiydi de aynı zamanda. Zira 15 Temmuz girişimi sonrasında toplumun geniş kesimlerinden, özellikle de parlamento içi muhalefetten önemli bir destek sağlamış olan iktidar için, darbe ya da “Devlet içinde yuvalanmış çeteler” ile mücadele açısından bir OHAL rejimi elzem değildi. İstedikleri her yasa/kanun, eğer gerçekten darbecilerin ve devlette yuvalanmış kanalların temizlenmesini amaçlıyorsa, Meclisten geçirilebilirdi. Ama bununla yetinmediler ve yasamayı baypas eden bir “kanun gücünde kararname” düzenine geçtiler. Bu sistemin sağladığı olanakları da en geniş anlamda kullanmaya başladılar.

HDP ZATEN OHAL’DEYDİ 

Aklı başında hiç kimse, hele ki bir siyasi odak, bu OHAL rejiminin “başka bir gaye adına” devreye sokulduğunu görmemiş olamaz. O halde Meclisteki siyasi partilerin de, HDP, CHP ve elbette MHP’nin de; bu OHAL yönetiminin arkasındaki asıl motivasyonun, başkanlık görünümlü bir mutlakiyet düzeni kurmak olduğu kanaatine sahip olduğunu söyleyebiliriz. CHP ve HDP sözcüleri bu gerçeği açıkça ifade eden birçok açıklama da yaptılar zaten. OHAL’in Meclisi ve siyaseti, dolayısıyla da siyasi partileri “askıya alan” yanına doğal bir refleksle itiraz ettiler. Burada enteresan olan MHP’nin tutumudur. Ancak MHP’ye özel bir parantez açmadan önce, CHP ve HDP’nin OHAL rejimi karşısındaki etkinliklerine kısaca değinmekte yarar var.

HDP, 7 Haziran seçimlerinde sağladığı tarihi başarının ardından “eskisiyle-yenisiyle” devletin hedefi haline geldi. Suruç’ta gençleri hedef alan katliamın ardından PKK ile ateşkesin sona ermesine varan “savaş dayatması”, bölgede hızla tırmanan şiddet ve esasen Kürt sorununun barışçıl çözümüne odaklı bir siyasal hatta sahip olan HDP’nin kanallarını daralttı. Giderek artan bir şekilde maruz kaldığı şiddet, 6-8 Ekim 2015’te eş güdümlü olarak neredeyse tüm batı illerinde parti binalarına yönelen Vandalizm, 10 Ekim’de barış savunucularının mitingini hedef alan korkunç katliam, üye ve taraftarlarının sürekli gözaltı ve tutuklama tehdidi altında olması, kışkırtılan şoven milliyetçiliğin sokakta estirdiği terör HDP’nin önüne önemli bir engel olarak dikildi. Devletin bütün güçlerini seferber ederek “gayrimeşru” ilan etmeye çalıştığı HDP, aslında Temmuz 2015’ten beri fiilen bir OHAL baskısı altındaydı. Bu koşullarda HDP’nin bir yıl sonra Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL rejimine karşı bir direnci örgütlemesini beklemek gerçekçi olmazdı. 

‘YENİKAPI RUHU’NUN CHP’YE FATURASI 

CHP ise, OHAL’e, ilan edildiği andan itibaren karşı çıkarak bir siyasi parti olmanın temel gereğini yerine getirdi. Ancak aynı günlerde, topluma “Yenikapı ruhu” olarak dayatılan ve bir askeri darbeye karşı demokratik kanalların savunulmasından öte, pratikte bizzat iktidarın ve şahsında bu iktidarın odaklandığı Cumhurbaşkanının savunulması zeminini temsil eden “mutabakatı” benimseyerek iktidarın manevra alanını genişletti. Kısa sürede bu “mutabakat” söyleminin iktidarın bildik nobran yöntemlerine “muhalefeti” ortak etmesi hiç değilse etkisizleştirmesi olduğunu anlayarak o çemberin dışına çıkmaya çalışsalar da amiyane tabirle “İş işten geçmişti” ve bu kez “Toplumsal mutabakatı bozmak” ile suçlanan taraf haline geldiler. Bu koşullarda CHP de OHAL rejimi ve uygulamalarına her karşı çıkışında neredeyse “FETÖ’cülük” ile suçlanan bir pozisyona sıkıştırıldı.

