04 Kasım 2016 09:03

Bilgen Parlak: Hayat tune

10 Ekim Ankara Katliamı'nda hayatını kaybeden Bilgen Parlak anısına...

Paylaş

Hazal Özvarış

1900'lerin başında doğan Abuzer, Adıyaman Sincik'in Yarpuzlu köyünden 1 numaralı adamı olacağı Kahta'ya taşındı. Otuz yıl muhtarlık yaptığı Kâhta’da adı ağalardan önce bilindi; evi, Kâhta’dan yolu geçenlerin durağı, kıtlıkta yiyecek bulamayanların sofrası, memurların misafirhanesi oldu.

Abuzer’in dokuz çocuğundan eski postacı Hasan Parlak, Kâhta’nın Ofis durağına yakın beklerken bir arabayla geldi. İçinden çıktığı arabayı küçülten haşmeti, çat kapı gelmenin tedirginliğini büyüttü.

Oğlunun mezarına gittik.

Hasan Parlak, Nemrut heykellerinin seçildiği evinin bahçesinde gömleğinin cebinden önceden sardığı Adıyaman tütününü çıkardı, ikram etti, “Diğer çocuklarımı bu kadar bilmem ama Bilgen’in doğumunu saatine kadar bilirim. 20 Nisan 1972, sabah 7:30.”

Anne Azzet’in on yaşından beri kurduğu ilk çocuğuna Bilgen ismini verme hayali, amcasının adı takvimde görmesiyle gerçek oldu. O isim, ''Ankara katliamında hayatını kaybedenler'' listesinin 65. sırasında yer aldı. ''Ölenlerin hikâyeleri'' içerikli haberlerde Bilgen Parlak’ın mesleğinin makinist, yaşının kırk beş ve o gün izinli olduğu yazıldı.

Yolunun, 1989’da revizör olarak mezun olacağı Eskişehir’deki Türkiye’nin tek Demiryolu Meslek Lisesi’ne nasıl düştüğünü babası anlattı: “Ben yokken abim oğluyla beraber Bilgen’i de yazdırmış, bu yüzden okula erken başladı.” Okulu, eve yakın ama yatılı. “Bir gün öğretmeni ‘Bu çocuk en akıllı altı öğrenciden biri, form versek, bir yer çıksa yollar mısın’ diye sordu. Neden yollamayayım, dedim.”

Okula son kayıt günü, okuldan gelen zarfı açtığı gün olunca apar topar oğluyla Eskişehir’e yola çıkan Hasan Parlak’ın gösterdiği fotoğraflardan biri lise günlerinden. Arkadan bantlanmış fotoğrafta, Bilgen Parlak’ın sonraki fotoğraflarında burnuyla birlikte baş rolleri üstlenecek bıyıkları henüz çıkıyor. Önünde poz verdiği okul dolabının kapağında Slyvester Stallone, Barış Manço, Tom Cruise, Orhan Gencebay ve Fenerbahçe futbolcuları yan yana. En altta Duru sabun paketi, içinde saç fırçası.

Tayin mekânı Adana Garı’nın pencere pervazları beyaz, kendisi sarı. Tene yapışan Adana sıcağına inat serin. Yolcular, üçlü kemerin ortasından girdikleri garın peronunda 9:32-10:03 gibi yuvarlanmamış sefer saatlerinin yanıp söndüğü panoya sırtlarını dönmüş bir sonraki treni bekliyor.

Makinist Hüseyin Erdem anlatıyor, “Soyunma dolaplarımız yan yanaydı. Yedek anahtarlarımız birbirimizdeydi. Yol için çay, şeker koyardık dolaplarımıza. Bilgen eskiydi ama makinistliği sonradan olduğu için yardımcı makinistliği yanımda yaptı. Yirmi saati bulan yolculuklarımız olurdu. Ne maceralar yaşadık. Önüne insan atlayan insanlar mı dersin, uyumamak için türkü söylemek mi...”

Erdem, Parlak’la beraber sürdükleri kırmızı yük treninin markizini gösteriyor. Trenin düdüğünün, ikili fren sisteminin nasıl çalıştığını anlatıyor. Sonra soyunma dolaplarını gösteriyor. Dolabının üstünde Bilgen Parlak’ın ismi artık yok.

