16 Kasım 2016 00:52

Bizi kötülükten hikayeler koruyacak

Yekta Kopan, yeni kitabı ‘Sakın Oraya Gitme’yi Sevda Aydın'a anlattı.

Paylaş

Sevda AYDIN
İstanbul

Uzunca bir süredir her sabah acaba bugün nasıl bir haber alacağız diye çıkıyoruz yataktan. Her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışıyoruz. Yaşadığımız bu karanlık zamana karşı umudumuzu diri tutacak, umuda tekrar tekrar sarılacak şeylere en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde geldi Yekta Kopan’ın “Sakın Oraya Gitme” adlı kitabı. “Tekinsiz bir atmosferde nefes alamaz haldeyiz” diye tanımlıyor Yekta Kopan içinden geçtiğimiz günleri ve korkanlara, “Sakın!” diyenlere karşı, okuru bunlarla yüzleşmeye çağırıyor. Üstelik bunu yaparken de elimizden en çok alınmak isteneni, özgürlüğü, yeniden hatırlatıyor okura. 

Siz kültür sanat alanında uzun yıllar gazetecilik, televizyonculuk yapmış birisisiniz, önemli deneyimleriniz var. Bu yüzden kitaba gelmeden önce sormak istiyorum. Sizce içinden geçtiğimiz şu zor zamanlarda bu alanlar da tıpkı insanlar gibi hissizleşiyor, gücünü kaybediyor mu?
Alan daralıyor, buna şüphe yok. Çünkü, kültür sanat üretiminde bir tedirginlik ve belirsizlik var. Çok zorlu bir yılda çıktık. Türkiye’de ve bölgede yaşananlar, özellikle uluslararası etkilere neden oldu. Konserler iptal edildi, festivallere katılması beklenen konuklar gelmedi. İçerideki üretimde de sorunlar var. Ekonominin durumunu ve bunun üretime yaşattığı zorlukları da göz ardı etmemek gerekiyor. Ama çok net söyleyeyim; kültür sanat dünyasının algısında bir güç kaybı olacağını düşünmüyorum. Sanat, en zor zamanlarda bile yeni üretim aygıtları, yeni cümleler, yeni bir özgürlük alanı bulmayı başarmıştır. Tedirginlik, üretkenliğin önüne geçemeyecektir. Buna hem inanıyorum, hem de inanmak zorundayım.

‘ÖZGÜRLÜK TEMEL MESELELERİMDEN BİRİ’

Kitabınızın asıl meselesi özgürlük kavramı olmuş. Her geçen gün elimizden alınmaya çalışılan özgürlük alanlarımız özgünlüğünü, dilini yitiriyor adeta. Size özgürlüğü mesele ettiren şeyler nelerdi?
Füsun Akatlı sadece bilge bir insan değil, bir dosttu benim için. Arada buluşup sohbet etme fırsatımız olurdu. Kültür sanat dünyasında, edebiyatın arka bahçesinde, hatta televizyonculuk dünyasında olup bitene onun gözüyle bakmak zihnimi açardı. Çok özlüyorum onunla yaptığımız sohbetleri. Füsun Akatlı nereden aklına geldi diyecek olursanız, onun benzersiz deneme kitabının adıyla cevap veririm: Kültürsüzlüğümüzün Kışı. Özgürlük alanlarımızı işgal altına alan düşünceyi özetliyor bu tanımlama. Siyasi bir baskıdan önce, bundan söz etmek gerekiyor. Vasatın kutsallaştırıldığı bir atmosferde, özgürlük algısından söz etmek de güç. Daha da tehlikelisi, özgürlüğün tanımının ve koşullarının da bu atmosferde yapılması. Adorno’nun sözünü hatırlamakta fayda var: “Gerçeklikteki koşulları çoktan belirlenmiş olan bir durumda, özgürlük boş bir iddiaya dönüşür.” Doğası gereği tanımlanamayacak, tanımlanırsa içi boşalacak bir kavramın, böyle bir atmosferde tanımlanmaya çalışılması, bir yazar olarak temel meselelerimden biri.

Kitabın ismi de benzer bir olguyu aktarıyor; Sakın Oraya Gitme. “Oraya gitmeseydi” eleştirileri, belli günlerde sokaklara çıkmamamızı öneren konuşmalardan, sosyal medyada ne yazıp yazamayacağımızı söyleyen dost önerilerine kadar geniş bir algıyı işaret ediyor. Nedir tam olarak bu ‘Sakın Oraya Gitme’ halimizin oluşmasının nedenleri?
Tekinsiz bir dünya. Bu kadar basit. Ama kitabıma bu adı verirken beni daha çok ilgilendiren, hepimizin “oraya gitmek” eyleminden korkar hale gelmemiz oldu. Hafızamızda yolculuk yapmaya bile korkuyoruz artık. Unutmak işimize geliyor. Düşüncelerimizi yüksek sesle dile getirmekten korkuyoruz. Susmak işimize geliyor. Bir yanıyla da mecbur kalıyoruz buna. Mecbur bırakılıyoruz. Özgürlüklerimizin kısıtlandığını ve kendimize yasaklar koyduğumuzu anlatan en gündelik cümle bu: Sakın oraya gitme!