BİR DEVLET APARATI OLARAK MHP

OHAL’in ve aslında tüm bu sürecin en “özgün” tutumunu ise kuşkusuz MHP gösterdi. Bir siyasal partinin, kendi temsilinin en anlamlı ve etkin zemini olan parlamentonun devre dışı bırakılmasına “razı”, razıdan da öte “taraftar” olması siyasal intihara tekabül eden bir akıl dışılık içeriyor elbette. Ama MHP’nin tarihsel pozisyonu göz önünde bulundurulduğunda bu şaşırtıcı bir tutum değildi. Türkiye’de burjuva siyasetin şoven-milliyetçi kesimlerinin siyasal örgütlenmesi olan MHP sadece bir siyasi parti olmanın ötesinde bir devlet aparatıdır ve “Kendisine ihtiyaç duyulan” her anda devletin yanında hizalanmıştır. Üstelik hiç gocunmadan, gönüllü ve imanlı olarak. 

Parti içi muhalefetin genel başkanı çok zorladığı ve MHP’de bir yönetim değişiminin gündemde olduğu bir dönemde gerçekleşen 15 Temmuz girişimi, mevcut MHP yönetiminin iç muhalefeti tasfiye etmesi için de bir fırsattı. MHP yönetimi bu fırsatı derhal kullandı ve hem “devletin yanında” yer alarak, hem iktidarı özellikle Kürt sorununda “şahin” politikalara teşvik edip tabanını oyalayarak, hem de iç muhalefetini temizleyerek OHAL rejiminden yararlandı. 

Bir devlet aparatı olarak MHP’nin her koşulda büyük Meclis gruplarına, baraj aşan oy oranlarına sahip olması beklenmez. MHP “küçük ama vurucu” bir güç olarak da yıllarca devlet hizmetinde yer almış bir parti. Bu haliyle “MHP ideolojisi”nin bir tutarsızlık içinde olmadığı da söylenebilir. Ancak partiyi bir AKP uzantısı haline getiren, genel başkanlık koltuğunu iktidar partisinin bir il başkanlığı koltuğuna dönüştüren ve elbette MHP’yi fiziken de küçülten bu siyasi tutum, parti içindeki bazı geleneksel siyasi odakların çok uzakta olmayan bir hayal kırıklığı yaşayarak uzaklaşacağı bir süreç yaratacaktır. Şimdiki haliyle bir büyük kitle partisi olarak “MHP’den çok MHP’li olan” AKP’nin varlığında büyük bir MHP’ye ihtiyaç olmayacağı açık. AKP içinde çözünerek Meclisi “üç partili” bir Meclise dönüştüren MHP, günü kurtarırken yarını kaybeden bir parti görünümündedir. Ve ironik şekilde, bizzat desteklediği OHAL’in en çok zarar verdiği siyasal kurum olacaktır.
YARIN: Dış politikanın OHAL’i 


4 AYLIK BİLANÇO

BAŞBAKAN: OHAL’İ KENDİMİZE İLAN ETTİK

Ülkede 272 kişinin yaşamını yitirdiği ve 2 bin 194 kişinin yaralandığı 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 21 Temmuz’da 3 Aylık OHAL ilanı Resmi Gazete’de yayımlandı

Başbakan Binali Yıldırım, “Bu OHAL’in en önemli şeyi, olağanüstü darbelerde OHAL millete ilan edilir, biz OHAL’i devlete ilan ettik. Milletin selameti, geleceği için kendimize OHAL ilan ettik. Öyle tanımlamak daha doğru. Bu süreçte devletin bekası için tekrar bir zafiyet yaşanmaması için her türlü tedbiri alıyoruz, almaya devam edeceğiz” dedi. 

OHAL tartışmaları yapılırken 20 Temmuz’da Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. Kritik MGK toplantısının hemen ardından OHAL’in “Sadece ve sadece demokrasiye, hukuk devletine, hak ve özgürlüklere yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması için yapılacak çalışmaları kolaylaştırmak amacına yönelik olduğu” açıklandı. 

ERDOĞAN ‘OHAL DÖNEMİ’Nİ SARAY’DAN BAŞLATTI

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan aynı gün Bakanlar Kurulunu Sarayı’nda topladı. Erdoğan, ilk kez bir Bakanlar Kurulunun ardından kameraların karşısına geçti ve dünyaya Türkiye’de ‘olağanüstü hal’ döneminin başladığını duyurdu. “Bu uygulama demokrasiye, hukuka ve özgürlüklere karşı değildir” dedi. Ancak o günün ardından yaşananlar hiç de öyle olmadı: 

OHAL döneminin ilk evresinde Saray’da toplanan Bakanlar Kurulundan 4 ay boyunca 10 kanun hükmünde kararname kararı çıktı. KHK’lerin kapsamı ‘FETÖ’ye bağlı örgütler’ diye başladı, ‘Milli güvenliğe tehdit’ ve ‘Bölücü terör örgütüyle ilişkili’ gerekçeleriyle genişletildi.  

