19 Ekim 2016 00:54

Çözüm için Türk çoğunluğun hazırlanmasına ihtiyaç var

Şerif Karataş, geçmişten günümüze Kürt sorununu Doç. Dr. Murat Somer’le konuştu.

Paylaş

Koç Üniversitesinde Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doçent Dr. Murat Somer ile 2015 yılında sosyal bilimlerde Sedat Simavi Ödülüne layık bulunan Milada Dönüş: Ulus-Devletten Devlet-Ulusa Türk ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi adlı kitabını ve güncel gelişmeleri konuştuk. Kürt sorununun çözümü için öncelikle şiddetin son bulması gerektiğini belirten Somer, “Sorunun çözülmesi için nelerin gerekli olduğu konusunda özellikle Türk çoğunluğun hazırlanmasına ihtiyaç var” dedi. 

Kitabınız nasıl ortaya çıktı? Ve neden Milada Dönüş?
Kürt sorununun miladı olan cumhuriyetin kuruluş yıllarında cevaplanması gereken sorular, bugünkülere çok benziyor. Kimliğe, güvenliğe ve demokratik uzlaşmaya dair kökendeki ikilemlerin yeniden doğuşundan geçiyoruz. Aynı zamanda gördüm ki o dönemdeki politik kararlar, niyetler ve neden-sonuç ilişkileri üzerine, Türklerle Kürtlerin, laiklerle İslamcıların birbirlerini suçladıkları ve ötekileştirdikleri tarih okumaları var. Bunlar hem bu sorunun çözülmesini zorlaştırıyor hem de cumhuriyetin demokratikleşememesi meselesinin bir parçası. Geçmişten ders alarak, tarihi doğru okuyarak bugünkü yeni şartlar altında daha iyi çözümler bulunabilir. Bu temenniyle bu isimde karar kıldım. Somut çözüm önerileri ve yeni kavramlar ve anlatılar sunmaya çalıştım. 2010-2011 yıllarında başladığım yazım ve yayımlanma süreci çeşitli nedenlerle arzu ettiğimden uzun sürdü ama tezlerin ve dilin berraklaşması için bu gerekiyordu.

Kitabınızda 1918 ve 1926 tarihleri arasındaki döneme vurgunuz var. Bu dönem hem Osmanlı’nın son dönemleri hem de yeni kurulacak olan cumhuriyetin ilk yıllarına tekabül ediyor. Buradaki vurgunuzun nedenini biraz açar mısınız?
Bu dönem Türk ve Kürt sorunu dediğim sorunun miladı. Yeni bir devletin kurulduğu ve yeni kimliklerin oluşturulduğu, hem Kürtlerin hem de Türklerin yeni gelecekler tahayyül ettikleri bir dönem. Bu dönemde, Kürtlerin ve Türklerin çevrelerindeki coğrafyada, bildikleri tarih ve kimlikler, bildikleri dünya büyük bir dönüşümden geçiyor. Çok travmatik bir dönem. Ortadoğu yeniden yapılanıyor. Bu dönem içerisinde siyasal elitler mümkün olduğu kadar, ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlar. Temel amaçları Osmanlı devletini en geniş coğrafyada modern bir ulus devlet olarak kurtarabilmek. Ve bunu nasıl, yani hangi sınırlar içerisinde, hangi halkla ve hangi kimlikle, hangi siyasal rejimle yapabileceklerini bulmaya çalışıyorlar. Tabii aynı zamanda bu bir savaş dönemi. 

