19 Mayıs 2012 13:29

Rakı fabrikası mıyız biz?

Ayşen Güven


Tiyatrolar bugünlerde gündemden hiç düşmüyor. Konuşulacak çok şey var elbette ama biz en sıcak gelişmeden,  basına yansıyan Başbakanlığın hazırladığı Devlet Tiyatrosunun kapatılmak istenmesiyle başlayalım...
Evet efendim, taslağın hazırlığında yer alan, Uluslararası Tiyatro Festivalleri Enstitüsü Başkanı Refik Erduran’ın oyunları bugüne kadar sadece Devlet Tiyatrolarında oynadı. Oyunları oynamadığı zamanlarda da hep böyle cıngar çıkardı kendisi. İnsan böyle yemek yediği kaba sıçamamalı. Ve eğer bundan sonra, dünya tiyatro tarihinde saygı değer bir tiyatro Refik Erduran oyunlarını oynarsa, biz bu lafları boşuna etmişiz demektir. O zaman bu şahsın bize ettiği bütün küfürleri de hak ederiz.

Başbakan ‘Devlet sanat/tiyatro yapmaz, özelleştireceğiz’ demişti çoktan. Yapmaz mı?
Valla her yerde söylüyoruz, dünyanın her yerinde devlet destekli yapılıyor. Zaten hiçbir ülkede tiyatro, ekonomik bir değer değildir. Sanat/tiyatro ülkelerin kültür değerleridir. Bunlar parayla ölçülmez. Özerk olmak istediğimizi bugüne kadar her fırsatta söyledik. “Özelleştireceğim sizi”diyor. Rakı fabrikası mıyız biz ya? Ya biz Türk Telekom muyuz? Kim alır bizi? Sonra gene halka diyecek ki; “Bunlar pespaye, bunları kimse almadı, öyleyse kapatıyorum”. Satmak zaten kötü ama şöyle bir ahlaksızlıkla satmak çok daha kötü: Bütün tiyatro oyuncularını halk düşmanı, vatan haini, tüm değerlerin düşmanı olarak göstererek yani. Düşünsenize Maraş’ta, Fransız Devrimi hakkında bilgisi olmayan insanlara, Başbakan bizleri “jakoben” diyerek yuhalatıyor. Doktorlar ne zaman öldürülmeye başladı? İtibarsızlaştırıldıktan sonra. Neyi kapatmak, satmak, özelleştirmek istedilerse önce itibarsızlaştırdılar. Halk sana daha muhafazakar olmak için mi oyunu attı, daha mutlu yaşamak için mi?

ÖZGÜR OLMAYACAKSIN AMA KARNIN DOYACAK!

Şehir Tiyatrolarının özelleştirilmesinin gündeme gelmesi ile başlayan ‘müdahale’ tek başına sanatın sorunu olarak mı çıkıyor karşımıza?
Bu ülkede sadece ve sadece oyuncular mustarip değil elbette. Doktorlar, öğretmenler, işçiler, köylüler de mustarip. Ama bütün bu mustariplik çerçevesinde atladığımız bir şey var. Biraz Stockholm sendromu gibi. Hem mustaripler hem de algılarının yönetilmesine izin vermiş durumdalar. Algı ne? “Ben Türkiye’nin en güçlü lideriyim, benimle birlikte memleket, görülmemiş bir aşama kaydetti. Artık Avrupa’da varlığımız kabul edildi. Arap dünyasında varlığımız kabul edildi”. Bunun içinde doğru olan yönler var. Bizim ekonomik anlamda başarı göstermemiz, Avrupa ülkeleri tarafından takdir görüyor olmamız, bunun karşılığında eğitim sistemimizden, bu ülkenin sağlığından, sanatından ödün vermemiz anlamına mı geliyor? Bu bir fidye sistemi, ya da takas mı? Eğer karnının doymasını istiyorsan beni seç ama beni seçersen yeteri kadar özgür olmayabilirsin. Ve eğer yeteri kadar özgür olmazsan inan bana karnın doyacak. Bugün tiyatrolarla ilgili yaptığımız tartışma, aslına bakarsanız şu; sen doktor olmadığın halde gidip bir cerraha nasıl ameliyat yapabileceğini söyleyebilir misin? Adam diyor ki; “Ameliyatı böyle yapmanı istiyorum”, “Ameliyat böyle yapılmaz”. Yine diyor ki; eğitim böyle yapılmaz, sağlık öyle olmaz, demokrasi böyle olur...