Sendikada, Saadet Hanım “Onun için ‘pilavı bulan adam’ diyenler vardı” diyor. Parlak’ın pilava düşkünlüğü istisna değil. Makastaki kulübede pilav yaptığı arkadaşlarına Adıyaman’dan Osman Saray Kahvesi taşıyor, baba evine gittiğinde her sabah bahçeden topladığı acur, salatalık, roka ve kuru soğanla salata yapıyor, kızı Zelal menemeninin güzelliğini, demiryolcu Sema Tartaroğlu arkadaşlarına gece yarısı verdiği çiğ köfte ziyafetini anıyor.

Raybüs Depo Müdürlüğü’nde “Siz bir isim takmıştınız Bilgen’e, neydi o” diye sorulunca Özgür Can, “Abuzer François” diyor, “Hem Adıyamanlıydı hem saçlarını jöleyle yatırırdı.” Özgür Can, Ankara katliamında ölenlerden Gülhan Elmascan’ın abisi. Anlatılana göre, kardeşini, Ankara’da hayatını beraber kaybettiği bir yıllık eşi makinist Yılmaz Elmascan’la o tanıştırmış.

Gözlerdeki parlaklık yavaşça yerini kayba bırakıyor. “Magazinleştiriyorlar” diyerek öfkeleniyor Hüseyin Erdem. “Yeni evlilerdi, doğum olacaktı vs. Kimse neden oraya gittiler sormuyor. Oraya zorla gitmediler! Hayalleri, talepleri vardı. Asıl anlatılması gereken hikâye ne biliyor musun? Bilgen’le Nevzat’ın dostluğu. Böylesi yoktu.”

Nevzat Sayan ve Bilgen Parlak birbirlerine emanet iki dost. “Liseden öldükleri güne kadar beraberlerdi” diyor Hüseyin Bey, “Genel Başkan Nazım Abi ‘Bilgen’le Nevzat kol kola öldü’ demiş.” Behçet Çelik, Barış Portreleri için Sayan’ın hayatını yazarken Parlak’la dostluğunu da kalemine katıyor:

... Daha yeni yetmeyken tanışmış, yıllar boyunca aynı işyerinde, aynı sendikada, Birleşik Taşımacılık Sendikası’nda çalışmışlar, eylemlere, grevlere, gösterilere birlikte katılmışlar. Siyasi parti tercihleri aynı olmadığı halde bu hiç sorun olmamış aralarında. Adıyaman, Kâhtalı bir Kürt olan Bilgen HDP’ye oy veriyormuş, Nevzat ise –Berkay’ın deyişiyle– “Başka seçenek olmadığı için” CHP’ye; ama milliyetçi değilmiş, Kürtlerin hak ve özgürlüklerini öteden beri savunurmuş. Yıllar boyunca başka iş arkadaşlarının da aralarında olduğu kalabalık bir grup olarak ailecek görüşmüşler. (...) Bu arkadaş grubu içinde Bilgen’le dostluklarının yeri ayrıymış ama. Dostlukları konusunda fazla söze gerek yok; Berkay’ın, “Babama bir şey olursa Bilgen Amca bize bakar, diye düşünürdüm, ama ikisini aynı patlamada kaybettik,” dediğini aktarmak yeterli.

SERÜVEN KÜLTÜR'DEN BARIŞ ŞEHİTLERİNE

Ankara katliamında ciğerine saplanan bilyeyle konuşuyor Tonguç Özkan, dörtlü dostluklarını anlatıyor: “Başta Bilgen, Nevzat, Halil ve bendik. Doksanlarda başladı dostluğumuz. Çok aktiftik, aynı okul mezunu, KESK üyesiydik. Sabahlara kadar okey, kâğıt oynardık. Gittiğimiz evde kalırdık. Yazları kamplara giderdik. Ben bir süre sonra sürgün edildim. Zonguldak’a. Sendikal faaliyetlerden dolayı. Halil müdür yardımcısı, Nevzat tekniker oldu. Grup biraz dağıldı. Bilgen, biraz bu kopukluğun, biraz ekonomik sıkıntıların etkisiyle makinistlik için çalıştı. Kurslara gitti. Sonra gruba Yılmaz eklendi.”