Milli mücadele döneminde, uğrunda mücadele verilen davaya dair kitapta tanımladığım, devlet-ulus tanımına karşılık gelebilecek bir söylem kullanılıyor. Açık olan iki nokta var. Birincisi, milli mücadeleyi yürüten elitler, bir ulusa dayalı modern bir devlet kurmak istiyorlar. Yani bir millet ve devlet inşası tahayyülü söz konusu. Fakat bu devlet ve ulusun içerisinde başta Kürtler de dahil olmak üzere, değişik unsurların farklı kimliklerini ve hak ve hukukunu da doğal kabul ediyorlar. Bunda devletin ve milletin bütünlüğü açısından bir sorun görmüyorlar. Türklerin ve Kürtlerin kendi haklarına sahip olmak kaydıyla siyasal anlamda tek bir millet olacakları tahayyülü var.

Milli mücadele dönemi sonrasında politikalar değişiyor...
Bu geçişi nedensel olarak dengeli bir biçimde açıklamak çok önemli. Çünkü Kürtlerle Türkler ve laikler ve dindarlar arasındaki bahsettiğim güvensizliğin bir kaynağı. Cumhuriyet kurulduktan sonra Kürt ve diğer unsurların önce hak ve hukuku gündemden düşüyor daha sonraki aşamalarda da varlığından söz etmek tabu oluyor. Ulusun birliğini sorgulamak olarak görülüyor.

Birçok Kürt milliyetçisi bu değişimi önceden belirlenmiş hedeflerin zamanı gelince uygulamaya konulması, yani milli mücadele döneminde Kürtlere yalan söylenmiş olması olarak yorumluyorlar. Bu tek yorum biçimi değil aslında, çünkü o dönemde siyasal elitler çok hızlı bir şekilde değişen jeopolitik ve çevresel koşullara uyum sağlamaya çalışıyorlar. Buna göre öncelikleri ve politikaları, sadece Kürtlere değil kendi kimliklerine bakışları da değişiyor.

MUSUL BİRKAÇ KIRILMADAN BİRİ

Musul meselesi..
Musul birkaç kırılmadan biri. Son zamanlarda yeniden tartışılmaya başlanan Lozan’da bildiğimiz belgeler gösteriyor ki, o dönemde Kemalist elitler, Misakımilli sınırlarına dahil olan Musul’u -daha doğrusu bugünkü Irak ve Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı kuzey bölgelerini- Türkiye Cumhuriyeti içinde tutmak üzere çok yoğun bir mücadele veriyorlar. Fakat tabii Musul İngilizler için de önemli ve onlar avantajlı konumda. Ve sonuçta Musul kaybediliyor. O zaman iki şey oluyor. Orada yeni bir milli sınır oluşuyor. Sınırın iki tarafında da Kürtçe konuşan ve eski Osmanlı vatandaşı insanlar var. Kürt milliyetçiliği diye de bir gerçek var. Bir gün birleşmek istemeleri bir olasılık oluyor. Yani Kürtler ayrılıkçı bir tehdit haline geliyor. İkincisi de Kürtler yeni Türkiye’nin nüfusu içinde daha küçük bir yüzde haline geliyor. Dolayısıyla asimilasyoncu bir politika daha tahayyül edilebilir bir şey oluyor. 

Ama 1923-25 geçiş döneminde başka önemli kırılmalar da var. Milli mücadeleyi yürüten elitler iki aşamada küçülüyorlar. Önce İslami elitlerin önemli bir kısmı, özellikle Sufi kökenli ulema sınıfı dışarıda kalıyor. Çünkü yeni Türkiye’de Osmanlı döneminde başlamış laik reformlara hızlandırılmış bir biçimde devam etmek ideali söz konusu ve buna engel olarak algılanıyorlar. Özellikle hilafetin kaldırılmasına muhalefet var. Ama sonra laik-Kemalist elitler de kendi aralarında bölünüyorlar. Bu da 1925 Şeyh Sait isyanı ve akabindeki bir tür radikal OHAL olan Takririsükun dönemiyle gerçekleşiyor. En önemli ayrışma noktası kararları kimin alacağı. Sonuçta ılımlı Kemalistler diyebileceğimiz kesim de dışarıda kalıyor. Dolayısıyla iktidar daha da daralıyor ve güç tek merkezde ve liderde toplanıyor. Bu Kürt meselesini doğrudan etkiliyor. İktidar için gücünü konsolide etmek her şeyden daha öncelikli bir hedef haline geliyor ve bahsettiğim devlet ulus modelini uygulamak zorlaşıyor. Devlet ulusa özgü bir ortak kimlik ve kurumlar geliştirmek ve halka benimsetmek zaman isteyen ve geniş tabanlı, güçlü bir iktidara dayanması gereken bir proje. Kısa dönemde merkezkaç etnik-bölgesel hareketler oluşması mümkün. Buna vakit yok. Halbuki Türk kimliği var olan bir kimlik ve Türkiye’deki çoğunluğun kimliği. Onu en kısa zamanda güçlendirmek ve kurumların temeli yapmak ön plana çıkıyor. 