‘TEKİNSİZ BİR ATMOSFERDE NEFES ALAMAZ HALDEYİZ’

‘Ev Hali’ öykünüzde bir yazarın hikayesini anlatıyorsunuz. Yazarların kontrol altına alınmaya çalışılmasından bahsediyor öykü. Bugün özellikle bu ülkede yazar olmak, üretmek kolay iş değil. Sizin için nasıl bir ifade buluyor bu durum?
Kişisel olarak benim için ne ifade ettiğinden çok daha önemli, net bir durum var ortada. Biz şu anda bu söyleşiyi yaparken, hapishaneler tutuklu yazarlarla, akademisyenlerle, öğretim görevlileriyle, gazetecilerle dolu. Söyleyecek başka söz var mı?

Tam da bahsettiğiniz nedenle dışarısının da bir cezaevine dönüştüğü düşüncesi daha sık dile getirilir oldu. ‘Cesur Geyikler’ öyküsünü okuduğumda birbirimizin hikayesini dinliyor olduğumuzda ancak içinde olduğumuz bu cezaevinden sıyrılabileceğimiz hissine kapıldım. Karanlık bu denli hızlı büyürken, kötülük bu kadar yakınımızdayken birbirimize hikayeler anlatabilecek miyiz?
Başka çaremiz yok. Bizi “biz” yapan birbirimize anlattığımız hikayeler. Bizi kötülükten koruyacak olan da o hikayeler olacak. Tekinsiz bir atmosferde nefes alamaz haldeyiz. Korkularımızın arkasına saklanır olduk. Ormanda rahatça dolaşabilmek için cesarete, o cesareti kazanabilmek için de birbirimize anlatacağımız hikayelere ihtiyacımız var. “Cesur Geyikler” öyküsü için yaptığınız yoruma katılıyorum. Anlatıcı ve arkadaşının, bir gün daha dayanmak için ellerinde hikayelerden başka güç yok. Bir büyük cezaevinde benzer durumdayız. Eskiden birbirimizin hikayelerine kulak kabartabiliyorduk. Tedirgin değildik bir başka düşüncenin varlığından. Kaybettik bunu. Birlikte yaşayamaz olduk. O düşünce cezaevinden kurtulmak için sığınacağımız liman yine hikayeler olacak. Dediğim gibi, birbirimizin hikayelerini dinlemekten başka çaremiz yok. 

‘HEPİMİZİN ZİHİN EKRANINDA MAVİ BİSİKLETLER VAR’

Tüm bu konuştuklarımız dışında kitabın bende bıraktığı derin iz ‘Bisiklet’ öyküsüne ait. Naif duygularla dostluğu öyle sahici vermişsiniz ki Osman dostumuz oldu, ekranımızda mavi bir bisiklet kaldı geriye sadece...
“Osman dostumuz oldu” dediniz. Bunu önemsiyorum. Demek ki tanımadığınız birinin hikayesine ortak hissetmişsiniz kendinizi. Hatta tümüyle kurmaca bir karakter olma ihtimalini de önemsemeden, hikayesini dinlemişsiniz. İşte biraz önce anlatmak istediğim de buydu. Hikayeleri dinlemek. Son 4-5 yılda öyle hikayeler dinledik ki. Öyle haberler okuduk ki gazetelerde. Hiç tanımadığımız insanların acılarına ortak olduk, onları dost belledik. Bir ölüm haberi, günlerce kaya gibi oturdu göğsümüze. Çok dost kaybettik. Çok ölüm yazıldı zihnimize. Hepimizin zihin ekranında mavi bisikletler, yere düşen ekmekler, tekmeler, bıçak darbeleri var. 

YEKTA KOPAN’IN PROGRAMI ‘NOKTALI VİRGÜL’ MOTTO MÜZİK’TE

Motto Müzik adlı internet kanalında “Noktalı Virgül” programınız devam ediyor. Nasıl geçiyor internet kanalından seyirciye ulaşmak, program yapmak?
Yayıncılığın geleceği orada. Sadece görsel yayıncılık değil, basılı yayıncılık da internet dünyasında kendisine çok daha özgür bir alan buluyor. Bunun yansımalarını da görüyoruz zaten. Aslında yayıncılık grameri bile farklı internet ortamının. Bugün 25-44 yaş aralığındaki YouTube kullanıcılarının yüzde 10’u YouTube üstündeki yayınları televizyondan daha çok izlediklerini söylüyor. Yüzde 72’si televizyon izlerken bile YouTube’da çevrimiçi olduklarını söylüyor. Neyse... Amacım sohbeti sayısal verilere boğmak değil. Ama bir değişim var ve Motto Müzik bu değişimi ilk gören oluşumlardan. Ben memnunum, dilerim seyredenler de benden memnundur. 

ÖNCEKİ HABER

‘Bu işyerinde grev vardır’

SONRAKİ HABER

Gebzeli işçiler: İstemenin değil, sömürünün sonu yok!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...