DEMOKRASİYLE İLGİSİ OLMAYAN BİR PADİŞAHLIK SİSTEMİ

Demokrasi diye diye ‘muhazakarlık’ kavramının bu kadar gündemde tutulmasından nasıl bir sonuç çıkarılmalı?
Bugün bu halkın yüzde altmışının sigara içiyor olması sigara içmeyi doğru bir şey yapar mı? Bu halkın yüzde onunun engelli olması; o yüzde on içindeki yüzde yetmişin akraba evliliği sonucunda engelli kalmış olması, akraba evliliğini doğru bir şey yapar mı? Biz bunlarla mücadele etmeyeceksek ne yapacağız? Bunlar görülmeyecek mi? Ülkenin tek gerçeği yüzde elli mi? Sürekli ağızlarında bir demokrasi. Demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir padişahlık sistemi. Yani koskoca bir ülkenin tarihi, kaderi, iki dudağın arasına sıkışıp kaldı. Bu dudak her kimin dudağı olursa olsun, -ki zamanında Kenan Evren’in de yapmaya çalıştığı bir şeydi bu- başarılı olamaz. Tarih bu insanların yaptıkları hatalarla dolu.

BEN BU DÜŞÜK MAAŞA RAĞMEN NEDEN TİYATRO YAPIYORUM?

Sizler hakkında ortaya atılan iddialara ne diyorsunuz? Mesela çok mu para kazanıyorsunuz?
Belediye bürokratlarının aldığı paralar beş bin liradan aşağı değil. Çok daha fazlasını da alan var. Diyor ki; “Dizi çekme devri bitti”. Sen bana insanca yaşayacak kadar maaş veriyorsun da  ben bunun üstüne mi dizi çekiyorum? Peki ben aldığım bu düşük maaşa rağmen neden tiyatro yapıyorum? İnandığım için. Peki ben bu tiyatroyu kimin için yapıyorum, uzaylılar için mi? Bu halk için yapıyorum elbette. Ayıptır ya günahtır. Sen bugün çok mutaasıp olabilirsin. Bu senin torununun mutaassıp olacağı anlamına gelmez. Sen bugün tiyatroya ihtiyaç duymayabilirsin, bu senin torunun da duymayacağı anlamına gelmez. Bu ülkenin halkı bu yurdun insanı ekmeğe muhtaç, yakacağa muhtaç. Altmış lira verip özel tiyatroya nasıl gidecek? Ben dört liraya tiyatro yapıyorum orada.

MUHAFAZAKAR SANAT EVRENSEL ÜRÜNLER ÜRETTİ DE BEN Mİ OYNAMADIM

Başbakan ve kurmayları sizleri geleneksel sanata, o sanatın ustalarına saygı duymamak, sahiplenmemek ve bilmemekle de suçluyor...
Bizim için tiyatroda en büyük sıkıntı oyun metnidir. Düşünülmesi gereken asıl şey ise; bu siyasi akımın temsilcilerinin, neden evrensel tiyatro metinleri yazmadığıdır. Neden tiyatro oyuncusu, neden ressam, neden dünya çapında heykeltıraşlar, edebiyatçılar üretmediğidir. Neden evrensel sanat üreten sanatçılar çıkamamaktadır bu dünya görüşünden. Ama bunun tartışmasını ben yapamam. Bunun tartışmasını oturacaklar kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan insanlar yapacaklar. En başarılı oldukları sanat dalı edebiyattır. Gelip de bana siz orada sosyalistler yuvalanmışsınız demesinler. Büyük yalan! Yani muhafazakar sanat evrensel ürünler üretti de ben oynamadım mı? Bundan bilmem kaç yüzyıl önce yaşamış William Shakspeare yahut dünyayı kasıp kavurmuş Bertolt Brecht, dünya tarihinin yaşayan ya da ölmüş büyük tiyatro yazarları, “İleride muhafazakar insanlar gelir Türkiye’nin başına, dur onlar için bir oyun yazayım” diyemezler. O gün inandığı evrensel değerler neyse onu yazmıştır adam. Ben o rolü oynarım.