Bu esnada Türk kimliğinin de anlamı değişiyor ve çoğul anlamlar kazanıyor. Etnik bir kategoriyken ulusal bir kimlik anlamı da alıyor ve daha geniş bir halk kitlesine hitap etmesi bekleniyor. Osmanlı devlet kimliğini sürdürme misyonu Türk kimliğine yükleniyor. Kürtler dışındaki Müslüman halkın da önemli bir kısmının ana dili Türkçe değil. Onların da Türk kimliğini benimsemesi önemli bir hedef haline geliyor. Kürt kimliği ve hakları meselesi bu Türk kimliği meselesine göre geri planda kalıyor. 

Bu kimlik dini boyutuyla ele alınıyor  değil mi?
Kürt meselesi çok önemli bir mülahaza ama siyasal elitler için asıl kaygı gayrimüslimlerin ne olacağı. Çünkü milli mücadele gayrimüslimlere karşı verilmiş. Dolayısıyla biz onları nasıl bir tehdit olmaktan çıkartabiliriz? Onun üzerine yoğunlaşılıyor. Dolayısıyla Müslüman halkı konsolide etmek, tek bir millet adı altında birleştirmek öncelikli hedef. Kürt meselesi önemli fakat diğer hedefler kadar önemli değil. Laik modernleşme de daha öncelikli bir hedef. 

Kitabınızın son bölümünde Kürt sorununun çözümüne dair tespitleriniz de var. Bu bağlamda Kürt sorunun nasıl bir tutum ve ortamla çözüme kavuşur?
Öncelikle şiddetin olmadığı bir ortamın olması lazım. Şiddetin durması için de galiba sorunun çözülmesi için nelerin gerekli olduğu konusunda özellikle Türk çoğunluğun hazırlanmasına ihtiyaç var. Hem Türkler ve  Kürtlerin, hem dindarların hem de laiklerin endişelerine yanıt veren somut öneriler gerekiyor. Kitap, üst kimlik yerine ortak kimlik, siyasal ve kültürel anlamda millet, özgürlükçü laiklik gibi kavramları tartışıyor. Böyle bir vizyon olduğu takdirde, belki şiddetin durması da mümkün olacak. O zaman da mutlaka demokratik bir ortamın olması gerekir. Politik kararların tartışılabildiği ve denetlenebildiği bir ortam.

‘TÜRKLERLE KÜRTLERİN GÜVENE DAYALI BİR İLİŞKİ KURABİLMELERİ GEREKİYOR’

