20 Mayıs 2012 12:07

Bu sessizlik hepimizi boğar

“İlk önce geldiler komünistleri alıp götürdüler, ben sesimi çıkarmadım. Sonra Yahudileri aldılar toplama kamplarına, işkenceye götürdüler. Ben yine sesimi çıkarmadım çünkü bana göre bir şey yoktu. Sonra sosyal demokratları vurmaya, hapse atmaya, toplama kamplarına götürmeye başladılar ben y

Bu sessizlik hepimizi boğar
Paylaş
Duygu Kurban

Bu sözlerin sahibi bir Alman papaz. Almanya’da Hitler iktidara gelirken sıra en son profesörlere gelmişti. Profesörler de daha doğrusu o dönemin ilericileri de sıranın hiçbir zaman kendisine gelmeyeceğine sanıyorlardı.
Şimdilerde Türkiye’yi en iyi özetleyen tablo bu. İlerici akademisyenlerimiz sıranın kendilerine gelmemesi için sessizliklerini olanca güçleriyle yükseltiyorlar. Sadece sıralarını geciktirdiklerinin farkında bile değiller oysa. Korkarız sonları hikayedeki papazla aynı olacak…
Ülkemizde 630 tutuklu öğrenci var (adaletimizin büyüklüğünü bize bir kez daha hatırlatan simgeleşmiş puşi davasını ve bu davanın kahramanı Cihan Kırmızıgül’ü unutmamak gerek tabii ki)! Bu sefer sıra komünistlerden değil; sıra Kürtlerden başladı; ardından sıra gazetecilere geldi, sonra sıra öğrencilere… tek değişmeyen sıra liberal akademisyenlerimizin olacak galiba.
Gelgelim bu mektubu yazma ihtiyacıma, benim öfkemin bu büyüklüğüne: Newroz tutukluları nezdinde okulumuzun öğrencilerinin de bu tutuklular içinde bulunması vesilesiyle tutuklu öğrenciler için imza kampanyası başlattık okulumuzda (İstanbul Üniversitesi’nde); öğrencilerin ilgisi gayet iyiyiydi, Eren Yurt arkadaşımızı tanıyanlar önce bir şaşırdı, sonra Eren nezdinde tüm tutuklu öğrencilere destek oldular imzalarıyla. Okul emekçilerinin de (yemekhane çalışanları vs.) desteğini alınca, neden hocalarımızın da desteğini almayalım diye düşündük, ve ilk önce Eren’in hocalarına sormaya karar verdik. İlk kapıyı açan demokrat diye bildiğimiz ve desteğini esirgemeyeceğini düşündüğümüz bir hocamız oldu. Aldığımız yanıt beklentilerimizin tersi yönde olunca şaşırmaktan kendimizi alamadık. Hocamız gayet açık ve net şekilde hiçbir kağıda imza atmayacağını ifade etti; suiistimal edildiğini düşünüyormuş. Eğer izin verseydi tutuklu öğrencilerin serbest bırakılmasına yönelik bir imzanın nasıl suiistimal edileceğini sormak isterdim; ama bırakın izin vermesini açıklamalarımızı bile dinlemedi. Kapılar çalınmaya devam edildi elbet, vazgeçmek yoktu, en azından Fen Fakültesini gezecektik, Eren için. İkinci kapı bizi ret etmedi ama kabul de etmedi… Nasıl mı? Bizi yürekten destekleyerek. Ondan sonraki birçok hocamızın vereceği cevabı ikinci kapıdan itibaren işitmeye başlayacaktık:  “Çocuklar sizi yürekten destekliyorum. Ama dekanlığın imzası olmayan hiçbir şeyi imzalayamıyoruz. Korkuyoruz! (Bunu birçoğu çok açık bir şekilde ifade ediyorlardı)” Üçüncü kapı farklı çıktı. Tunceli Üniversitesi’nde çalışmış ve soruşturma almış demokrat hocalarımızdan. Bize durumunu anlatıyor ve “ben imzalarsam kimse imzalamaz” diyor, “gezdirip en son bana getirin”. Bu hocamızın da çekindiğini ifadelerinden anlıyoruz. Ama boş göndermek de istemiyor anlaşılan, işini garantiye alıyor. Sonraki kapılar ikinci kapıyla aynı cevabı veriyor: “YÜREKTEN DESTEK”. Onların yüzlerine karşı soruyoruz: “Bu yürekten destek bizim ne işimize yarayacak, sizi korumaktan başka?​” “YAPACAK BİRŞEYİMİZ YOK”…. “Yapacak bir şeyiniz yok mu gerçekten?​”deyip, “ÖĞRENCİMİZE DOKUNMA İNSİYATİFİ”nden bahsettik; ama birçoğu ilk defa duyuyormuş gibi cevaplar verdi ve en nihayetinde geçiştirdiler bizi. İki ilginç tablo daha çıktı karşımıza. Biri bizimle aynı görüşte olmadığını söyleyen hocamız oldu: “Sizinle aynı görüşte değilim çocuklar ama bu konuda sizi destekliyorum. Ama dekan izni olmadan imza atamam.” Neden diye sorduk. “Siz gençsiniz, rahatsınız henüz. Bir bizim konumumuza gelin anlarsınız” dedi. “630’umuz tutuklu, ne kadar da rahatız değil mi? Biz belki de sizin konumunuza hiç gelemeyeceğiz!” Diye haykırmak geçti içimden. Çıktık o kapıdan da eli boş. Sonra kadın bir hocamızın kapısını çaldık; dekan yardımcıları olurmuş kendileri. “Atamam.” dedi “imza, dekanımın izni olmadan.” Evet biliyorduk, hocalarımız dekanın izni olamadan; dekan, rektörün izni olmadan; rektör, Recep Tayyip Erdoğan’ın izni olmadan atamazdı imza! Ama biz kararlıydık ezberi bozmaya:  “Sizin bölüm öğrenciniz tutuklu!” dedik, “öğretim haklarından mahrum kalıyor” deyip ekledik; “birçokları okulundan oluyor”… Dekan yardımcısı savunmaya geçiyordu ‘iyi niyetiyle’: “Biz henüz hiçbir öğrenciye uzaklaştırma vermedik tutuklamalar nedeniyle; çıkınca eğitimine devam ediyor. Bizim yardımımız da bu soruşturmalarda oluyor işte”. Dekan yardımcısı öğrencilerini tutuklu iken bile sınava sokan, eğitim hakkından mahrum etmeyen üniversitelerden habersizdi galiba. Üstelik uzaklaştırmada rakip tanımayan üniversitemizin bu alandaki iddiaları bizi merak ettirdi, tarihimiz konusunda! Bir hocamızın tavrı ise diğerlerinden daha farklı oldu: “Newroz ‘w’ ile mi yazılıyor?​” diye sordu bize; ve elbette ‘ideolojik w’ dan dolayı atmadı imza. İmza kampanyamızın açıklamasını okuyan nadir hocalarımızdandı ama!
İmza atmayarak bir günlerini daha kurtardılar hocalarımız. Önce Cihan’ı götürdüler, sessiz kaldılar; sonra Eren’i götürdüler, yine sessiz kaldılar… Oysa bu sessizliğin hepimizi boğabileceğini hiç düşünmüyorlar, sıranın kendilerine gelebileceklerini; o zaman ses çıkaracak kimsenin geride kalmayacağını!

*İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi

ÖNCEKİ HABER

Yayla’nın vicdanı kim için?

SONRAKİ HABER

Öğretmenlerden AKP önünde kravatlı eylem

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...