‘Her şey daha özgür sanat ortamı için’ diyorlar...
Yani Nâzım’ın dediği gibi; “Bir gün aya gideceğiz” dedi gidilmeden önce. “Bir gün başka uzak yıldızlara da gideceğiz” dedi. Ama be kardeşim bir gün adam gibi yaşayacağız bu dünyada dedi. Ayrımcı olmayan beni, insanların fikirlerine, görüşlerine saygı duyan beni, onların düşmanıymış gibi gösteriyorlar. Ben evrime inanıyorsam senin inandığına inanmıyorsam niçin bana küfür ediyorsun, ben sana ediyor muyum? Neden benim hayat görüşüme saldırıyorsun, ben seninkine saldırıyor muyum? Kendileri özgür olsun ama diğerlerinin özgürlükleri kısıtlansın istiyorlar. Yahu bu özgürlük hepimizin değil mi?

DAHA DEMOKRAT MI DAHA PARTİZAN MI OLDU?

Yönetmeliğe dayanak yaptıkları savlardan biri de ‘Şehir Tiyatroları demokratik değildi, bir sürü sıkıntısı vardı, daha iyi olacak...’ Eskisi daha iyi miydi, eksiksiz miydi sahiden?
Bizim işleyişimiz şuydu; genel sanat yönetmeni vardır, bütün kurumlarda sanat kurumlarında olduğu gibi. Tıpkı devletin bir yöneticisi olduğu gibi bu kurumun da yöneticisi vardır. Ve onun sürekli kendini yenileyen konseptleri. Her sanat yönetmeni hayata bakışı çerçevesinde oyunlar koyar. Genel sanat yönetmeni bizde bir kişidir; hangi oyunların oynanacağını, repertuvarda olacak oyunları, yönetmenleri seçen kurulun başındadır. O yönetmenlere de kadrolarını seçme hakkı tanır. Yönetim kurulunda genel sanat yönetmeninin tiyatronun içerisinden seçtiği iki tane oyuncu arkadaşımız bulunur. Ve genel kurula biz iki tane sanatçı temsilcisi göndeririz. Ve bu beş kişinin yanına belediye iki kişi atar. Git orada ne yapıyorlar bak diye gönderdikleri bir kişi ve teknik müdür. Bir de repertuvar kurulumuz vardır. Belediye diyor ki ben genel sanat yönetmenine varım. Ama genel sanat yönetmeninin kadroları dahil, oyun seçimleri dahil bütün yetkilerini elinden alıyorum. Bunları kendi bürokratlarımdan beş kişiye devrediyorum. Şimdi daha demokratik oldu diyor. Bu beş kişi sanat kurumlarından gelmiyor, bunlar bürokrat, partizan. Buyrun demokrasi!

Peki böyle müdahale olmasaydı tiyatrocular ne isterlerdi? Nasıl bir tiyatro hayal ederlerdi?
Özerk olmak. Yani öyle bir hükümet tarafından yönetiliyor ki devlet, parayı da veririm düdüğü de çalarım seni de yok sayarım diyor. Yani bunun adı muhafazakarlık falan değil; faşizm. Hem de örgütlü faşizm. Kendinden olmayana karşı bu kadar düşmanca bir tavır dünyada birkaç kere gördüm. Sonları da hiç iyi olmadı. Çizmeleri kaldı yani geriye.

Halka, İstanbullulara ne söylemek istersiniz?
Neyle karşı karşıya kaldığımızı görelim. Sen yine açsın be kardeşim. Yani ekmeğe muhtaçsın yakacağa muhtaçsın. Sana 4 liraya tiyatro yapan adamın küfrettiğini söylüyorlar, inanıyorsun. Gel bakalım biz sana küfretmiş miyiz? Bak bakalım, izle. Paran, biletin yoksa da biz alıyoruz içeri. Bu kadar hunharca canice saldırmanın sonu  iyi olmaz. Çok sesli olması lazım, hayatın ve sanatın. Her sese saygı gösterilmesi lazım.