Kitabınızda üç başlık altında topladığınız düğümler var. Ortak kimlik ikilemi, dış güvensizlik ikilemi ve elit iş birliği ikilemi. Bu düğümler neden önemli? 
Kürt sorununa farklı çözümler bulunabilir. Ama kalıcı olabilmeleri için mutlaka, bu üç düğümü tatminkar bir şekilde çözebilmeleri gerekiyor. Birincisi, bir şekilde Ortadoğu’da Türklerle Kürtlerin barışa ve güvene dayalı bir ilişki kurabilmeleri gerekiyor. Türklerin ‘Kürtlerin bir gün ayrılabileceği’ korkusunun bertaraf edilmesi lazım. Kürtler açısından da, ‘Türkiye bizim hiçbir zaman güçlenmemize izin vermez, kendi geleceğimizi çizmemize izin vermez’ korkusunun giderilmesi gerekiyor. İkinci vurgu ortak kimlik ikilemi. Kürtler kendi kimliklerinin bir şekilde eşit ve makbul olarak tanınmasını istiyorlar. Türklerde de, bu olurken Türkiye’deki farklı unsurları bir arada tutacak ortak kimliğin aşınacağı ve Türk kimliğinin zayıflayacağı endişesi var. Biz bu iki kimlik endişesini aynı anda nasıl çözeriz, hem Türkleri hem Kürtleri nasıl ikna ederiz? Üçüncü düğüm de bu siyasal sorunun çözülebilmesi için reformlar yapmak kurumları yeniden inşa etmek lazım. Bunu da siyasal elitler yapacaktır. Burada da Türkiye’deki laik ve dindar elitler arasında güvensizlik büyük bir problem. Onlar nasıl birbirlerine güvenip, ortak bir çalışma yapabilecekler? Bir kesimin tek başına yaptığı diğerinde endişe yaratıyor o zaman da sağlam kurumlar oluşamıyor. Bugünkü elit iş birliği ikileminde sol Türk ve Kürt siyasal elitlerin arasındaki güvensizlik de var. Çevre konusunda, kadın konusunda, işçi hakları ve emek konusunda benzer düşünebiliyorlar. Fakat Kürt sorunu konusunda birbirlerine güvenmiyorlar. Örneğin CHP ile HDP’nin birbirine güvenmemesi.

‘KIYASLAMALARDA DAHA ÇOK FARKLILIKLARDAN ÇOK ŞEY ÖĞRENİRİZ’

Kürt sorunu konuşulduğunda hemen dünyadaki örnekler veriliyor. Sizin de örnek verdiğiniz ülkelerle Kürt sorununu kıyaslamak doğru mu?
İki örneği kıyaslayınca hemen bunların birbirine ne kadar benzediklerini tartışıyoruz. Halbuki biz kıyaslamalarda daha çok farklılıklardan çok şey öğreniriz. Örneğin bir İskoç meselesi ile Kürt meselesinin benzer yönleri yanında tabii çok farklı yönleri var. Biz bu farklılardan, Kürt meselesi neden İskoç meselesinden farklı yönde gelişti bunu açıklayabiliyoruz.  

Britanya’da İskoç meselesi neden İskoç sorununa dönüşmemiş ama Türkiye’de Kürt meselesi Kürt sorunu olmuş? Kürt meselesi Osmanlı devletinin modernleşmesi esnasında ortaya çıkmış bir sorunsal. Bu süreçte Osmanlı Kürtleri hangi devlet altında ve hangi haklarla yaşayacaklar? Devletle, Türklerle, bölgedeki Araplarla, Acemlerle ilişkileri nasıl olacak? Bu meseleye yanıt olarak mutlaka bazı yeni kimlikler, siyasal kurumlar ve sınırlar ortaya çıkacaktı. Ama hangileri? Başka yerlerde de benzer meseleler çıkmış. İskoçlar, Basklar, Berberiler (Amaziyler), Tamiller, Türkî halklar. Ama Türkiye’de bu mesele Kürt sorununa dönüşmüş yani barışçı ve Kürtlerin kendi kimlikleriyle katılabildiği süreçlerle çözülememiş. 