Grup, olası bir grevin ilk eylemcilerinden. İş bırakmaya gece 12:00’de başladıklarını, bir trenin önüne oturduklarını söylüyorlar. Saat 4:00 olunca keyif biraları açılıyor. Çoğul eki tüm ekibi kapsayıcı değil, zira durumdan greve leke sürülebilir diye endişe edenler oluyor. Ama Sayan açılışı yapmasına karşı çıkışları püskürtüyor.

Tonguç Özkan anlatıyor, “Bilgen yurtseverdi. Bir ara ÖDP’de de çalıştı. Hoşgörülüydü, çok fedakârdı. Ekonomik olarak da. Ailesine hep yardımcı oldu.”

Yardımseverlik ve fedakârlık, Bilgen Parlak’ın adı geçince en sık dile gelen kelimeler. Sol elin görmedikleri dışında; on bin lirayı cebinde yokken kardeşine aynı gün ulaştıran, babasına “Beni mirasçı sayma” diyen, mülkiyetle çok işi olmayan biri.

“Siyasi görüşünü nasıl tarif ederdi, sosyalistim der miydi” diye sorunca babası “Tabii” diyor. Oğlu Mehmet Parlak konuşmamıza ikinci şerhini düşüyor. İlki Bilgen Parlak portresinin yazılmasını uygun görmediği üzerineydi. İkincisi sosyalistliğin tarifi üzerine. “Sosyalist ne demek” diye soruyor. Baba Parlak, “Sosyalist olmak demokrat olmaktır” derken, Mehmet Parlak bir gün abisine “Senin görüşün ne” diye sorduğunu söylüyor. Aldığı yanıtı aktarıyor, “İnsanlar muhtaç olmasın, devlet kimseyi maddi, sosyal sıkıntıya koymasın istiyordu. Sermaye bir yerde toplansın, ülkenin en ucundaki insana kadar gitsin, eşit dağılım olsun diyordu. Düzenleyenlerin niyetini bilemezsin ama Ankara’ya gidenler temizdi. İçlerinden gelen güzelliği göstermek için oradaydılar.”

Aile içindeki solcu-muhafazakâr ayrımının kaynağını sorunca, Mehmet Parlak, “Babam da muhafazakârdır” diyor. Baba Parlak not düşüyor, “Dürüst muhafazakâr olmaya çalışıyorum, hırsız muhafazakâr değil.”

Gece, Kâhta’da uyumaya hazırlanıyoruz. Odada anne Azzet, gelinlerden Nesrin ve iki çocuğu var. Nesrin Parlak telefondan bir kayıt açıyor. Bir ses “Hacı peynir var, az zeytin al gel” diyor, karşısındaki “Reçel de getireyim mi” diye soruyor. Anlamıyorum. Azzet Hanım ağlamaya başlıyor. Nesrin Hanım, bunun Bilgen Parlak’ın ellerindeki tek kaydı olduğunu söylüyor, bir kez daha dinlettikten sonra odadan çıkıyor. Azzet Hanım Kürtçe ağıt yakıyor, “Hayat tune.”

“Ölenleri konuşuyoruz ama geride kalanların dünyası nasıl değişti?” Makinist Erdem’in bu sorusuna Parlak’ın kızının ne yanıt vereceğini öğrenmek için Mersin trenine biniyorum. Trene binmeden telefonla ayarlamaları yapan demiryolcu ekibine yardımları için teşekkür edince Özgür Can “Ne yaptık ki” diyor, “Onlar öldü, biz arıyoruz.”

Parlak’ın her gün treniyle geçtiği yolda pek çok “Makinist düdük çal” tabelası var, tren rayları arasında dereye atlamaya çalışan çocuklar, tarlalarda çapa yapan kadınlar...

Yolculuğun sonunda “Onu bul” dedikleri, Bilgen Parlak’ın treninin düdüğüyle gelişini haber verdiği Mersin gar şeflerinden Alattin Sağlam. Götürdüğü ev, gar emeklisi Sema Tataroğlu’nun. Sema Hanım, duvara asılı 10 Ekim 2015 takvimini gösteriyor, “Kaldıramıyorum” diyor, “Kaldırırsam unutulacak gibi geliyor.”