BANA FAŞİZMİN RESMİNİ ÇİZ DESELER…

Sanatçılarla sınırlı olmayan bir toplumsal ‘mustariplikten’ bahsediyorsunuz. Hükümet edenlerin vatandaşlarına yaklaşımı noktasında ‘Hadi takla at da görelim’ nasıl bir yansıma sizce?
Faşizm nedir diye birisi sorarsa ben şöyle bir cevap veririm; insanların güçsüzlüklerinden ve zaaflarından yararlanma sanatı. İnsanları bu noktalarından ezme sanatı. O adam işsiz; iş istiyor, ekmeğe de muhtaç ama dilenmek istemiyor. Gitmiş yanına, İçişleri Bakanını gözünde de büyütmüş, demiş ki; “Çok mutlu oldum siz buraya geldiğiniz için, çok sevindim”. Bakın ekmek istemeyecek, iş isteyecek, para kazanıp ailesine onuruyla bakacak. Ama çok güçlü bir insan da değil, “Çok sevindim” diyerek bir girizgah yapıyor. Faşist ne diyor; “Ne kadar sevindin bir göster, takla at”. Sonra davulu zurnayı alıp orada oynatıyor o vatandaşı. Bana faşizmin resmini çiz deseler, bunu çizerim.


BİZİ DESTEKLEMESİ CHP’Yİ SOLCU BİR PARTİ YAPMIYOR

Solcu ve cumhuriyetçilerin tiyatrolarda kadrolaşıp, ‘muhafazakar’ sanatçıya engel oldukları konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tiyatro oyuncusunda olması gereken vasıflar, sahne üzerinde yapması gerekenlerdir. Rol neyse o olabilmek. Bunu yapacaksanız buyrun gelin. Benim tiyatroda ki en yakın iki meslektaşım İmam Hatip mezunu. Bak al sana bir dezenformasyon daha. Birlikte tiyatro yapıyoruz, hatta bir tanesi ile birlikte tiyatro bile kurduk. Ama biz bunu söylemeyi ayıp kabul ediyoruz. Söylenir mi yahu bu? İnsanlara “Sen neyin eğitimini aldın, sen neye inanıyorsun” diye sorar mı tiyatro? “Sağcı mısın, solcu musun” diye sorar mı tiyatro? Bize en büyük eziyetleri CHP’li Belediye Başkanları yaptı. Hatta CHP bize destek verirken de bunu bir çok yerde belirttim; bizi desteklemesi CHP’yi solcu bir parti yapmıyor. Ve belli ki benim inandığım dünyaya CHP’nin inanmadığını gösteriyor. Eylemlerimize destek veriyor diye CHP ile ilgili diğer gerçekleri görmezden mi geleyim? Bu garabet yönetmelik CHP’lilerin Şehir İl Genel Meclisindeki oylarıyla da çıktı. “Neden oy verdiniz?​” dedim, “Neye oy verdiğimizi bilmiyorduk. Biz bunu iyi bir şey zannettik” dediler. Bu halkın yüzde 25’i sana inanmış. Madem öyle neden oturuyorsun sen orada?


TİYATRO KÖMÜRE BENZEMEZ

‘Tiyatro insana neden lazım’ diye sorsam ‘en basit’ yanıtınız nasıl olur?
Van Devlet Tiyatrosunu arayıp sorun lütfen; “Siz son üç ayda Van da ne yaptınız?​”diye. Çaresiz halk dışında depremde herkes terk etti o kenti.. Bir de bizim arkadaşlarımız kaldı. Yıkımdan bu yana Van’da çocuk tiyatrosu yaptılar. 8 bin depremzede çocuğa tiyatro seyrettirdiler. Yani bu makarna, kömüre benzemez. Bu başka bir şey, senin ruhunu doyurur. Bak bu halk buna muhtaç. O giden çocuklardan para aldılar mı Van’da? Orası senin tiyatron be kardeşim. Devletin tiyatrosu orası. Adam gibi bir devlet der ki; al arkadaş bu parayı, hayatlar enkaz altında kalmış bu insanlara nefes alacakları bir pencere aç der.

Evrensel'i Takip Et