OHAL boyunca en az 100 bin kişi gözaltına alındı, 40 bin kişi tutuklandı, 105 bin kamu görevlisi meslekten ihraç edildi. Sayılar her gün değişiyor. KHK’ler dışında İçişleri Bakanlığı kararıyla 370 dernek kapatıldı. Çok sayıda medya kuruluşu kapatılırken, gazeteciler de tutuklandı. Son olarak Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticisi 10 kişi cezaevine gönderildi. 

TSK YÖNETİMİNDE DEĞİŞİKLİKLER

Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlandı. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları, Milli Savunma Bakanlığının emrine verildi. 

Yüksek Askeri Şûra’nın sivil-asker dağılımı, siviller lehine değiştirildi. Başbakan ve Milli Savunma Bakanlığı koltuklarının yanına; Başbakan Yardımcıları, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı da oturdu. GATA ve asker hastaneleri Sağlık Bakanlığına devredildi. 

Harp Akademileri, askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatıldı. Yerine Milli Savunma Üniversitesi kuruldu. Üniversitenin ilk rektörü olarak atanan Prof. Dr. Erhan Afyoncu, aynı zamanda Türkiye’nin ilk ‘sivil korgenerali’ oldu. 

SİYASİ PARTİLERE BASKI DÖNEMİ

HDP Eş Genel Başkanları Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve Van Milletvekili Figen Yüksekdağ’ın yanı sıra, Grup Başkan Vekili ve Bingöl Milletvekili İdris Baluken, Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, Şırnak Milletvekili Leyla Birlik, Şırnak Milletvekili Ferhat Encü, Hakkari Milletvekilleri Selma Irkmak, Abdullah Zeydan ve Nihat Akdoğan tutuklandı. 

Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve Van Milletvekili Tuğba Hezer Öztürk hakkında yakalama kararı bulunuyor. 

Öte yandan birçok DBP’li belediyenin yönetimine kayyım atandı; başkanları ve yöneticileri tutuklandı. Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı da yerlerine kayyım atanarak tutuklandılar. 

Siyasi baskılardan CHP de nasibini aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve CHP Parti Meclisi üyeleri hakkında, 6 Kasım’daki Parti Meclisi toplantısının ardından yayımlanan ve seçilmişlerin tutuklanmasına tepki gösteren bildiri nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına “cumhurbaşkanına hakaret”ten suç duyurusunda bulundu.


MECLİS DEVRE DIŞI, ÜLKE KHK’LERLE YÖNETİLİYOR 

667 SAYILI KHK: 35 sağlık kurumu, 1043 özel öğretim kurumu, 1229 vakıf ve dernek, 19 sendika ve 15 vakıf yükseköğretim kurumu kapatıldı.

668 SAYILI KHK: 1684 asker Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edildi. 3 haber ajansı, 16 televizyon, 23 radyo, 45 gazete, 15 dergi, 29 yayınevi ve dağıtım kanalı kapatıldı. Kapatılan medya kuruluşları arasında Hayatın Sesi TV, İMC TV, Yol TV de bulunuyor. 

669 SAYILI KHK: 1389 asker daha ihraç edildi. Kuvvet komutanlıkları MSB’ye bağlandı. GATA Sağlık Bakanlığına bağlandı

670-671 SAYILI KHK’LER: Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığının 196 personeli kamu görevinden çıkarıldı.

112 personel Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarıldı. 24 personel Sahil Güvenlik Komutanlığı teşkilatından çıkarıldı. 2 bin 360 personel Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından çıkarıldı. Lise mezunlarına özel harekat polisi olma hakkı tanındı. 

672-673-674 SAYILI KHK’LER: 41 bin 811 memur ihraç edildi. Kamudan çıkarılanlar arasında 28 bin öğretmen, 7 bin 669 polis, 323 jandarma ve 2 Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli ve 24 merkez valisi de bulunuyor. Devlet üniversitelerinde çalışan 2 bin 346 akademisyen de ihraç edildi.

675-676 SAYILI KHK: 10 bin 131 kamu görevlisi daha ihraç edildi. Bunların içinde 1267 akademisyen de bulunuyor. En fazla ihraç, 100 akademisyenle Dicle Üniversitesinde yaşandı.

ÖNCEKİ HABER

'Kürt halkının vicdanını susturmaya çalışıyorlar'

SONRAKİ HABER

ABD'de havalimanında silahlı saldırı  

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...