İçeride Zelal’le birlikte kız kardeşleri Zarem ve Elya ile anneleri Fatoş Hanım da var. Fatoş Hanım, Bilgen Parlak’ın halasının kızı. 1996’da evleniyorlar, 2012’de boşanıyorlar. Fatoş Hanım, konuşmak istemediğini söylüyor. Zarem ve Elya yüzmeye gidiyor. on dokuz yaşındaki Zelal anlatıyor:

“Hatırladığım en eski anılar, mitingler. Eylemlere beni de götürürdü. 1 Mayıs yürüyüşlerine, sendika mitinglerine... Omzunda taşırdı. Mimar Sinan Kültür Merkezi’nde Kürtçe bir konsere de götürmüştü. Demirspor’un maçlarına giderdi. İki haftada bir arkadaşlarıyla halı saha maçı yaparlardı.”

Zelal tane tane konuşuyor.

“Dertlerini anlatmazdı. Kapalı kutuydu.”

“Ben hâlâ inanmıyorum. Sık sık mesaj atardı, arardı. Hâlâ aramasını bekliyorum.”

En küçük kardeşinin sokakta babasının resmini görünce öpmek istediğini, bir gece gizlice annesinin telefonundan babasına “Seni çok özledim” diye mesaj attığını söylüyor.

Zelal’in 10 Ekim’den sonra her önünden geçtiklerinde durup izlediklerini söylediği evden Bilgen Parlak, 9 Ekim 2015 günü çıktı. Adana’dan Ankara’ya gitmek için ayarlanan yirmi üç otobüsten birine bindi. Ankara sonrası İzlanda’yla oynanacak milli maça gitmekten bahsettiği yolda dostlarıyla selfie çekti.

Tonguç Özkan: “Varınca garda kahvaltı yaptık. 9:30’da Genel Başkan ‘Gidelim’ dedi. Toplanma yerine geldik. ‘BTS’nin yeri KESK kortejinin sonunda’ denilince yer değiştirdik. İzmir ve İstanbul BTS daha gelmemişti, otuz kişi vardık. Sonra ilk patlama oldu. Gördüm ama anlamadım. Konfeti gibiydi. Sonra ikinci patlama oldu. Onu da anlamadık. Kendimizi yerde bulduk.”

Saat 10:04’te Ankara Garı önünde kendini patlatan canlı bombalardan Yunus Emre Alagöz, Adıyamanlı. Açtığı IŞİD’lilerin buluşma noktası olarak ünlenecek İslam Çay Ocağı, Parlak ailesinin evinden kırk dakika uzaklıkta. Hasan Parlak, Alagöz’ün dedesini tanıdığını söylüyor, “Adı İğneci Hacı’ydı.”

“O gün oğlum Hamza ‘Çarşıya gidek’ dedi. Bakkala gitti, döndü, ‘Garın önünde patlama olmuş’ dedi. ‘Bilgen orada olmasın’ dedim. Telefonu meşgul çaldı. Hamza ‘Ben de arıyorum, iki kişi arayınca meşgul çalar’ dedi. Eve gidelim, dedim. Yolda titreme geldi. Can çekişiyordu. Yine aradık. Kimin telefonu olmaz? Ölünün telefonu olmaz.”

“Oğlum Yusuf’a ‘Ankara’ya git’ dedim. Gece 2:30’da alabildiler. ‘Cenaze burada baba’ dediler.”

Zelal: “Ben babamı gördüm. Gösterdiler. Sağ kulağı, sağ kolu ve sağ ayağında yaralar vardı. Kardeşlerime de göstermek istediler. Engel oldum.”

Bilgen Parlak’ın iki mezarı var. Biri Kâhta’da, biri Adana Garı’nda. İlkinde bedeni, ikincisinde kıyafetleri yatıyor. İlkinde büyükbabası Abuzer ve büyükannesinin yanında, diğerinde dostları Nevzat, Yılmaz ve Gülhan’ın kıyafetlerinin. İkisi için ayrı tören yapıldı. Birine eşi çağrılmadı, diğerine annesi ve babası. Birinde fesleğen ve nane, diğerinde dört filiz ekili.

Kaynak: http://101015ankara.org/bilgen-parlak-hayat-tune/

ÖNCEKİ HABER

Berna Koç: Kimse, siz kimsiniz

SONRAKİ HABER

Sıcaklık kuzey ve batı kesimlerde artacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...