“Kürt meselesinde geçmişte ne oldu ve bugün ne oluyor? Bu konudaki olgularla ilgili bize anlatılanlar kadar anlatılmayanlar da belirleyici.” Şeklinde bir değerlendirmeniz var... 
Çoğunluk açısından Kürtler ’90’lara kadar büyük ölçüde bilinmeyen, ‘görülmeyen’ bir unsur. O zamandan beriyse görülmeye başlanan ve farklı kimliği bilinen ama tanınmayan bir grup oluyorlar. Artık Türkiye’de herkes Kürtlerin olduğunu biliyor. Ama tanımak ayrı bir şey. Türkler çoğunluk oldukları için her ne kadar evlilik konusunda sosyal bariyerler düşük olsa da yüzde olarak düşük. Dolayısıyla akrabalık yoluyla Kürtleri tanıyan Türk yüzdesi az. Onun ötesinde medya, eğitim yoluyla da Kürtlerle, dilleriyle, tarihleriyle, kültürleriyle ilgili, veya bu soruna yol açan talepleriyle ilgili bilgi edinmiyorlar. Kürt meselesinin sadece şiddet ve terör boyutunu öğreniyorlar. 

VİZYON EKSİKLİĞİ VAR 

Kürtlerin Suriye’nin kuzeyi Rojava’da bir statü kazanmasıyla birlikte çözüm sürecini bitirmeye doğru götürdüğü ve bunun Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasın da yansıdığı yönünde değerlendirmeler var. 
Varolan güvensizliğin o dönemde tırmanmaya başlandığını düşünüyorum. Fakat Kürtlerin Suriye’de güçlenmesinin bu sonuca yol açmasının nedeni, bahsettiğim vizyon eksikliği.Yani güvensizlik o zaman başlamadı zaten vardı. Eğer yeni bir oluşumla nasıl barışçı bir ilişki kurulacağı bilinmiyorsa, o zaman bir tehdit haline geliyor. Bunun ötesinde PKK ile savaş sürdüğü sürece Türkiye’nin PYD’ye kayıtsız kalması düşünülemez, hangi devlet olsa bunu tehdit olarak algılar. 

Uzun vadede bölgedeki Kürtlerle öyle bir ilişki kurulmalı ki, her iki taraf da ‘O benim aleyhime çalışmaz çünkü bunu istemesi için bir neden yok ve benimle ilişkisini bozmak istemez’ diyebilmeli. 

İki yıla yakın bir çözüm süreciyle birlikte çatışmasızlık da yaşandı. Sürecin bitmesiyle yine can kayıpları yaşanmaya başlandı...
Çözüm sürecinde başından beri en eksik olan şey, gelecek vizyonunun ortada olmaması. Milat döneminde Kürt sorunu ortaya çıktığında biz üç konuyu çözememişiz. Bölgedeki Kürtlerle Türkiye’nin nasıl barışçı ve güvene dayalı bir ilişkisi olacak? Nasıl bir ortak kimlik metaforu oluşturacağız ki, hem Kürtler kendilerini eşit ve makul hissedecekler hem de Türkler kendi kimliklerini ve ülkenin birliğini güvenlikte hissedecekler? Bir de siyasal elitler modernleşmenin hızına, araçlarına ve estetiğine dair ayrılıklarına rağmen nasıl uzlaşmaya açık olacaklar ve iş birliği yapabilecekler? Bugün de bu unsurların eksik olduğunu görüyoruz. 

Bu düğümler hangi reform ve kurumlarla çözülebilir? Özellikle Türk çoğunluğun bunlara hazırlanması lazım. Bu sorunların önemli kısmı doğrudan Kürtlerle değil Türklerle ilgili. Örneğin Türk kimliği meselesi Kürt kimliği meselesinin önüne geçiyor. Kürtlerin kendi kimliklerini daha eşit ve makbul hissetmesi Türk kimliğini neden zayıflatsın? Türklerin kendi kimliklerinin çoğul anlamlar taşımasını bir zayıflık değil zenginlik olarak görmesi gerekiyor. 

ÖNCEKİ HABER

Kamusal eğitim yeniden hayata geçirilmeli

SONRAKİ HABER

İstemekle değil, direnmekle olur

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...