07 Kasım 2016 19:59

Apollon sanatı koruyamadı

Topluma ait olan arkeolojik eserlerin “definecilik” merakı yüzünden katledilmesi ülkemizde arkeolojiye verilen değeri gösteriyor.

Paylaş

Sevgi YENER
Rukiye KORKMAZ
İda BARUT
Ayşe SARISOY
İlayda TÜRKEL
İstanbul Üniversitesi

Bildiğiniz gibi ana akım medyanın arkeoloji haberlerini yansıtma şekli oldukça manidar. Bunu manidar bulmamızın sebebi ise maddi kalıntıların manevi değerini göz ardı edip bizlere yansıtmaları.
Örneğin geçtiğimiz haftalarda yayınlanan “Ve kapakları açıldı, içinden servet çıktı.” başlıklı haberin içeriğine baktığımızda medyanın arkeoloji cehaletini ve defineciliğe özendirici yazılarını okuduk. Bu haberlerin topluma nasıl yansıdığını ise geçen günlerde Kocaeli’nin Körfez ilçesinde define arayan kişilerin hazırladığı dinamitin patlaması sonucu bir kişinin hayatını kaybetmesiyle acı bir şekilde gördük. Topluma ait olan arkeolojik eserlerin definecilik merakı yüzünden bilimsel olmayan yollarla adeta katledilmesi ülkemizde arkeolojiye verilen değeri gösteriyor.
ZEUS SUNAĞININ BİTMEYEN YOLCULUĞU
Bu sorun sadece günümüz Türkiyesinde değil tabii ki Osmanlı devletinden bu yana arkeolojiye verilen değer gördüğümüz derslerde karşımıza çıkıyor. İzmir Bergama’dan kaçırılan Zeus sunağını örnek verecek olursak taşınamayan bir kültür varlığı, parça parça bölünerek Almanya Berlin Müzesi’ne götürülmüş ve bu olayla yaratılan tahribat, eserin orijinalliğini bozmuştur. Zeus sunağını kaçıran ve asıl mesleği arkeologluk olmayan Carl Humman’ın onu götürebilmek için söylediği küçük ve değersiz birkaç taş yalanı ve üstüne ödediği para da cabası. Birçok sahtekarlıkla sunak kaçırılmış olsa da denetimsiz bir eski eser koruma kanununun olduğu aşikar. 
Zeus sunağı yıllardır geri alınmaya çalışılıyor. Zaten parçalanmış bir sanat eseri ve maddi kalıntının küçük bir ihtimalde olsa geri alınması durumunda göreceği yeni tahribatı ise düşünmek bile istemiyoruz.
TARİHİ ESER İÇİNDE ÇİĞ KÖFTE YOĞURANLAR
Değer görmeyen kültür varlıklarına daha fazla örnek verecek olursak Osmanlı klasik dönem mimarisinden kalma Kıllıoğlu Hacı İbrahim Hamamı’nın 2014 yılında odun kömürü deposu olarak ardından da manav olarak kullanılması oldukça trajikomik geliyor. Ya da Küçükyalı Arkeopark’ta 1100 yıllık duvar yapısının üzerine yazılan yazı, kültür varlıklarına yapılan saldırılara karşı sinirlenmekten başka ne yapabiliriz sorusunu hepimizin aklına getirmelidir.
Bunlar gibi daha birçok örnek arkeolojik yapı açısından fazlaca zengin olan Türkiye’nin her köşesinde karşımıza çıkıyor. Bizler kendimizden örnek verecek olursak Türkiye’deki ilk üniversite olan okulumuza ait taş odaları merak edip bakınca karşımızda çiğ köfteci bulduk. Tabii ki çiğ köfteye karşı değiliz ama en azından işletmeci abi bir tarihi eserin içinde köfte yoğurdunu bilmeli.
ARKEOLOJİ TARİHİN KAPILARINI ARALAR
Bütün örnekleri sıralamaya kalkacak olursak Genç Hayat’ın bir sayısını bize vermesi gerekebilir. O yüzden bu kadarını yeterli gördük.
Toplumların hayatına değen her türlü bilimle ortaklaşa hareket eden arkeoloji bilimi bu zamana kadar insanlık tarihinde yaşanmış bütün deneyimleri önümüze somut olarak çıkararak bizlere tarihin kapılarını aralıyor.
Bunu bilerek ve yayarak arkeolojik eserlere yapılan her türlü kötü muamelenin aslında tüm insanlığın tarihine yapılmış olan bir saygısızlık olduğunu açıkça görüyoruz.
Emek değer yaratır diyoruz. Peki ya onca süsleme, bezeme ve mimari eser için bundan yüzyıllar önce emek harcamış insanların eserlerine verilen değeri neden görmüyoruz?

ÖNCEKİ HABER

Ne tasarladılar? Niye tasarladılar?

SONRAKİ HABER

Bir kavram: Para

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...